Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Eylül '17

 
Kategori
Öykü
 

Söyle Nasıl Seveyim

Söyle Nasıl Seveyim
 

Okuldan evin kapısına geldiğimde kulağımı kapıya dayar dinlerim. Öğle yemeği saatidir gelişim. Onu hazırlamanın telaşı da mı duyulmaz?  Ne fokurdayan bir tencere,  ne tahtada tık tık doğranan acı, gözü yaşartan bir soğan arkasından kendini çeken bir burun.  Ne bardağa dolan suyun coşkusu,  ne de ekmeğin dilimlenirken etrafa saçılan çıtırtısı… Hiç biri mi olmaz? Koyu bir sessizlik gelir kulağıma. Gene de dinlerim.        

İçeri geçip çantama el atarım.

Sırtımda 10 kıta,kenarında dalga dalga süzülen al bayraklı bir marş, mavi gözlü dev bir adam taşırım. O da ben gibi vazifeleri sıraya koymuş;

Ey Türk Gençliği!

Birinci vazifen,

………….

    ‘’Daha acısı ve daha da tehlikelisi düşmanından değil ev sahibinden gelebilir;  duyarsızlıklar, ihanet, kişisel çıkarlar ….Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve şartlar içinde bile görevin Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!’’ (a)

         Muhtacız o kana Paşam, lakin asaleti yerle yeksan…

Başka çocukların sıradan bulduğu bu sözleri sırtımdaki çantada taşımak için bile gidilir okula. Bir de bir de onun için…Neyse…

         Çantamı terliklerimin izinin düştüğü yere koyarım.

        Ayaklarımı sürüyerek sarsak bir yürüyüşle içeri geçip kirli ellerimi önemsemeden koltuğa bırakırım kendimi. 

     Sabunlu suya bezini batıra çıkara koltukları silmiş annem bugün. Onunkini en sona bırakmış.  Koltuğun üstü eşyalarıyla dolu. Eprimiş,  düğmeleri düştü düşecek hırkasını, yağlı parmaklarıyla matlaşmış okuma gözlüğünü,  akmış tükenmez kalemini,  katlanıp kenara sıkıştırılmış gazetesini… Hepsini tiksinerek bir kenara itip oturdum koltuğa.

             Onun koltuğuna hiç dokunmazdım ya ötekiler ıslak.  Oturup zamanın geçişini seyrettim.  Bunun üzerine konuşmuştum bir keresinde edebiyat öğretmenimle. Zeytin karası gözlerini açıp hayretle dinledi beni. Sorsanız saat kaç söyleyemem. Öğrenemedim bir türlü. Basit bilgiler zor gelir bana. İçinden çıkılmaz ne varsa çözmede üstüme yoktur.  Hayat bu kadar basitken karmaşık olmam kimin umurunda. Yaşamak için basitlik yeterli. Bana bu basitlikleri hatırlatan biri olsun karmaşayı basitleştirip çözebilirim.

        Bugün edebiyat öğretmenim siyah gözlerini içime ezilmiş zeytin gibi akıtırken; sezgileri çok güçlü ayrıca sofistik birisin… dedi.

      Hiç kimse anlamadı ne demek istediğini, kızlar göz kırptı bana. Belki o da anlaşılsın istemedi. Benim anladığımı biliyor ya!

     Sınıftakilere göre deliyim. Beni anlasınlar istemiyorum ki. Sadece edebiyat öğretmenim anlasın yeter. Evli olmasaydı keşke. Evli bir erkek neden sevilmez ki! Bu kuralları koyan kim? İnsan sevmekten suçlu bulunur mu? Hem aşk evlilikle geçinemez ki! Bu dünyada karşılığını bulamıyor sevgi. Bocalıyor benim gibi.

     Teneffüste sevgiyi konuştuk arkadaşlarla;

        Sevgi; kendini sevmekle başlar. Dedi biri.  Ben; ben var ya ben en çok başkasını severken kendimi severim, diyemedim. Ayaküstü denmiyor ki bunlar?  Hem söylesem de; Seni geç ya! Derdi.

      Annem oturduğum koltuğu da silmek istiyor. O adamın pisliklerini de temizleyebilse keşke.

     Burnunu koynuna daldırdığı kız bizim sınıfta iki sıra önümde oturuyor. Her gün ensesini görüyorum. Şehvetli piç kurusu. Edebiyat öğretmenine öyle bakıyor ki; benim boş, üstelik isabet ettiremediğim bakışlarımın yanında onunkilere şiir yazmak geliyordur adamın içinden. 

    Bense her ders bir şiir iliştiriyorum defterime O'nun için. Bütün sınıf O'nu dinlerken benim kalemin kâğıtta tutuşan sesine gelip baktı geçen gün. Güldü. Bir zeytin dalı yerleşti gülüşüne;  

 

      Okumamı ister misin? Dedi.

Defterimi eline alıp zeytinli şiiri okudu. Ah gözümün bebeği!

   

“Önde zeytin ağaçları arkasında yâr
 Yâr yâr! Seni kara saplı bir bıçak gibi sineme sapladılar
Değirmen misali döner başım
Sevda değil bu bir hışım
Gel gör beni darmadağın
Tel tel çözülüp kalmışım.
Yâr yâr
canımın çekirdeğinde diken
Gözümün bebeğinde sitem var.”
(b)

 

 

  Sabah ilk iş çıksam önüne.  Dikilsem karşısına; Söyle, söyle desem ben seni nasıl seveyim? Hayalimde değil, gerçekte.

  Korkmasam,  cayır cayır yansa da dünya kılım kıpırdamasa.

     Sen suskunken boğuluyorum. Kulağımı eve dayarken çıkan sessizlikten daha bir koyu sessizlik kaplıyor içimi!

 

‘’Çünkü hiçbir kelebek
Tek başına yaşamaz sevdasını,
Severken hiç bir böcek
Hiç bir kuş yalnız değildir;
Ölümdür yaşanan tek başına,
Aşk iki kişiliktir.’’
(c)

   Bütün koltuklar ıslak.  Bulmaca lime lime olmuş. Gelir söylenir şimdi. Yıpranmış kelimelerle tamamlamıştı hikâyesini.

  Benimse yarına yeni kelimelerim var. Söyle nasıl seveyim seni?

  

 

 (a) Gazi Mustafa Kemal Atatürk; Gençliğe Hitabe 

 (b) Bedri Rahmi Eyüpoğlu; Sitem şiiri

 (c) Ataol Behramoğlu; Aşk iki kişiliktir

 

 

 
Toplam blog
: 110
: 1076
Kayıt tarihi
: 26.05.14
 
 

Dünyanın kirletemediği bir lotus... ..