Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Eylül '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sosyal sorumluluk projem, "Ayçiçek kızçeler"

Sosyal sorumluluk projem, "Ayçiçek kızçeler"
 

Pazar sabahı gürültüden anlıyorum ki daha geniş bir eve geçen kapı komşumun evi nihayet kiralanmış ve birileri taşınıyor. Garip bir heyecanları var; sanki yetmişbeş metrekare eve iki aile taşınıyor şeklinde kalabalık ve sesliler.

Bir ara apartman görevlimizin haftasonları gazetemi koyduğu, kapımda asılı torbayı almak için kafamı dışarı uzatıyorum ve “günaydın, kolay gelsin” diyorum hafif bir tebessümle. Kalabalık, hep bir ağızdan apartmanda başka bir yüz gördüğüne sevininerek “günaydın” diye karşılık veriyor.

Bir beyefendi atlıyor öne ve o müthiş Trakya şivesi ile iki genç kız tanıştırıyor bana. Gülerek ama çekingen bakıyor kızlar. Üniversiteyi kazanmış, Lüleburgaz’dan İstanbul’a transfer olmuşlar. İçimden gerçek hayata hoş geldiniz, dışımdan hayırlısı olsun diyorum.

İki ailenin, çocukluktan beri beraber büyüyen kızları aynı üniversitede aynı bölümü kazanmış, şimdi de aynı evi paylaşacaklarmış okuyup da büyümek için. Artık bu koca şehr-i kazanda okuyup da mı büyürler, yaşayıp da mı onu deneyimleyip görecekler. Yurt çıkmadığı için ev tutmak zorunda kalmışlar ve yolları bizim oraya düşmüş, benim kapı ile de kesişmiş. İstanbul’da yalnız olmadıklarına seviniyor, ailelerinin kucaklarından direkt kopup ev idare etme cesaretlerini ise takdir ediyorum.


Baba gizliden “Aman size emanet bunlar” mesajı veriyor kapı önünde. “Merak etmeyin ben buradayım” diyorum. “Çekinmesinler lütfen elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırım. Güzel güzel geçinecekler artık, kavga dövüş istemem kapılarında biterim anında” diyorum gülerek. “Bir şeye ihtiyaçları olursa çalsınlar kapımı hemen sorsunlar, yanlış bir şey yapmasınlar” diye ekliyorum. Hah tam yerine düştük der gibi ailelerin bir oh çektiğini hissediyorum.

Ertesi akşam kapım çalıyor. Kızlar ve annelerden biri beni çaya davet ediyorlar soracaklarımız var size diyerek. Tüm iyi niyetimle enselerinde boza pişireceğimi ve gözümün üzerlerinde olacağını bilseler bu kadar hevesli çalarlar mıydı kapıyı bilemiyorum. “Olur” diyorum “dokuz buçuk gibi gelirim.”

Gitmeden önce kendi üniversite yıllarım geliyor aklıma. Huysuz olduğum için ne yurtta ne de başkası ile yaşayamam diye ilk sene İstanbul dışı tercih yapmadığım için sınavı kazanamamıştım. Bir sonraki sene başım göğe ermiş fakat babamın mesleğinden ötürü tayininin çıkması nedeni ile ailem mecburen İstanbul dışına çıkınca, ben de kendi evinde ama bir başına öğrencilik yılları yaşamıştım. Çok hevesli olmama rağmen hiç de kolay değildi yalnız yaşamak ya, belki de erken tecrübem sayesinde şimdi hayatın üstesinden kolay geliyorum.

Kızları karşımda görünce onlar için de bir süre zor olacağını ama önemli bir hayat tecrübesi kazanacaklarını, çıktıkları yolda yalnız olmadıkları içinse şanslı olduklarını düşündüm.

Belli ki bu arada da yıllar çabuk geçmiş. Artık ben çocuk emanet edilecek yaşa gelmişim, hatta orta yaşa doğru geçmişim.

Böyle olduğu bizzat kahve ikramlarından sonra daha iyi anlıyorum. Annelerden biri ( erken evlenmiş gerçi ya ) benden sadece bir yaş büyük. Kızların gözünde anne vekiliyim otomatikman. Heyecanla yalnız yaşamak hakkında ihtiyaç duyacakları kadar bilgi almaya çalışıyor, araya İstanbul’un ilk günden yaşattığı zorlukları sokuşturuyorlar.

Şuraya nasıl gideceğiz, şuradan şuraya otobüs var mı? Metrodan hangi durakta ineceğiz? Market nerede? Faturamızı nereye ödeyeceğiz? Akbil nereden alınıyor? İstanbul’un her yeri yokuşmuş yürü yürü bittik bugün. Zaten bir kadına adres sorduk tersledi bizi. Bu site hep böyle sessiz mi? Çocuk yok mu? Kablo Tv için nereye başvuracağız? Puff internet bağlantımız da yok diye bir süre sızlandılar.

Soru yağmuruna cevap bombardımanı ile karşılık verdim ve sonra “Dinleyin” dedim. “Öncelikle bu sitenin sessizliği iyidir, herkes çalışıyor, sessizlik bu şehrin ihtiyacı.” “Siz bu sene öncelikle İstanbul’u tanımak için uğraş gösterecek, eğlenceden uzak duracaksınız” dedim. “Onun bunun evine gitmek, Beyoğlu’nda geç saate kadar takılmak gibi şeyler yok” dedim. “İlk bir yıl gündüz müze gezin, etkinliklere katılın, sinemaya gidin, sahilde yürüyün, ama gece çıkmayın” dedim. “Şehri ve insanları tanıyınca gece gezersiniz”dedim. “Okulda, dışarıda insanlara karşı net mesafeniz olsun, sizi herkes istediği gruba, eğlenceye çekiştiremesin” dedim. “Ona buna yalnız oturuyoruz demeyin, annemin kuzeni ile aynı apartmanda oturuyoruz deyin” dedim. “Ailenize her gittiğiniz yeri söyleyin, adresiniz belli olsun” dedim. “Sürekli dışarıda yemek yemeyin, alın bir yemek kitabı hem eğlenin hem yemek yapmayı öğrenin” dedim. “Önce tadı dandirik, şekli çarpık bir köfte test edin, gülersiniz halinize eğlence çıkar” dedim. “Korkarsanız bu da telefonum hemen arayın” dedim. Kahvemi höpürdettim, daha da aklıma gelen ne varsa dedim de dedim. Gözlerini kocaman açarak dinlediler, hiç itiraz etmediler. ( Aferin! )

Eve dönünce kendime “vay be” dedim. “Büyümüşsün de okeye dönüyorsun sen” dedim. “İyi ki çocuğun yok, bitmiş gariban, nefes alamaz sayende ama yine de iyi anne olur senden, sahiplendin kerataraları iki dakikada” dedim. Şımartmadan kendimi takdir ettim.

2009-2010 sezonu sosyal sorumluluk projemde şimdi bu iki genç kızımıza yer veriyorum. Kardelen olmasalar da Trakya’nın Ayçiçeklerine vekaleten iyi bakmayı ümit ediyorum. Üniversiteden mezun olmalarına yardım etmenin yanı sıra olgunlaşma enstitümde pişerek, hayata daha kolay atılmalarını sağlamayı hedefliyorum.



 
Toplam blog
: 118
: 1607
Kayıt tarihi
: 15.01.07
 
 

Bir fikirden bir başka fikre, gerçeği bulana kadar bir halden başka bir hale geçip duruyorum. İncede..