Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '10

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sosyetik hacı

Akşam üzeri yemek hazırlarken kapının zili çaldı. Gelen yan komşumuz Hatice teyzeydi.

“Akşama Süleymanlara gidiyoruz. Süleyman umreye gidiyormuş. Herkesi misafirliğe çağırıyorlar.”

“Tamam Hatice Teyze, akşama geliriz.”

Eşim işten henüz gelmemişti. Süleyman’ın umreye gideceğini duyduğumda biraz da gülümseyerek karşıladım haberi. Süleyman büyük bir bisküvi şirketinin il müdürlüğünü yapıyordu. Liseden sonra şirkete girmiş, en alt kademeden çalışmaya başlayarak her bölümde çalışarak yükselebileceği en yüksek mevki olan il müdürlüğüne kadar yükselmişti. Onun üstünde zaten bölge müdürlüğü ve şirketin sahibi vardı.

Eşim geldi. “Yemek hazır mı ?”

“Yok hazır değil. Bil bakalım nereye gidiyoruz ?”

“Nereye ?”

“Süleymanlara gidiyoruz.”

“Hayırdır ?”

Süleyman umreye gidiyormuş.”

“Umreye mi !”

“Evet, Hatice Teyze haber verdi.”

Süleyman’ın umreye gideceğini duyan eşimin yüzünde de ister istemez bir gülümseme belirdi. Bunu kaçıramazdık. Mutlaka gitmeliydik. Zaten arasıra ailecek onlara gidip geliyorduk. Apartmanda görüştüğümüz 2 aileden biriydi Süleyman ve eşi Mine. Bir de Hatice Teyze ve Hikmet Amca vardı. Hatice teyzelerle birlikte birinci kata indik. Kapıda Süleyman karşıladı bizi.

“Hoş geldiniz.”

“Hayırlı olsun, !” dedim ve misafir odasına geçtim.

Odada bir yandan oturuyor bir yandan da Süleyman’ın odada olmadığı zamanlar eşimle birbirimize bakıp gülümsüyorduk.

Süleyman yılın 11 ayı her akşam bir iki kadeh rakı içen adamdı. Ama ramazan ayında harama el uzatmaz ve ağzına bir damla bile içki girmezdi. Bunu Mine söylemeseydi inanmazdık ona. Bir ay orucunu tuttuktan sonra içki mesaisine bayram arkasında kaldığı yerden devam ederdi.

Bazen Hikmet amcayla birlikte içerlerdi. Hatta bir keresinde apartmanın girişine yapılacak merdiven için kum almaya gidilecekti. Yardım gerektiğini söylediler. Ben de onlarla birlikte gittim. Apartmandan çıktık. Hikmet amcaların şehrin dışında bahçeli, müstakil bir evi vardı. O evin yakınlarından merdiven yapımı için hem kum alınacaktı hem de usta ayarlanacaktı. Apartmandan Süleyman’ın arabasıyla ayrıldıktan sonra, ben ne olduğunu anlayamadan Süleyman arabayı büyük bir marketin önüne çekti ve hemen markete daldı. Birkaç dakika sonra elinde küçük bir rakı şişesi, biraz beyaz peynir, kavun çıka geldi. Sonra bir anda kendimizi kum ocağında bulacakken, Hikmet amcaların müstakil evinde bulduk. Ben kum almaya gitmiyor muyduk diye sorunca ikisi birden o işi sonra hallederiz dediler. Hikmet Amca hemen bahçedeki büyük ceviz ağasının altına küçük bir kare tahta masa çıkardı. Alınanlar hızlı bir şekilde sıralandı ufak masaya. Başladılar rakı muhabbetine. Ben de onları kırmamak için bir kadeh doldurdum. Biraz sonra Hikmet Amca başladı konuşmaya. Emekliydi Hikmet amca. O da Süleyman gibi uzun yıllar bir bisküvi firmasında çalıştıktan sonra emekliye ayrılmıştı. Sohbetlerini dikkatle dinliyordum, anlatacak çok şeyleri vardı.

Hikmet amca bana dönerek, “Sen devlet memurusun, bizim özel sektör işlerini anlamazsın, ” diye başladı söze.

“Bizim işlerde haftanın birkaç günü mutlaka yemekli akşamlar olur ve eğlence yerlerine gidilirdi. O yıllarda eğlence mekanları taverna ve gazinolardı. Hatta ben o yıllarda Ankara’da çalışırken, şirketin davetlisi olarak diğer şehirlerden gelen misafirleri eğlendirmeye götürürdüm. Adım çıkmış bir kere, herkes benimle birlikte gitmek isterdi eğlenme. Ben hem gittiğim yerde itibar sahibiydim hem de insanlarla muhannetim iyiydi, hemen kaynaşırdım. Patron da bunu biliyordu. Neredeyse hergün eğlence mesaisi yaptığımız günler oluyordu. O taverna senin bu gazino benim dolaşıyordum. Yiyip içip eğleniyorduk. Tabii o zamanlar gençtik. Şirket bana eğlencelerde kullanmak için para veriyordu ama yine de kendi cebimden de çok para harcıyordum. Hatta şimdi oturduğumuz apartman dairesini Hatice Hanım sarhoş olarak eve döndüğümde gömleğimin cebinden alıp biriktirdiği paralarla aldı. Yani o biçim para harcıyorduk. Gelen misafirler akşam eğlenceden sonra başka özel şeyler de istiyordu. Tanıdığımız ve sürekli ziyaret ettiğimiz evler vardı. Geceyi orada bitirir, sabaha karşı eve dönerdim.”

“Bizim işin raconu böyle, ” diye lafa girdi Süleyman.

“Hikmet Ağabey senin zamanında gazinoya gidiliyordu, şimdi lüks turistik otellere gidiliyor çoğunlukla. Ünlü sanatçılar geliyor. Şirket bütün çalışanlarını otelde topluyor ve eğlence düzenliyor. Yine arasıra balık restoranlarına gidildiği de oluyor.”

Derken bir küçük rakıyı bitirdiler çabucak. Onlar için neydi ki küçük bir şişe. Kalktılar, arabaya atladılar.

Ben, “hayrola nereye böyle bile ?” diyemeden, “biz geliyoruz!” dediler ve 10 dakika sonra ellerinde büyük bir rakı şişesi ile geri döndüler. Ben zar zor içtiğim ilk kadehten sonra hiçbir şey içmemiştim ve sadece onları dinliyordum. Başladılar şarkı söylemeye. Çakırkeyif olmuşlardı. Sürekli olarak konuşup duruyorlardı. Bir ara ayağa kalkan Süleyman, “Hikmet Ağabey arabada çok güzel bir Türk sanat müziği kaseti var”

“Safiye Ayla da var mı ?”

“Olmaz mı tüm klasikler, getireyim mi ?”

“Getir getir ben de bizim eski kaset çaları getireyim evden.”

Masada yoğun bir rakı kokusuyla birlikte “Dönülmez Akşamın Ufkundayım”, “Meyhaneci” Ormancı” gibi Türk sanat müziğinin derin nağmeleri birbirine karışmıştı. Bir büyük rakı da bittikten sonra etrafı toplayıp arabaya bindik. Benim bütün ısrarlarıma ve yoğun ikna çabalarıma rağmen ikisi birden, “Merak etme biz her zaman böyle araba kullanırız, hayatımız araba üzerinde geçiyor, gözümüz kapalı arabayı süreriz bir şey olmaz, ” dediler. Arabayla usta bulmaya gittik. Ustayı ayarladık.

Arabada geri dönerken Süleyman’ın telefonu çaldı. Süleyman’ın konuşmasından arayanın kadın olduğu anlaşılıyordu ve Süleyman telefondaki kadına, “Ben aradığım zaman yerinde olacaksın. Ben kimseye benzemem, benim adım Süleyman, ” diye bağırıyordu. Ben yine şaşırıp kalmıştım. Süleyman’ın mutlu bir evliliği olduğunu ve karısını çok sevdiğini sanıyordum. Çünkü Süleyman sürekli olarak karısını çok sevdiğinden, ona aşık olduğundan, onun üzerine başka bir kadın tanımadığından söz edip dururdu hep karısının yanındayken. Hatta bu yüzden bazen bizim hanımla zaman zaman ufak tartışmalar yaşar, bana sürekli olarak “Şöyle Süleyman gibi bir adam olamadın, adam sürekli olarak karısını ne kadar sevdiğini söyleyip duruyor” derdi. Herhalde Süleyman’ın eşinden habersiz ne işler çevirdiğini bilse şaşırır kalırdı. Süleyman da hem eğlence muhabbeti hem de başka ince işler vardı. Şaşırdığımı gören Hikmet Amca, “Oğlum senin yaşın daha genç. Yeni evlisin. Birkaç sene sonra değişirsin sende. Alışırsın. Dünyada daha ne domatesler var tadına bakacak. Her domatesin tadı başka olur. Hayat tek domatesle geçmez. ” dedi ve ikisi birlikte gülmeye başladılar. Onlar rahat rahat konuşuyorlar, ben utanıyordum söylediklerinden. Merdiven için kullanılacak kumu ayarlayamadan sağ salim eve döndük o gün. Süleyman ve Hikmet Amca böyle rakı muhabbetini seven insanlardı. Onların deyimiyle işlerinin bir gereğiydi bu. Racon böyleydi, yapabilecekleri bir şey yoktu.

Çaylar geldi, pastalar da yanında. Mine başladı konuşmaya, “20 gündür 5 vakit namazını kılıyor Süleyman.”

“Evet Hikmet Ağabey, ” diyerek lafa girdi Süleyman, “20 gündür kılıyorum. Kendimi çok huzurlu ve zinde hissediyorum. Sanki hafifledim. Sabahleyin erkenden kalkıp uzun zamandır duymadığım kuş seslerini dinliyorum. İnsan erkenden kalkınca temiz havayı ciğerlerine çekiyor, içi ferahlıyor.”

“Zayıflamaya başlamışsın Süleyman, ” diyerek lafa girdi Hikmet Amca.

“Evet ağabey, biraz zayıfladım.”

Sonra Hatice Teyze devem ettirdi sohbeti, “Oğlum artık sana umreden sonra hacca gitmek farz oldu biliyorsun.”

“Evet anne, ” anne derdi Hatice teyzeye.

“Hayırlısıyla umreye bir gidelim de sonra hacca da gideriz.”

“Oğlum bu işler kısmet işi. İnşallah gidersin.”

Hemen ben lafa girdim Hatice teyzenin konuşmasından sonra, “Ağabey sizin şirket ne diyor bu işe. Bildiğim kadarıyla dini konularda biraz katı değiller miydi ? Rakip şirket ile sürekli bu konularda atışıp durmuyorlar mıydı ?”

“Öyledirler, dini konularda biraz katıdırlar. Ama insanların inançlarına saygılıdırlar. Hatta bizim bölge müdürü 3 yıl önce hacca gitti. Hacıdır kendisi.”

Eşim de sohbete katıldı, “Nasıl oldu bu iş, nasıl karar verdin umreye gitmeye ?” diye sordu.

“Aslında denk geldi biraz. Ben umreye gitmek istiyordum. Bizim şirketle iş yapan başka şirketten birkaç arkadaş gidiyormuş. Ben de sizinle gelebilir miyim dedim, gelebilirsin dediler. O şekilde gelişti. Hazırlıkları tamamladım. Perşembeye gidiyoruz inşallah. Hatta onlar işi biraz abartmışlar. Umre ziyareti için bir jilet firmasından kendilerine sponsor bile ayarladılar. Bedavaya gidecekler. Ben kendi isteğimle ve kendi paramla gidiyorum. Mine’ye de gidelim dedim ama o henüz böyle şeyler düşünmediğini söyledi.”

“Benim şimdilik böyle şeyler pek aklımda yok, yaşım daha genç. Belki ileriki yaşlarda düşünebilirim böyle şeyleri, ” dedi Mine.

Hanımlar mutfağa gidince Hikmet Amca ve Süleyman eski içki sofrası günlerinden konuşmaya başladılar yine. Süleyman içki muhabbetlerini hem özlemle anlatıyor hem de o günler geride kaldı artık diyordu. Hasretle anar gibiydi içki sofrası muhabbetlerini. Ellerinde meyvelerle hanımlar geldi. O sırada da Süleyman yüksek sesle konuşmaya devam ediyordu. Hatice teyzeye döndü ve “Hikmet ağabeye onu diyordum anne, umreden sonra elimden geldiği kadar umrenin gereklerini yerine getirmeye çalışacağım. Ama yine de yemin etmiyorum. ”

“İnşallah oğlum.”

“Bizim işte çok zor anne biliyorsun, ama ben yine de bunun için çabalayacağım ve elimden geldiği kadar sabredeceğim.”

Meyveler yendikten sonra Hikmet Amca dolaptaki viski şişerini göstererek, “Viskileri ne yapacaksın Süleyman ?”

“Ağabey sana veririm merak etme. Senden başka kime vereyim ki.”

Hatice Teyze kızdı hemen, “Ne viskisi oğlum. Hikmet ağabeyin biliyorsun prostat, artık eskisi gibi içmiyor, doktor da içmemesini söyledi.”

“Sen bana ver ver Süleyman, Hatice hanıma bakma arasıra atarım bir iki kadeh.”

Viski muhabbeti açılınca Süleyman hemen kalktı ve “Aklıma gelmişken Hikmet Ağabey, sana bir şey vereceğim, ” deyip diğer odaya gitti. Diğer odadan elinde küçük bir buz kovası ile geldi. Sanki içki mirasını dağıtıyor gibiydi. Önce viskiler şimdi de buz kovası. Kovanın etrafına su konuyordu. Buz dolabında su donduktan sonra ortasında da rakı bardağı konan yer vardı. Rakı içmeye yarayan özel bir kovaydı.

“Emin misin Süleyman, sonra geri isteme de ?” diye sorup kahkahayı bastı Hikmet Amca. Hep beraber gülüştük.

O akşam Hikmet Amca sürekli olarak Süleyman’a takıldı durdu. İki lafından biri, “Sonra tekrar başlama da !” diyerek başlıyordu ve kıs kıs gülüyordu.

Akşam eve döndükten sonra eşimle birbirimize bakıp gülümsüyorduk. “Hacı Süleyman”, “Hacı Süleyman” diyorduk. Aslında Süleyman’ın umreye gitmesi güzel bir şeydi. Fakat özellikle gideceği kişilerin sponsorlarla umreye gitmeleri ve son yıllarda özellikle sosyetik kadınlar arasında yaygın olan umre turlarını duydukça ve gördükçe insan sosyetedeki umre ziyaretlerini düşünmeden edemiyor. Şirketler çalışanlarının iş motivasyonlarını artırmak için her türlü sosyal faaliyet organizasyonunu yapıyordu. Umre ziyareti de bunlardan biri miydi acaba ? diye düşünüyor insan ister istemez. İstanbul’un sosyetik zengin kadınlarından sonra sıra şimdi de şirketlere geldi herhalde.

Süleyman umreden döndü. Aslında mesaiye hemen başlayacaktı ama araya “Ramazan Ayı” girdi. Hatice Teyzeden son aldığım bilgilere göre Süleyman, Ramazan Bayramı’nı sabırsızlıkla bekliyormuş, bayramdan sonra içki mesaisine başlayacakmış tekrar. Ama kesinlikle eskisi gibi içmeyecekmiş, haftada birkaç gün bir iki kadeh o kadar. Yine de iyi dayandı. Süleyman 40 gündür içmiyormuş. Her yıl 30 gün içmezdi ama bu sefer araya umre girince 10 gün daha sabretmek zorunda kaldı.

41 kere maşallah.

 
Toplam blog
: 537
: 1884
Kayıt tarihi
: 10.06.10
 
 

Gündemi ve olayları yakından takip etmeye çalışıyorum. Sinema, kitaplar, spor, doğa, siyaset, miz..