Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '08

 
Kategori
Güncel
 

Sönmesin deniz fenerleri

Sönmesin deniz fenerleri
 

Beyaz örtüsüne bürünmüş şehir. Gece beraberinde getirmiş buz tutan havayı. Kadın yorganın altında yetimlerine sarılmış. Isınmaya çalışıyorlar birbirlerinin nefeslerinde. Gecekondusunun puslu penceresinden ötede yüksek binaların fabrika gibi çıkan dumanları seyrediyor bir ara kadın. “Komşusu açken tok yatanlar” geliyor aklına. Çaresizliğini sonsuz rahmet sahibine aktarıyor.” “Duy beni” diyor, elleri titriyor. Dudakları hareket etmiyor. Ölmekten değil yetimlerini yalnız soğukta bırakmaktan korkuyor. Odanın ortasındaki soba korkuluk gibi gölge olmaktan başka işe yaramıyor.

Öteler duyarsız kalmıyor bu çağrıya. Buz tutan gönüllerin içersinde hala sıcak akan ırmaklar var. Gidin çalın bu yetimin kapsını diyor. Kapısı çalınıyor gecenin bir vakti gecekondunun. Yatağından son bir hamle ile çıkıyor kadın, çocuklarının üzerini örterek. Kapıyı açıyor. Kapıda belirsiz yüzler. Sırtladıkları çuvalları içeri taşıyorlar kadın kimsiniz demeden. Kadın çuvallardan birisini açıyor. Kara kömür. Kapkara kömür gözlerinin önünde. Çölde su bulmuş mecnun gibi kömürü eline alıp dudaklarına götürüyor. “Şükür diyor rabbim şükür” ve kapkara kömürü öpüyor, öpüyor…

Bir yardım kuruluşunda gönüllü çalışan bir dostun hatırası bu. Bu ülkede binlerce insandan biri o kadın. Onun gibileri şehirlerin arka sokaklarına monte edilmiş gecekondularda hayata tutunmaya çalışıyorlar.

Ve bir nüfus sayımında yaşadığım küçük bir hatırayı aktarayım. Kalkınmışlıkta ülkenin ileri gelen şehirlerinden birinde, şehrin en ücra köşesinde elime almışım defteri sayıyorum kelle hesabı insanları.

Şehrin en sonunda bir evdekileri de kaydettim Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasına tam işim bitti demiştim ki alt katta birileri daha var dediler.

3–4 metre karelik ilerde dükkân olarak kullanılmak için yapılmış bir küçük oda. İçerde bir kadın. İki okul yaşında çocuk. Biri hasta. Doktora gitmemiş parasızlıktan. Okula gitmemişler. Komşulardan gelenlerle yaşıyorlar. Babaları başka bir şehre gitmiş. Kaç ay olmuş para pul göndermemiş.

Bu küçük odanın sahibi hayrına vermiş bu insanlara bu odayı. Belki diyebilirsiniz bunlardan bizim bildiğimiz çok hikâye var. Vardır ama hikâyenin en acı kısmı ne biliyor musunuz? Bu küçük odada yaşayan insanlar tuvalet ihtiyaçlarını üst komşularının evine giderek karşılıyorlar.

Bugün ramazan, yardımlaşmanın en güzel günleri. Zekâtın, sadakanın, fitrenin, gıda paketlerinin elden ele dolaştığı günler. Vermenin ve almanın, sevmenin ve sevilmenin ayı.

Aç kalınca açın halinden anlamanın, diğerinin yerine kendini koymanın günleri.

Diğerinin yerine kendisini koyanlar, sıcak yataklarını bırakıp kapı kapı dolaşıyor, nerede bir garip, nerede unutulmuş, insan varsa kapısını çalıyorlar. Bazen derdine merhem oluyorlar dertlilerin bazen gönül alıyorlar.

Sokaklara aş evi kurmuşlar. Olan veriyor, olmayan bu aş evinden tabağını dolduruyor.

Ve bu ülke ve bu ülkenin insanları tok yatarken etrafındaki açları kolluyor. Bunun için bireysel çabaların yetmediğini bildikleri için dernekler kurmuşlar. Havuzda toplayıp havuzdan dağıtıyorlar.

Karnı doyan insanlar sokağa çıkıp zengin düşmanlığı yapmıyor. Verilen nimete nankörlük edip zenginin evini, fabrikasını, işyerini yağmalamıyor. Veren asıl malın sahibini bildiği için veriyor. Gönülden gönle köprüler kuruluyor. Yardım damlaları, sevgi denizlerine dönüşüyor. Ve biliyor ki bu huzuru sevmeyenler, bu sevgi denizi büyüdükçe bu ülkenin yıkılması zor. Bu ülkenin kalkınmasını durdurmak zor.

Tam denizin rahmet denizi ile kucaklaştığı bu ayda birileri denizi bulandırmaya çalışıyor. İktidar hırsları ile gül bahçesine giren fil gibi bu sevgi denizine dalıyorlar. İki günlük saltanatları adına farkında değiller neleri engellediklerinin. Hangi çamları devirdiklerinin.

Şimdilerde bir “Deniz Feneri davası ” üzerinde bu ülkenin kardeşlik köprüleri bir bir yıkılıyor. Umurunda mıdır bilmem rakı mezesi ile en az on fakirin duyabileceği gazetenin yayın yönetmeni manşetlerini atarken bu durumun.

Farkında mıdır bilmem medyanın yarısını elinde bulunduran medya patronun halkı sermaye düşmanlığının yönlendirdiğinin.

Halkçı takılıp “ iki çuval kömüre oylarını satıyorlar” diye aşağıladıkları halkın kapsına kömür karası olmuş yüzlerle nasıl çıkacaklar.

Eğer birileri umudun deniz fenerini söndürmek için içini boşaltmışlarsa en ağır cezaya çarptırılmalı. Ama cezaya çarptırılanlar kömür gözlü dudakları kömür lekesi insanlar oluyor.

Ve yakındır karın şehirlerin üzerine örtmesi. Öksüzlerin, yetimlerin, dulların, yaşlıların, öğrencilerin gözleri kapılarda olacak. Onları hayatın bir yerinden tutunmaya çağıran ellerde olacak.

Yardımın, paylaşmanın önüne manşetler atanlar, öfkelerinin emrine girenler, iktidar hırslarını ve istikballerini garibin ekmeğine, kömürüne endeksleyenler kışın üşümezler belki, açta kalmazlar.

Ama toz duman dağıldığında ortalık durulduğunda. Hangi denizin hangi feneri söndürdüğü gün yüzüne çıktığında, arkalarında bıraktıkları gözyaşlarının hesabını vicdanlarına verebilirler mi?

İçimizden başlayarak ayıklayalım ayrık otlarını. Atalım gül bahçesinden. Yıkmayalım gönülden gönle uzanan köprüleri. Söndürmeyelim deniz fenerlerini.

NOT: BU YAZI MİLLİYET BLOGTA YAYINLANMIŞSA BİLİRİMKİ HALA İNSAF BU TOPRAKLARDA VAR.

www.hasanmahir.com

 
Toplam blog
: 65
: 3295
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Çeşitli dergi ve gazetelerde, gezi, deneme, öykü, şiir yazan bir yazar. ..