Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ekim '12

 
Kategori
Sosyoloji
 

Sosyal şizofreni hastalığındaki ülkem

Sosyal şizofreni hastalığındaki ülkem
 

Sosyal Şizofreni


Sosyal şizofreni, kısaca toplu halde bir takım şeylerden korkma, paranoya yapma, ortada olmayan durumdan vaziyet çıkarma halidir.

Korku ve endişe içinde kıvranın insanlar “sosyal şizofreni” hastalığına tutulmaktadır: “Sosyal şizofreni”yi anlamak için, önce şizofreni hastalığının açıklanması gerekir. Halk arasında delilik olarak bilinen bir akıl hastalığıdır. Çok çeşitli tipleri olan bu hastalığın en önemli özelliği, hastaların realiteyi test etme yetilerinin bozularak gerçeklerle olan bağlantılarının kopmasıdır. Şizofren bir hasta güneşin kendisi için doğduğunu, yağmurun o üzüldüğü için yağdığını düşünür.

Sekonder narsizm de denilen bu hastalıkta otistik bir yaşam vardır. Paranoid şizofrenler kötülük göreceği korkusu içindedirler. Tehdit algıları çok gelişmiştir. Yolda giden biri baksa, kötü gözle baktığını ve ona zarar vereceğini düşünür.

Sosyal şizofreni hastalığının ortaya çıkışında belirleyici unsur olduğu ileri sürülen korku ve endişe, her insanın kalbinde bulunan iki duygudur. İnsanoğlu bu duygularına karşı, değişik tepkiler ve tavırlar geliştirebilir.

Birincisi: Korkularına ve endişelerine teslim olmaz. İçinde bulunduğu halin sebeplerini araştırır ve bu korkularının aklını perdelemesine izin vermez. Çevresinde bulunan uzman insanlara danışarak, problemini çözmeye çaba sarf eder.

İkincisi: Korkularının ve endişelerinin esiri haline gelebilir. Bu durumda her şeyi olduğundan daha değişik, daha dehşet verici olarak görmesi ve ihtiraslarının esiri olan kimselerin, diğer insanları potansiyel tehlike olarak görmeleri mümkündür. Belirli bir süre sonra, obsesyon (vehim) virüsünün tetiklediği hastalıklara, öncelikle “sosyal şizofreni” hastalığına tutulurlar.

İnsan beyninde ortak bir ideal oluşturulmazsa beynin bir bölgesi farklı, diğer bir bölgesi farklı çalışır ve şizofreni ortaya çıkar.  Şizofreni beyindeki hücre faaliyetleriyle ilgili bir durumdur. Beynin karar mekanizması, enerji programlaması bozulur. Beynin önem ve önceliklerini belirlemesi, hayal ile gerçek arasındaki sınırları fark etmesi, doğru ve yanlış diye oluşturduğu standartların bozulması durumunda şizofreni ortaya çıkar. Bu kişilerde sosyal uyumsuzluk olduğu için üretemezler, sosyalleşemezler, evlenemezler, çocuk sahibi olamazlar, para kazanamazlar. Bir kimse bunlara sahip çıkmazsa bir kenarda ölüp kalırlar. Yiyip içerler, cinselliği de eşleşme olarak görürler. Çocuğu olsa bile onunla ilgili davranışı sağlıklı olmaz. Şizofrenlerin hayatı hastalıklı bir durumdur. Bu tür hastaların sayısı sınırlı kalmadığı takdirde bunların sayısı artar ve bir iki nesil sonra insanlık biter. Bu nedenle şizofreni hastalıklı bir durum olup, tedavi edilmesi gerekir. Beyindeki çalışmalar anlaşıldıkça, algılamalar düzeltildikçe, bu hastalık da tedavi edilebilir.

Bu hastalıkların toplumsal bazdaki yansımasına baktığımız zaman, bir toplum gelen bilgileri amaca yönelik kullanabildiğinde sağlıklı sosyal hayatı olur. İdealleri olmayan bir toplum, amacı olmayan insana benzer. Bir toplumu toplum yapan onun özgeçmişi (tarihi), şu andaki kimliği ve idealleridir. Bu üç konuda fikir birliği varsa, o toplum kendi kimliğini oluşturur. Toplumun ülkü denilen ortak idealleri ve hedefleri olması gerekir. Bir toplumun ortak idealleri yok edildiğinde, farklı insan gruplarından oluşan toplumda çatışma olacağı için o toplum dağılır. İnsan beyninde ortak bir ideal oluşturulmazsa beynin bir bölgesi farklı, diğer bir bölgesi farklı çalışır ve şizofreni ortaya çıkar.Toplumun da bir kısmı farklı, diğer kısmı farklı hedefler peşindeyse o toplumda huzur bozulur ve sosyal şizofreni denilen durum yaşanır.”

İnsanoğlunun yaşamasını sağlayacak, yaşamına anlam katacak bir amacının olması gerekir. İnsanın yaşam amacında da hedef piramidi yer alır. Hedef piramidinin en tepesinde kişinin soyut hedefleri vardır. Daha sonra iş sahibi, ev sahibi olmak gibi somut hedefler yer alır. Şizofreni hastasında amaç kaybolur ve hedef piramidi bozulur. Rotası belli olmayan bir gemi limandan çıktıktan sonra gideceği yer belli olmadığı için dolanır durur, sonunda bir yere çarpar kalır. Şizofren hastalarının kendisi ve toplum aynı rotası olmayan gemi gibi yaşam amacını kaybeder.

Birleşmiş Milletler Teşkilatı’nın bünyesinde faaliyet gösteren “Dünya Sağlık Örgütü” tarafından hazırlanan değerlendirme raporunda; Türkiye’de her dört kişiden birinin ruh sağlığı açısından tedaviye muhtaç olduğu, her yıl binlerce kişinin “sosyal şizofreni” hastalığına tutulduğu belirtilmektedir. Ayrıca; bütün dünyada sosyal şizofreni ve depresyon gibi ruhi hastalıkların hızla yayıldığını gözlemlenmektedir.

Tüzel kişiliği olduğu farz edilen devlet ve o devleti meydana getiren gruplar için de durum farklı değildir. Onların da zaman içerisinde ortaya çıkan korkuları ve endişeleri vardır. Bazıları korkularının ve endişelerinin kaynağını, soğukkanlı bir şekilde tespit edebilirler. Problemlerini tartışma cesaretini gösterebilen ve ne yapılması gerektiğine karar verebilen gruplar, korkularını yenebilirler. Bazıları ise, korkularını ve endişelerini itiraf edebilme cesaretini bile gösteremezler. Her yeni teklif karşısında paniğe kapılırlar. Şüphelere ve çirkin fiillere dayanan zalim politika manevralarını, keyfiyeti meçhul “Demokrasi” kavramını kullanarak piyasaya sürmeyi marifet zannederler. ABD’nin eski Ulusal Güvenlik Danışmanlarından Z. Brezezinski, “Kontrolden Çıkmış Dünya” isimli eserinin girişinde, şu tespitte bulunmaktadır: “Totaliter siyasi hareketlerin egemen olduğu 20’nci yüzyıl politikaları, örgütlü delilikten başka bir şey değildir. Tarihin hiçbir döneminde; dünyayı cennet haline getirmek iddiasına dayanan ütopyalar uğruna, 175 milyon insan öldürülmemiştir. Bundan iki yüz yıl önce; Fransız devrimi ile dünyaya yayılan, rasyonel ve idealist düşünceler, hedefinden saptırılmış ve katliam vasıtası haline getirilmiştir.”

Sosyal Şizofreni Yaratan Unsurlar:

1- Satanizm ve Anarşizm İdeolojileri; Satanizm ve Anarşizm gibi “orman kanunlarına” göre şekillenen ideolojiler; sadece Kapitalizm, liberalizm ve sosyalizm gibi iktisadi tercihleri etkisine almakla kalmamış, bütün kutsanmış rasyonalist, pozitivist ve idealist düşüncelere de yeni bir boyut kazandırmıştır.

Örgütlü deliliğin (siyasi şizofreninin) ortaya çıkmasında bu iki ideolojinin (satanizm ve anarşizm) belirleyici rol oynadığını söylemek mümkündür.

2- Kimlik Krizi ; ABD’nin siyasi emellerine hizmet eden Samuel Huntington’un, soğuk savaş döneminden sonra (1993) kaleme aldığı “Medeniyetler Çatışması” tezi, obsesyon (vehim) ve sosyal şizofreni hastalığını içinde barındıran bu siyasi tezinde Türkiye’nin içinde bulunduğu hali tahlil etmiş ve şu tespitlerde bulunmuştur: “Türkiye, medeniyet tercihi açısından en derin biçimde bölünmüş bir ülkedir. Diğer bir kısım ülkeler, vasat seviyede kültürel bir türdeşliğe sahiptirler fakat toplumları hangi medeniyete mensup oldukları konusunda bölünmüşlerdir. Bunlar kimlik krizine tutulmuş olan ülkelerdir.”

1200 yılından beri İslam dünyasında düşüncede, bilimde, teknolojide yeni atılım yapılamaması ile ilerleme kalkınma olamayacağını anlaşılınca batıyı taklide yöneldiler. Liderleri, ülkelerini batının kopyası gibi yapmayı arzu ettiler. Fakat Ülkelerinin tarihi, kültürü ve gelenekleri batılı değildi. Bu tür bir bölünmenin en açık ve prototipik örneğini Türkiye teşkil etmektedir. Türkiye’nin yirminci asrın sonlarındaki liderleri, Atatürk geleneğini takip etmekte ve Türkiye’yi modern, seküler, Batılı bir ulus devlet olarak tanımlamaktadırlar.

NATO’da ve Körfez Savaşı esnasında Türkiye’yi Batı ile ittifaka sokmuşlardır. AB’ye üyelik için müracaat ettikleri de malûmdur. Mamafih, Türk toplumundaki (bazı) unsurlar, aynı zamanda İslâmî bir silkinişi desteklemiş ve Türkiye’nin esas itibarıyla Müslüman bir Ortadoğu ülkesi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Ancak Türkiye’nin seçkinleri (yönetici elit zümre) Türkiye’yi Batılı bir toplum olarak tanımlarken Batı’nın seçkinleri Türkiye’nin öyle olduğunu kabule yanaşmamaktadırlar.  Bu noktada bir inceliğe daha işaret etmekte fayda vardır. Türkiye’de modernizmin getirdiği kültür değerlerine ve kişilik krizine tutulan devlet adamları; batılı filozofların felsefelerine iman etmişlerdir.

3-Yönetimin hastalık oluşumuna etkisi;Türkiye’de Kim ya da kimler neye karar verdi, kim ne düşünecek, neye karar verecek, ne yapacak belirsizdir. Aydınlar da, siyasetçiler de, gazeteciler de, akademisyenler de şaşkın, halk da şaşkın, Her gün çelişen haber, bilgi, açıklama bombardımanı altında bir ortam var. Kimliksiz, kişiliksiz taklitçilikle, yaşanan Türkiye dünyasında kaos yaşanmaktadır.

Biat edilen siyasetçiler, liderler, din önderleri, Müslümanların kafasının karışmasına olabildiğince neden olurken, samimi Müslümanlar suskundurlar.

Müslüman Müslüman’ı, Kuran ve peygamberin ilahi buyruklarına rağmen, arkadan hançerlemiş, bazı Müslümanlar, Hıristiyan batı’nın yanında yer alarak, Müslüman Osmanlı’yı, Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da yok etmeye yönelmişti. Osmanlı devletine karşı, İngiliz ve Fransızlarla hareket eden Müslüman halklar, batı’nın lütfettiği kadar bağımsızlıklarını alırken, despot yönetim yapılanmasına razı olmuşlardı.

Şimdi de Ülkemizde, ABD-İngiliz iltifatları altında hareket ediliyor. Bilimde, teknolojide 800 yıldır ilerleme gösteremeyen, şekle dayalı İslam’ı düşünen ve yaşayan Müslümanlar, İslam’ın ilahi emirlerini bir tarafa bırakıp, birbirlerini yok etme ve etkisizleştirme çabası içindeler.

Tevazü yerine servet, adalet yerine adaletsizlik, hak yerine haksızlık, herkese eşit davranma yerine yandaşı koruma kollama, kardeş yerine düşmanı dost ve kardeş kabul etme ile yönetim anlayışı; toplumu gerçek dışı hurafelere odaklanmaya, “Sosyal Şizofren”e yöneltmiştir.

Zenginlik içinde fakir yaşayan Türk halkı, batının gelişmesine, refahına gıpta ile bakarken, kendi yöneticilerinin zenginliğine bakarak hastalanmıştır. Kişilik çatışması böylece başlamış, devam etmektedir. Sosyal şizofren hastalığına kapılmış insan yığınları oluşmuş, İnsanlar çift kişilikli hale gelmiştir. Tahammül ve hoşgörü; devlet yönetiminin özü olmasına rağmen, dindar görünenler, siyasette, iş dünyasında, medyada, akademik dünyada, öne çıkmak için her türlü değerlerini tersyüz etmede sakınca görmemektedir.

Cemaatler’de, tarikatlar’da, siyasi partiler’de, vakıflar’da yuvalanan Müslüman kisveli meczuplar yüzünden, Müslümanlar, narkozsuz ameliyata alınan hastalara dönüşmüştür. Sonuç olarak, Badelenen şeyhler, biat edilen siyasi liderler, kökünü geçmişini inkar eden tipler, etkili ve yetkili hale gelmiş, Din öğrenilsin, bizim istediğimiz kadar ve istediğimiz şekilde öğrenilsin, bize biat edilsin, kontrol edebilelim denilmiştir.

Onlar ki; söz ve icraatlarıyla, tarihi gerçeklerle, medeniyet ve kültür kaynaklarımızla, çağdaş akılcılık, bilim teknoloji ile ilişkilerini tamamen kesmiş durumdalar. Kendileri dünyevileşmenin, zenginleşmenin, şöhretin tadını yaşarken, halk yığınlarına yapılan telkinlerle, hurafelere dayalı dini görüşlerle yapılan yönlendirme ile halkın genlerine kadar korku işletilmiş, bugün ise insanların yüzlerinde yaratılan bu korkuyu görmek mümkündür.

Bu nedenlerle; ülkemiz İnsanı; bir gece o kimlikle yatıp, sabah başka bir kimlikle kalkıyor, Dün söylediğini bugün tersini yapmak suretiyle değişiyor.  Değiştim dönüştüm, dün öyleydi ama bugün böyle demeye kalkışıyor, bir de Din’i, yetkiyi, makamı kullanmaya kalkışıyor, toplumda sosyal şizofreninin kalıtsal hale gelmesi sağlanıyor. iki kişilikli hale gelen İnsanlar, ne yapacaklarını, nerede olacaklarını bilemiyor.

Türkiye’de ve İslam dünyasında bunlar yaşanıyor.

Türkiye ve Türk İnsanı bir akıl tutulması yaşıyor. Sosyolog ve toplum mühendisi değilim Ama yine de aldığım eğitimle, kendimi eğitme becerimdeki cehaetimle, bir tanım (teşhis) yapmam gerekirse: Bu durum, halkın kollektif illüzyonudur, kitlelerin realiteden koparılmasıdır, sosyal dissoyatif sendromdur.

Açık, çıplak söylemeliyim, bunun adı: “SOSYAL ŞİZOFRENİ”DİR.

Geçmiş olsun acil şifalar dilerim.

Nizamettin BİBER

Uzman İnşaat Mühendisi 

 
Toplam blog
: 887
: 2743
Kayıt tarihi
: 06.06.12
 
 

Yeni dünya düzensizliğinde insan olmaya çalışan ve okuyarak ne kadar cahil olduğunu gören, olayla..