- Kategori
- Ben Bildiriyorum
Son/suz
Bazen bir kitap açar insan, başlar ama başta kalır sadece…
Zamanı gelmemiştir asıl onu okumaya, okusa da pek bir anlamı olmayacaktır aslında
Ama o kitap arar bulur onu, hazır olduğunda; ve bir solukta biter oracıkta
Okuduklarından hem heyecanlanır hem korkarsın
Hem hiçbir şey olursun, hem her şey..
Anlarsın her kitap bir hayattır aslında, her hayatta bir kitap…
Bazen yıllar akıp geçer anlamazsın, bazen saniyeler/sözler/yazılar değerlenir koca bir hayat anlamlanmaya başlar..
Boşa geçirdim sanırsın her şeyi, oysa ki yaşaman gereken bir hikayedir baştan sona
Her şey yerli yerinde ve zamanında, hiçbir şey tesadüf değilmiş anlarsın işte o zaman
Zaten tesadüf diye bir şeye de inanmazsın…
Sırların var zannedersin, güneşin karşısında çıplak olduğunu fark edinceye kadar
Hoş fark etmişsindir zaten de yaşanmamışlıklar vardır hikayende
Kendinden kaçışın da bundandır, en çok kendinden korkman da
Sır zannedersin her şeyi, aslında sır diye bir şey yoktur
ya da belki her şey bir sır..
“Kimine kafi gelir bu ten sureti
Böyle doğar, böyle sırlanır
Kimine dar gelir bu ten sureti
Hep arar savrulur”
Sen çözmeye çalıştıkça dolanır her şey, bırakamazsın akışına hayatı
Oysa su gürül gürül akar karşı koyman imkansızdır
Su seni çağırır, sen korkarsın girmeye, beklersin kıyıda, seyredersin sadece
Korkarsın dibini görmediğin kuyulara girmeye, bilirsin de arşa değemeyeceğine
An gelir anlarsın sonsuzdadır her ikisi de
“Sular yükseliyordu, pirinç çeşme öfkeliydi
Sular alçalıyordu, mermer çukur inatçıydı”
Bazen teslim olmak istersin nefsine, bazen de kaçmak delicesine
Oysa bilmektir/bildirmektir seni rahatlatacak olan, bilmezsin/yapamazsın
Derviş Baba’nın sözü gelir aklına;
“Biz nefsimizi silmekten değil, bilmekten yanayız..”
Yaşamaksa hayatı herkes gibi, kolaydır aslında bu senin için
Zaten sahne, roller belirlenmiş kostümler de hazırlanmıştır
Hem de iyilerdendir senin için biçilen rol, beğenirsin de kabullenemezsin
Hep hak etmediğini düşünürsün, hak etmediğin şeyleri istemezsin
Ama az biraz okuyunca senaryoyu, görürünsün ki acı çekmek de var kabullenirsin
Hak ettiğin budur senin..
Hoş ve mucizevi bir giriş yapılır, sonra da senaryo bir bir gerçekleşmeye başlar..
Bu sahnede rolün acı çekmektir, sen rol olduğunu bilirsin ama seyirciler gerçek sanır.
“Her kim sana acımak ister, sen onu ellerinle boğmak istersin
En ziyade acınmaktır, seni bizar eden”
Acı çekmek değil de seyircilerin bakışları seni deli eder ve kabul ettiğin rolleri sorgularsın o zaman.. insanlar hem kınayarak, hem saygı
duyarak; hem de merakla yaklaşır. Acı ilgi çeker, acı başkasının olunca; sarmaya çalışmak isterler uzaktan uzağa. Yarana el basacak, kanamayı durdurana kadar bekleyecek ve sana sen olacak biri çıkmaz aralarında. Sargı bezleri, yara bantları aramaya çalışırlar, bulurlar da belki ama bilirler bunların yaraları iyileştirmeyeceğini..Acıyı sarmaya çalışmak kendi üstünlüğün kabul ettirmeye çalışmaktır aslında. Bazen buna sevgi bile diyen çıkar seyirciler arasında. Bilirsin de bunları dokundurmak istemezsin yarana/yaralarına.
Zaten korkun acıların değildir, Sen; “olduğundan daha hakir görülmekten değil daha büyük görünmekten korkmuşsundur” Zaafın da budur aslında. Ama sen alttan aldıkça görürsün büyüklük taslayanları.. İşte o zaman ayırt edebilirsin doğru ile yanlışı, iyi ile kötüyü..
“Öyle ise neden korkuyorum sizden?
Niçin çekiniyorum yavuz dilinizden?
Benden ayrı değilsiniz
Hepiniz vücudum şehrindesiniz”
Acı bir roldür senin hayat oyununda doğrularını bulmada, doğruların başkaları için yanlış olsa da.. Görünce yaşanılanları/yaşanabilecekleri
haykırırcasına susarsın..
“Sessizliğin ve yalnızlığın kudretini de bilirsin
Dost meclislerinin ve muhabbetinin kıymetini de
Kalabalıklar içinde yalnız kalmayı da bilirsin
Yalnız kaldığında kalabalık olmayı da”
“bülbüle gülzar, tutiye şeker, sarrafa gevher ne ise dervişe de muhabbet odur”
Oysa ki aradığın bir bağdır yalnızca, muhabbet bağı; bilirsin muhabbetin kıymetini ama bulamazsın muhabbetti muhabbet yapacak dost
meclisi.. kimi söylediklerin yankılanır sağır sultanlar duyar, kimi söylediklerin ayıplanır yerin yedi kat dibinden alkışlanır, kimi
söylediklerin anlaşılmaz bakışlar donuklaşır, kimi söylediklerin anlaşılır insanlar senden uzaklaşır.. ve susmak belki de en iyi
çözümdür, ne de olsa sustuğunda bile seni duyan olduğunu bildikten sonra.. zaten muhabbet de yalnızca konuşmak değildir bilirsin.. gönüle
girmeyen/giremeyen muhabbet boş lakırdıdan ibarettir, artık öğrenmişsindir, gereği de yoktur. Muhabbeti muhabbet edecek bir kişi
bile çoktur senin için amma yoktur işte yoktur, sana ayna olacak kişi yoktur.. sevdiğin sevenin çok olsa da aradığın aynandır senin şu
hayatta.. …
Sonra Süreyya Efendi gibi dersin ki
“İster öldür, ister al
Kurtar beni pür-yareden
İşte gönlüm, işte sen
Ben çıktım artık aradan”
Çıkar gidersin baş başa kalırsın kendinle/kaderinle…
Aralamaya çalışırsın sırlar perdesini kendince
Sırlar perdesinin arkasından ise her zaman çıkan
“AŞK” ‘tır sadece…
“Kiminin imanı korkudur
Kiminin imanı safi aşktır
Her kim ki aşk için, aşkla yaşar
Aşkı arar, aşkla yanar
İşbu vücud şehrinin
Kapısını aralar”
Dönüp dolaşırsın olduğun yerde, pişman olursun bu haline
Oysa senin ne haddine pişmanlık, alem dönüyor senden kime ne? !
Her mevsim değişir tabiat, sen değişmez mi sanırsın
Ama anlarsın ki başladığın yerdedir aradığın gerçek..
Gerçeği bilmek için ise bedel ödemek gerek…
Heyecanla okuduğun kitapta, hep sonu merak edersin..bir an önce sona ulaşmak için çaba sarf edersin.. düşünürsün ki bir şifredir belki senin
için ama aradığını bulamazsın.. anlamazsın…çünkü sona ulaştığın anda kitabının yazarı senaryoyu değişmiştir artık.. senin için yazılan yeni
senaryo sen sona ulaşana kadar vizyona girmiştir zaten..
çekildim bir köşeye/sessiz sedasız/baktım olan bitene/seni
gördüm kaderimde/ebrunun halkalarını saydım/tastamam dört
etti/halkalardaki kıvrımları hesapladım/tastamam senin ismin
etti/isminin yanına beni de kazı dedim/boyalar isyan etti.
——————————-SON/SUZ.———————————————–
NOT: Koyu renkli yazılar ELİF ŞAFAK-PİNHAN kitabından alıntıdır..