Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Eylül '11

 
Kategori
Deneme
 

Son olduğunu bilsek!

Son olduğunu bilsek!
 

İstesek de istemesek de, korksak da, kendimize ve sevdiklerimize hiç yakıştırmasak da sonumuz aynı. 

Sonu hatırlamak insanı belki acizleştirip, amaçsızlaştırabilir ama benim bakışım daha farklı. Nasıl mı? 

Düşünün klasik sabahlardan biri. Zorla uyandınız, işe ya da okula geç kalmamak için kendinizi kahvaltı bile yapmadan o hengamenin içine attınız. Minibüs, otobüs derken işinizde yine aynı mücadeleler sonra geri dönüş yolu ve eve geliş ama yorgunluktan evdekilerin konuşmasına bile müsade etmeden uyku ve tekrar aynı döngü, mutlaka farklılıklar vardır ama özeti bu işin. Peki bu döngünün bizim veya en yakınımızdakiler için her an durabileceğini bilsek, mümkün olsa da "son nefesini vermeye sadece 24 saatin kaldı" deseler, acaba neler için iç geçirir, nelere kahrederdik. 

Evet, aynı yatakta uyuduğunuz eşinizi bir daha göremeyeceğinizi, yüzüne doya doya bakamadığınız, ne zaman sizinle vakit geçirmek istese hep "yorgunum" dediğiniz çocuğunuzu bir daha kucaklayamayacağınızı, ya da her sabah işyerinin kapısında yüzüne bile bakmadan "günaydın" dediğiniz görevliye bir daha seslenemeyeceğinizi, size azap gibi gelse de trafikte bir daha yol alamayacağınızı düşünsenize. 

Aslında yokoluş günleri de hep sıradan başlar, sonra inanmakta tereddüt ettiğiniz o haberle sarsılırsınız.. Herkesin bir şekilde öleceğini bildiği halde, kimse kendisi ya da yakınındakiler için ölümü yakıştırmaz. Sanki ölüm bizim için hep uzaktakiler veya tanımadıklarımızla ilgili alınan bir haberdir, ta ki bizim yakınımıza uğrayana kadar. 

Kimse öleceği anı bilmese de herkesin bildiği gerçek, aslında hepimizin er ya da geç öleceğidir. Bir sürü kitap, makale yazılmıştır; " Mutlaka yapılacaklar", "Gezilmesi gereken yerler" benzeri. Ama Azrail bu kitaptakilerin yapılmasını bekleyecek değil sanırım. "Daha isteyipte yapamadığı bir sürü iş var vatandaşın, bitirsin öyle uğrayayım" diyebileceğini kimse düşünmüyordur. 

Nefesimiz sonunda tükenecek, bizim nefesimiz tükenmeden belki en yakınımızdakiler bu akibete uğrayacak ve bizler onları yeterince sevemediğimiz, belki de üzdüğümüz, onlarla daha fazla bir arada olamadığımız için kahrolacağız. 

Belki eksikliklerini hissedecek, kaybettiklerimiz için " keşke yanımda olsaydın sana o kadar ihtiyacım var ki" diye iç geçireceğiz. Belki " Buraları seninle görmek vardı şimdi sensiz hiçbir anlamı yok " diye kahrolacağız. Ve belki de birileri bizim için bunları hissedecek bizimle olamadığı için üzülecek. 

Hiç sebep yokken kırdıklarımız, bir inat uğruna görüşmediklerimiz " hep ben mi arayacağım bir de O arasın " diye sesini duymak isteyipte boş bir gurur uğruna özlemini çektiklerimiz; " O'na en iyi huzur evini buldum üstelik parasını da veriyorum" diye bir kenara attıklarımız, ya da bizimle aynı evde olanlarla ilgili bu haberleri her an alabiliriz. 

O an gelmeden en yakınımızdakilere daha sıkı sarılalım, onların özlemini duyabileceğimizi düşünüp sımsıkı sarılalım. Çünkü o an bize sevdiklerimize sarılma, onların sesini bir daha duyma, onlardan özür dileme ya da onları ne kadar sevdiğimizi söylememize fırsat vermeyecek kadar yakın olabilir.... 

 

 
Toplam blog
: 164
: 672
Kayıt tarihi
: 21.10.10
 
 

İnşaat Mühendisiyim, olaylara anlık değil öncesi ve sonrasıyla bakmaya çaba gösteririm. Dağ havas..