Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '13

 
Kategori
Anılar
 

Sorulmasından korkulan sakıncalı sorular

İMZA

yaklaşık

iki bin beş yüz yıl önce

“bildiğim bir şey var

o da

hiçbir şey bilmediğimdir”

demiş bir bilge.

yıl iki bin on iki

aylardan nisan

günlerden perşembe

aynı sözün altına

imzamı attım ben de.

( H. E. )      

“Türkiye’de Köy Enstitüleri” adlı büyük boy yaklaşık 400 sayfalık eserin yazarı Amerikalı Bayan Fay Kirby ile 1965’te nasıl tanıştığımı anlatmıştım size, geçen hafta.

Bir akademisyendi ama sıradan bir akademisyen değildi O. İnandığı, savunduğu bir davası, bir iddiası vardı.

Yüksek öğrenimini bitirdikten sonra, ülkemize gelip üç yıl çalışarak Türkçe öğrenmesi, kısa bir süre ülkesine gittikten  sonra tekrar dönüp gelerek üç yıl boyunca Cılavuz’dan Kepirtepe’ye, Beşikdüzü’nden Çifteler’e,İvriz’e,Savaştepe’ye, Kızılçullu’ya kadar Köy Enstitülerini tek tek dolaşıp kurucu müdürleri, öğretmenleri, öğrencileri ve köylerde öğretmen olarak çalışan mezunları ile görüşüp, Türk eğitim tarihini A’dan Z’ye inceledikten sonra böyle bir eser hazırlamak her babayiğidin harcı değil!

Nitekim ben, böyle bir esere rastlamadım; bugüne kadar.

1960’lı yılların, özellikle ilk yarısında, milliyetçi Rum çeteleri, Kıbrıs’ta Türk köylerini basar; kadın-erkek, çoluk çocuk demeden önlerine çıkan herkesi öldürürlerdi.

Yaklaşık 400 bin Rum karşısında, yaklaşık 100 bin Türk’ün imkânları kısıtlıydı elbette. O sırada yanılmıyorsam, Kanada’da yaşayan Bayan Kirby, bu tür haberleri duydukça, kendini Kıbrıslı bir Türk’ün yerine koyarak üzülür.

Ancak, uygar bir insan, böyle durumlarda yalnızca üzülmekle kalmaz: “Haksızlığa uğrayan, ezilen, zulüm gören insanlara ben nasıl yardımcı olabilirim?” diye düşünür.

Zayıfın yanından yer alır; güçlünün karşısında…

Haklının yanında, haksızın karşısında…

Mümkünse maddî olarak, değilse mânen…

Ya parayla, malla, mülkle; ya sözle, yazıyla, eylemle…

Dahası,  mümkünse, hepsiyle…

Aydın ve uygar bir insandı; Bayan Kirby. Öyleyse zayıfın, mazlumun, haklının yanında yer alacaktı. İyi de o Amerika’daydı; (ABD ya da Kanada) Kıbrıs’sa, dünyanın öte ucunda…

Zayıfın yanında yer almaması için, çok önemli bir mazereti vardı yani!

Sonra efendim; Kıbrıslı Türkler O’nun nesi olurdu ki?

Ne kan bağı, ne tarih, ne kültür bağı vardı.

Azeri, Özbek, Türkmen, Kazak Türkleri’nden de değildi o. Yunanistan, Bulgaristan, Arnavutluk veYugoslavya’da kalan Osmanlılar’dan da…

Ancak,“Bana ne Kıbrıslılar’dan! Anam değil, bacım değil; dış kapının mandalı…” diyeceğine, “Bana düşen bir görev olmalı burada. Ben ne yapabilirim?” diye sormuş kendine.

Ve kolları sıvayıp bir “Yardım Kampanyası” açmış. Kim, ne verebildiyse… Para veren de olmuş; kitap, kalem, defter veren de… İlaç veren de olmuş; ayakkabı, gömlek, ceket, manto veren de… Bunları toplayıp göndermiş; TC Dışişleri Bakanlığı’na…

Günler, haftalar, aylar geçmiş; hiçbir haber gelmemiş.

Telefon etmiş, mektup yazmış, yine cevap yok…

“Siz benim kim olduğumu bilmiyorsunuz herhalde. Ben, Kıbrıslı mazlum Türkler için topladığım bu yardımı kimselere yedirmem.” deyip gelmiş Türkiye’ye.

Günlerce, Dişleri Bakanlığında müsteşarından en küçük memuruna kadar dolaşmış durmuş.  Hayret!.. Kimsenin haberi yokmuş; böyle bir yardımdan.

“-Onlar, benim bu işin peşini bırakacağımı sanıyorlar ama aldanıyorlar. Biraz zaman, biraz enerji ve biraz para harcayacağım ama sonunda çıkaracağım gerçeği ortaya. İstanbul gümrüğüne uğradım. Gümrükten geçtiğini gösteren belgeler var elimde. Bu belgeler bende olduktan sonra, bu yardımı zimmetine geçirmek isteyen hiçbir namussuza zırnık koklatmam!” derken, bir görmeliydiniz siz, Bayan Kirby’yi.

Öğle yemeği sonrası, dersime davet ettim.

“-Memnuniyetle gelirim; gelirim Erkan Bey de, bunun zararı dokunur size.”dedi.

“-Ne zararı dokunabilirmiş ki bana?”deyip şaşkın şaşkın bakınca yüzüne:

“-Öyle demeyin. Bu iktidar ve Milli Eğitim Bakanlığında köşe başlarını ele geçirmiş zevat, yüzüme karşı güler ama beni hiç sevmez. Ciğerlerini bilirim, ben onların! Bu okulda da vardır, onların müsveddeleri. Dersine girdiğimi duyar duymaz; uçururular haberi hemen, ağababalarına. Sonra hiç yoktan müfettiş gönderirler. Rahatsız ederler, üzerler sizi. Sebep olmak istemem buna.” dediyse de ısrar ettim.

“-Pekiyi, sizin dediğin olsun; suç benden gitti.” deyip bir Türkçe dersime geldi.

Öğretmen okulu 2. sınıf öğrencileri… 12-13 yaşlarındalar henüz.

İbrahim Kaypakkaya, Ömer Karabulut, Ali Kurt, Murat Ali Kiremitçi, Suat Okay, Bülent Okay, Deniz Esen, Aybars Aksu, Necdet Aybastı gibi öğrencilerin bulunduğu 4. ve 5. sınıflardan biri olsaydı; ne güzel olurdu da!..

Ne yapalım ki, öylesi olabildi ancak.

Yine de ne güzel sorular sorup nasıl da ilgiyle dinlemişti öğrenciler.

Hele hele teneffüse çıkınca, peşimizi bırakmayıp “Körbi Teyze, Körbi Teyze” diyerek soru sormaya devam eden öğrencileri nasıl da sevip takdir etmişti!

Ne yazık ki, o günden sonra, bir daha görüşmek kısmet olmadı; Bayan Kirby ile

O zamanlar, hiç aklıma gelmemişti de şimdi düşünebiliyorum ancak:

Bir yıl sonra, üç müfettiş gönderip hakkımda soruşturma yaptıran Millî Eğitim Bakanlığı, 16 saçma sapan soru içinde:

“Bir yıl önce, okula gelen Bayan Kirby’yi niçin dersine davet ettin?  Niçin elin solcu gâvuruna öğrencileri zehirleme ortamı sağladın?”sorusu olmadığı gibi:

 “1966 Temmuz’unda yapılan ‘Öğretmen Okulları Müfredatı Programını Geliştirme Semineri’nde, okullara niçin Kürtçe dersi konmasını teklifini ettin?”diye bir soru da yoktu.

İlginç değil mi?

Hüseyin Erkan

Dilem Yayınevi Genel Yönetmeni

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..