Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '17

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Son durak "hiçlik"

Son durak "hiçlik"
 

GERÇEKLERİN KILICI DÜŞLERİ DE KESER.


Gözlerini açtığında bir okyanusun ortasındaydı, tek başına küçük bir gemide, gözlerini yukarı dikti, griye boyalı bir tablo içinde gibiydi. Gökyüzünde ki bulutlar rengini okyanusun maviliğine vermiş mavi renk hiç olmamış, olmayacakmış gibi. Sessizlik duyuluyor sadece, içini saran yalnızlığın sessizliği, senin duyabildiğin, var olmayan boşlukta bir çığlığın sesi. Bulutlar o kadar yakın ki elini kaldırsa dokunacakmış gibi, kaldırmadı kolunu, dokunmak istemiyordu. Gemi direğine baktı üstü bulutların içinde sanki bir el, gemiye saplamış, bir yere gitmesini engelliyordu. Aşağı inen kırmızı kapı, rengi öyle belirgin zamana ve mekâna ayrı duruyor, buraya ait değilim der gibi. Hangimiz ait olduğumuz zaman ve yerdeyiz ki, taş evin yüksek pencerelerinden sarkan begonyaları düşündü, ilk orda görmüştü, çiçeklerin kokusundan mı? Güzel gözlerin, tatlı tebessümün etkisinden mi? Yerin altından kaydığını, düşecekmiş gibi olduğunu hatırladı. O güzel bakışlarıyla dokunduğunda alıp götürmüştü, benliğini saran o güzel duygular bütün bedenini sardığında, düşler aleminin kapısından içeri girmişti. Onun yanında olmak farklı bir dünyada olmak gibiydi. Mutluluk dedikleri şey bu olmalıydı. Begonyaların renklerine karışan güzelliği, taş evin serin duvarlarına çarpan sesi ruhunu dolduran aşk melodileri gibiydi. Ona ilk sarıldığı anı hatırladı. Odanın içine yayılan kokusu, müziğin ritmiyle nefes alırken sürekli yudumladığın kokteyl gibiydi. Sardığında kollarını bedenine hissettiği teni değildi, oksijen gibi vücudunun bütün dokularına yayılan, ruhunu alıp götüren sevgiydi. Her dokunuş kalın duvarları yarıp gecenin karanlığında yıldızlara ulaşmaya çalışan uçuç kelebekleri gibi hiç ulaşamayacağı ışığa uçuruyordu. Onun yanında her şey o kadar yakındı ki uzansa yıldızları toplayacakmış gibi. Her şey o kadar güzeldi ki, gözlerine bir ömür bakabilirdi. Orada zaman yoktu, bütün evren boşalmış gibiydi ama hiçlikte yoktu. Dudaklar birbirine değdiğinde düşler alemine geçen kapılar açılırdı. Artık bedenlerde yoktu birbirine kenetlenmiş sevgiyle beslenen duygular vardı sadece. Islak dudaklar bir daha bu an hiç yaşanmayacakmış gibi her birleştiğinde, bedenlerini hazzın sonsuz boşluğunda eritiyordu.

Şimdi neden buradaydı. Gözlerinden akan iki damla yaş süzülürken gerçeklerin kılıcının düşleri de kestiğini anladı. Bütün duygular gibi aşk da canlıydı beslenmeliydi. Durgun su gibi zamanla kuruyup ve kayboluyordu. Taş evi, begonyalarla sarılı pencereden bakışını, bir daha dokunamayacağı dudaklardaki tebessümü son kez hatırladı. Geminin dümeni, denizin hafif dalgasına uyumlu salınıyor, dalgaların, orada olduğunu hatırlatır gibi geminin güvertesine vuran sesi duyuluyor. Boşluğu kaplayan bu sessizliğin içinde kaybolup gidişinin, şu nerdeyse geminin içine kadar inmiş olan sisin, ne güverteye vuran dalganın, nede şu geminin, hiçbiri fark etmeyecek. Sisler dağılacak, gemi denizin üzerinde süzülerek bir karada duracak, yeniden gökyüzü de, deniz de maviliklerine kavuşacak, Belki taş evin penceresinde başka sevgili beklenecek, yine begonyalar ayni güzellikte kokularıyla karşılayacak.

Kalkıp dümene geçmek istedi ama nereye ne yöne ne bir yıldız var, ne bir ışık gökyüzünde, pusulası kırılmış gözlerini gökyüzüne dikmiş bir ışık bekleyen gemici gibi çaresizce gri gökyüzünü seyretti. Okyanusun griye boyalı sularında öylesine sessiz ve yalnızdı ki dünya, ben, deniz ve bulutlu gökyüzü, ne kadar baksa da etrafında hiçlik vardı sadece.

 

Özkan ŞANAL

 

 
Toplam blog
: 29
: 495
Kayıt tarihi
: 11.08.16
 
 

Anadolu Üniversitesi Sınıf Öğretmenliği ve Eğitim Bilimleri Enstitüsü Karekter ve Değerler Eğitim..