Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ekim '14

 
Kategori
Anılar
 

Son pişmanlık fayda vermez

Son pişmanlık fayda vermez
 

Gara Onbaşı


    Bu sıra uyku düzenim çok bozuk. Gecem gündüzüm bir birine karışmış durumda.
    Hal böyle olunca yatağın içinde ‘ağıp dönerken’ eşimi rahatsız edeceğime kalkıp mecbur ‘artık alışkanlık haline gelen’ lap topun başına geçiyorum.
    Dün gece de öyle oldu…
    Bir süredir kendimi deneme yazarlığıyla görevlendirmiş gibiyim.
    Değişik konularda öykü ve roman çalışmalarım var. Bazılarını tamamladım. Bazıları da devam ediyor.
    Öyle olunca lap topun başına geçince yaptığım çalışmalarla ilgili notlara bakıp birinden devam etmeye çalışıyorum.
    Şu anda dört farkı konuda dört roman çalışmam var…
    ‘Yazarlar bu işi nasıl yapar bilmiyorum?’ Ben seçtiğim konuyla ilgili önce işime yaracak bilgileri topluyorum. Sonra o konuyla ilgili bir kahraman yaratıp onun etrafında hikayemi örüyorum.
    Yani deneme çalışmalarında yöntemim bu. Hikayeyi örmek için önceden bir planım olmayınca yazmayı kendiliğinden haline bırakıyorum.
    Yani ‘ilham’ dedikleri şey beni hangi konuya yöneltirse ona yöneliyorum. Yazmaya başlayınca; eğer o hikayeyi yaşamaya başlamışsam ‘sanki birisi kulağıma söylüyor gibi’ hikaye akıp gidiyor. Yoksa hiç zorlamıyorum. Çünkü zorlamanın hiç yararı yok.
    Dün gece “hangi konuya girmeliyim?” diye kendimi yokladım. İçimden hiçbir şey yazmak gelmedi. Öyle olunca face sayfamı açıp ‘ne var ne yok?’ diye bakmayı düşündüm.
    Sayfama kuzenimin “dayımı kaybettik” diye yazısı düşünce önce çok şaşırdım. Sonra bilginin doğruluğunu teyit etmek için mesajlaştım. Doğruymuş.
    Bunu öğrenince inanın içim acıdı ve içimde çok büyük bir pişmanlık bürüdü.
    Sonra onunla en son bayramdaki telefon konuşmasını hatırladım ve daha çok üzüldüm; daha çok pişman oldum.
    Baştan yazayım burada amacım dayımın vefat haberini ve duyduğum üzüntüyü paylaşmak değil.
    Çünkü o konu benim özelim. Çok yakınlarım başta olmak üzere akraba ve dostlarımla paylaşacağım bir şey.
    Buraya taşıma nedenim duyduğum üzüntüden çok yaşadığım derin pişmanlık.
    Yazılarımı okuyanlar bilir; öykü ve roman üzerine denemelerim var. Onları buraya taşıyarak öykü okuma alışkanlığı olanlara bir hizmet sunmaya çalışıyorum.
    Çünkü toplumsal aydınlanmada edebiyatın da önemli yeri olduğunu düşünüyorum. Ayrıca denemelerime seçtiğim konularla yaşamımda iz bırakan insan öyküleri kurgulayarak bu şekilde okura yaşadığımız ortak çevredeki insan üzerinden kendine ayna tutmaya çalışıyorum. Çünkü seçtiğim konular hemen hemen bütün insanların bir şekilde tanıdığı ve kendi yaşamında ‘belki fark edemediği’ konular.
    İşte bu çalışmalarım arasına kattığım ve ‘Gara Onbaşı’ adını verdiğim çalışmam için vefat eden dayımla sözleştiğim bir anı röportajı vardı.
    ‘Gara Onbaşı’ karakteri yanlış ve doğruların iç içe geçtiği fırtınalı bir yaşamı olan onun babası benim de dedemdir.
    Kendisiyle dedemle tanıyarak geçirdiği otuz beş yıla yakın yaşanmışlıkta yaşadıklarından anekdotlar derlemek ve bunun bir röportaj gibi kayda geçmesini istiyordum.
    Kendisine bundan bahsedince çok heyecanlanmış “anlatacak çok anım var. Hem bu şekilde içimi dökmüş olurum. Buna çok ihtiyacım var” demişti.
    Sanırım babasına benzeyen fırtınalı yaşamıyla yüzleşmeyi çok istiyordu. Bunu ben de çok istiyordum. Çünkü dayımın bir farklılığı da ellilerden ilçeye beleiye başkanı seçildiği yıla kadar Göller Bölgesini içine alan ve Denizli’nin kimi ilçe ve köylerini kapsayan seyyar sinemacılık yaşamıydı.
    O süreçle ilgili çok ilginç anıları vardı. Geçmişte kimi sohbetlerimizde onlardan bahsetse de; o anıları onun ağzından kayda geçerek yazmayı düşündüğüm “Siyah Beyaz” ismini vereceğim çalışmamda kullanacaktım.
    Çünkü dayım Anadolu kırsalının siyah beyaz sinemayla tanışmasının canlı bir şahidi gibiydi.
    Sohbetlerinde anlattıklarından bende o kanı uyanmıştı.
    Onunla konuşarak siyah beyaz sinemanın kırsal kesim yaşamına ve kültürüne katkısını, insan yaşamına etkisini öykülerde kurgulamaktı amacım.
    Aslında yaşım itibariyle çalışmalarımla ilgili ‘aynı yaşamın içinde olduğum için’ bilgilerim var.  O bilgileri bir şekilde not olarak çıkardım.
    Dayımla yapacağım röportaj sohbetinde notlarımdaki eksik yanları tamamlayacaktım.
    Kendisi benden uzak bir huzur evinde kalıyor. Bahsettiği çalışmalara başlayalı beri yalnız telefonla görüşüyoruz. Sağlık sorunları nedeniyle ne o gelebiliyor; benzer sorunları yaşadığım için ne de ben gidebiliyorum.
    Yani hep ertelediğimiz bir görüşmeydi bu…
    En son bayramda bayramını kutlamak için aradığımda “dayım ne zaman görüşeceğiz. Ben çok hastayım. Elini çabuk tutmazsan görüşemeyiz. Çünkü benim vaktim doluyor” şeklinde kendi durumunu anlatmaya çalışmış ben de moral vermeye çalışmış ve önümüzdeki yaz mutlaka buluşup görüşmeyi kararlaştırmıştık. Olmadı...
    Dün gece vefat haberi; artık o sohbetin hiç olamayacağının belgesi gibiydi.
    Onun için sevdiğim dayımı kaybetmenin verdiği  acıyı yaşarken; aynı zamanda çalışmamı tamamlayacak görüşmeyi ‘erteleyerek’ yapmadığım için büyük pişmanlık duydum ve “keşke” dedim.
    Her insanın hayatında pişmanlıklar ve keşkeler vardır. Bunu bir şekilde ifade ederler.
    Ama benim bu güne kadar hiç keşkem olmamıştı.
    Bunu yazınca ‘sanki’ her düşündüğüm veya amaçladığım oldu gibi bir anlam çıkmasın.
    Benim de her insan gibi geçmişimde onlarca ve belki ‘atmış dört yaşında olduğum için’ yüzlerce başarı ve başarısızlığım oldu. Olmasını çok isteyip olmayan çok şey oldu.
    Ama dönüp “keşke şöyle olsaydı şöyle olurdu” demedim.
    “Keşkelerle” yaşamanın anlamsızlığını peşinen kabul ettiğim için; ne yaşadıysam sonuçları neyse kabullendim. Tabi yanlışlardan dersler de çıkardım. Ama hiç pişmanlık yaşamadım. Çünkü geçmişte ne yaşamışsam o günün koşullarında o bilgi ve görgümle onlar zaten yaşanacaktı.
    Onlara yıllar sonra buradan farklı koşul, bilgi ve görgüyle bakıp “keşke” demenin bana bir yararı yok. Aksine keşkelere takılı kalmam huzurumu kaçırır…
    İnsan ‘bana göre’ ne olduysa onu geride bırakıp kendiyle barışık yaşamayı seçmeli.
    Sürekli keşkeler, iç çekmeler ancak insanın yaşamdan zevk almasını engeller. Onun içini karartır. Yani ben öyle düşünüyorum.
    Bana göre insanın mutlu olması ancak yaşamındaki olumsuzlukları unutmasıyla olanaklıdır. Sürekli geçmişiyle yaşayan insanlar mutlu bir gelecek için umut besleyemez, yaşama heyecanını kaybeder.
    Ancak her şeye rağmen insan ‘farkındaysa’ pişman olacağı şeyleri de yapmamalı. Pişmanlık duymamak için çaba göstermeli.
    Çünkü 'Müslüm babanın’ söylediği gibi “son pişmanlık fayda vermiyor”
    Tıpkı benim ve dayımın heyecan duyarak ‘olur’ dediği ikimizin de büyük zevk alacağı sohbeti ‘sağlık vb. mazeretlere sığınarak’ ertelemenin sonucunda onun vefatı üzerine ona ulaşmakta şartları zorlamamanın pişmanlığını yaşadığım gibi.
    Çünkü artık o sohbet hiç olmayacak…
    Gerçi hayal gücümü kullanıp ondan aldığım ‘kendisiyle ilgili’ bilgi kırıntılarından yararlanıp o sohbeti hayalimde yapıp yazabilirim. Ama işin tadı kaçtı.
    Şimdi o konuda tek umudum; yani hem ‘Gara Onbaşı’ hakkında hem de seyyar sinemacılıkları hakkında bilgilenebileceğim henüz hayatta olan diğer dayıma başvurmak…
    O da Almanya’da yaşıyor ve akciğerinden kanser varmış.
    Epey oldu onunla da telefonda konuşmuş ve vefat eden dayımla yapmayı düşündüğüm gibi onunla da aynı amaçlı sohbet etmek istediğimi söylemiştim. O da çok sevinmiş “önümüzdeki yaza çıkarsam mutlaka geleceğim.  O zaman anlatırım sana” demişti.
    Onun yaşı bana daha yakın olduğu için ilişkimiz daha rahat oluyor. Ve onun yaza buraya gelmesini bekliyordum. Çünkü doktorları tedaviye olumlu cevap verdiğini söylemişlerdi.
    Ama şimdi 'yine keşke deyip pişmanlık duymamak için' yazı beklemeyeceğim…
    Kendine bir şekilde ulaşıp; sohbet şeklinde olmasa da istediğim bilgileri alacağım.
    Çünkü insanlar sonunda hep ölüyor.
    Önemli olan geride kalıcı bir şeyler bırakmak.
    Bana göre insanı en kalıcılaştıran bir şekilde öykülerde yaşaması, yaşatılmasıdır.
    Benim amacım da ortak kan bağımız olan dedemin etrafında kuracağım hikayede hepimizi bir şekilde yaşatmaya çalışmak ve bizden sonrakilere bir hatıra bırakmak.
    Deneme tutkum da bu amaçla gelişti. Yani çocuklarıma ve torunlarıma, daha sonrakilere “bunu babamız dedemiz yazmış. Öyküleri onun yaşam izlerini taşıyor” dedirtebilmek ve eğer aydınlanmış bir toplumun üyeleri olabilirlerse; yani kitap sevgisi yükselmiş bir toplumun üyeleri olabilirlerse ‘belki kendilerinin kitap haline getireceği’ bu çalışmalarımı etrafına gösterip “bakın bunları falan dedemiz yazmış” diye övünürler.
    Ben hep o anın hayalinin heyecanıyla yazmaya çalışıyorum.
    Dayımın vefatını öğrendikten sonra beynime bu düşünceler üşüşünce yazıp bloga göndermeyi düşündüm.
    Blog uygun görüp yayına korsa umarım yazdıklarım beğenerek okunur.
    O okurun keyfi karışamam. Ancak yazımı buraya kadar okuyanlara bir önerim; ilerde pişmanlık duyacakları hiçbir şeyi ertelemesinler. Ayrıca keşkelerden ve ön yargılardan arınıp kendileriyle barışık yaşamayı seçsinler. Ancak bu şekilde hem kendilerine hem de çevrelerine dirlik verirler.
    Yoksa keşkelerle ön yargıları harmanlayıp yaşamayı seçerlerse; emin olsunlar ‘ne kendileri ne de çevreleri dirlik yüzü görmez’.
    Yazımı okuyan herkese keşkesiz ve ön yargısız barış ve huzur içinde dirlikli günlerde yaşamalar dilerim.

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..