Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '12

 
Kategori
Psikoloji
 

Söz ile birbirine tutunmak

Söz ile birbirine tutunmak
 

Çoğunlukla susan; düşünce ve tepkilerini söze dökmeyen; yorum ve eleştiri yapmayan insanları sever toplumumuz. Bu tür insanların beklenmeyen çıkışlarına da bayılırız. Yılmaz Güney bu tür kahramanların yaşam öykülerini oynayarak başarılı olmuştu ilk filmlerinde. ''

Bence türemiş bir sözcük ve işteş bir fiildir konuşmak. Oynaşmak, gülüşmek, sevişmek, döğüşmek gibi fiillerin sülalesindendir; gerçekleşmesi için birden fazla özne gerekir. Bu yüzden olsa gerek, tek başına konuşana '' deli'' derler... İçin için konuşmak ise oyar insanı.

Büyük kentlerde akşama kadar konuşmayan insanlar ürettiler. Bu insanlar, evlerden çıkıp yollara düşüyorlar, kalabalığa karışıp adımlar boyu sürükleniyorlar, sessizce taşıtlara binip taşıtlardan iniyorlar, sessizce evlerine dönüyorlar. Evlerinde de iç konuşmalarla sürüp gidiyor yalnızlıkları. Günlece, aylarca bir insanla bir çift laf edemeyen insanlar çoğalıyor giderek. Bu insanları filmlerde, trenler geçerken çığlıklar atarken ya da karanlıklar içinde sessizce ağlarken görebiliyoruz filmlerde. Meksika zorbalarının egemen olduğu yaşamları anlatan filmlerde de çorak yeryüzünde, sıcak gökyüzünün altında yıldırılmış insanlar, atlar, köpekler, ağaçlar susar. Susmak ölüm gibi sinmiştir çevreye. Bu suskunlukta rüzgarın esişi, kanın saçılışı, korkunun yayılışı işitilir yalnızca.

Aşkın yakan ateşi sönmeye başlayınca sevgililer de konuşamaz hale gelir. Yakın zamana kadar cıvıldaşan iki insanın ağzını bıçak açmaz olur. Büyüyen sessizlik içinde ayrılığı, düşmanlığı biriktirir. Rüzgarlar soğuk eser. Dişler sıkılı, yüzler gergindir. Birbirini çok seven arkadaşlar, dostlar, yakın akrabalar arasında da yaşanır böyle durumlar. Sıkılmaktan dişlerin mine tabakaları aşınır. Sonunda sesler birer haykırış, birer çığlık olarak dökülür boğazlardan.

Susmak asırlardır övülen bir davaranış biçimi olarak çağımızda daha da geliştiriliyor. Baskıcı toplumlarda konuşmak tehlikelidir. Düşüncelerini sözle, yazıyla, resimle ifade edenler süründürülüyor; buharlaştırılıyor; toz ediliyor. Konuşanlar, konuşmayanlara göre tehlikenin koynunda yaşıyor. Bu yüzden anneler çocuklarına şurada burada düşüncelerini açıklamamayı öğütlerler. Konuşacaksa da başkasının çocuğu konuşsun; yanacaksa da başkasının çocuğu yansın... Bu yüzden bir tepki göstermek gerektiğinde çoğu kez ortaya çıkıp konuşan birileri aranır.

''Susma! Sustukça sıra sana gelecek! '' sloganı da aşınmaya başladı. 'Almanca konuşma dönemi '' denen düşüncenin topluma yayılıp, kazandırılması dönemi gerçekleştirilemeyince bir avuç insanın bağırıp çağırması işe yaramıyor. Bağırınca yüzbinler, milyonlar bağırmalı. Bu yüzden internettte bir tıklama sokakta sesin boğulmasından çok işe yarıyor. İnternette milyonların biraraya gelip, bir ağızdan bağırmaları önlenmeye çalışılıyor bu günlerde.

Konuşmak işteş bir fiil yine de. Söze dökülen düşünce bir başkasına iletilecek. Biri o düşünceyi beğenip, paylaşılması için başka birilerine iletecek. Söyleyen insanın yüzü, sesi merak edilecek biraz. Belki de o insan, günlerce, aylarca hiçbiriyle konuşmadan yaşayan insanlardan biri olacak. Kanı içine akarak yavaş yavaş ölmektense iyidir iç sıkıntılarımızı, sorunlarımızı dışımıza akıtmak. Birileri duyar belki satır aralarındaki sesimizi. Belki biz de onların sesini duyarız. Bence bir yolunu bulup konuşmalıyız. Bu olanak bu kadar yaygınken ve hemen şimdi.

 

 
Toplam blog
: 40
: 661
Kayıt tarihi
: 11.01.12
 
 

Anadolu'da yoksul bir bozkır kasabasında doğdum. Yoksul, acı, zor bir çocukluk ve gençlik yaşadım..