Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mayıs '19

 
Kategori
Dilbilim
 

Söz Varlığı Projesi

Milli Eğitim Bakanlığı ile TRT Genel Müdürlüğünce, haber spikerleriyle iş birliği yaparak öğretmenlere yönelik Türkçenin kullanımı ve diksiyon eğitimlerini içeren "Önce Türkçe Projesi" başlatıldı. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, "Sözün ustaları burada. Her bir kelimeyi nasıl konuşacağım konusunda hiç bu kadar tedirgin olmamıştım" diyerek başladı.

Milli Eğitim Bakanı  Selçuk,“ Türkçe uygarlığımızın kilit taşı” diyor.’Türkçenin Söz Varlığı  Projesi’nin bir işaret fişeği olduğunu dile getiren Selçuk, 1 yıl içerisinde 'Türkçenin Söz Varlığı Projesi'nin de hayata geçirileceği müjdesini verdi. 'Söz Varlığı Projesi' ile bütün çocuklarımızın hangi kelimeleri, hangi yaşta ne şekilde kullanacağı, kitaplarda, yayınlarda kelimelerin nasıl yer almasının daha uygun olacağı, öğretmenlerimiz, velilerimiz ve toplumun tüm fertleri için kelimelerin ne şekilde nasıl kullanılacağı konusunda çok kapsamlı bir projeden söz ediyoruz. Yaklaşık 100 kişinin üzerinde bir uzman grubunun çalıştığı bir proje. Türkçe bizim uygarlığımızın kilit taşı,bütün kültürümüzün taşıyıcısı, dil olmadan, düşünce olmaz, düşünce olmadan kültür olmaz, kültür olmadan medeniyet olmaz. Dolayısıyla insan olmaz, insanlık da olmaz" dedi.

 “Öğretmenlere, diksiyon dersi, eğitimi gerekli olabilir de spikerler, Türkçe dersi verebilir mi? Türkçe dersini, Türkçe öğretim üyelerinin vermesi daha uygun olmaz mı?

Bakan doğru der; çünkü Türkçemiz gün geçtikçe yabancı dillerin etkisinde kimliğinden uzaklaşmaktadır. Peki, yabancı dillerin etkisinde kalırsa ne olur? Tek sözcükle yozlaşır. Dilin yozlaşması, toplumu da etkiler. Toplum, öz benliğinden uzaklaşır.

Kullanılan dil politikası önemli. Başka bir deyişle kullanılan dil önemli. Yabancı sözcüklerden arınmış bir dil mi yoksa Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İspanyolca… köklü sözcüklere mi yer verilecek.

İngilizce, Fransızca, Almancanın etkisinden kurtulamayan Türkçemiz, son yıllarda da Arapçanın etki alanında. Batı kaynaklı diller, genellikle Latin alfabesi kullandığı için bu dilleri öğrenmek için başka bir yazı diline gereksinme duyulmuyor. Arapça, öyle mi ya! Bir de devlet dairelerinde, afiş ve ışıklı tabelaların Arapça olduğunu, yazılı basından öğreniyoruz. Bu durumda, devlet dairesinde işi olanlar, ne yapacaklarını şaşırıyorlar.

Bizi diğer canlılardan ayıran en belirgin özelliğimiz, dil gücümüzdür. Çünkü düşünme, tasarlama, düş kurma, akıl yürütme gibi tüm insancıl özelliklerimizi, dil aracılığıyla dışa aktarabiliriz. Uygarlığın doğması, gelişmesi, bilginin üretilmesi, yaygınlaştırılası da dil aracılığıyla gerçekleştirilmiştir. Dil olmasaydı, insanlar birbirleriyle düşünce alışverişinde bulunamayacak; duygular, düşünceler, izlenimler, görüşler… Yayılamayacak. Böyle bir birikim olmayınca da uygarlık doğup gelişemeyecekti.

Dil, insanca yaşamanın, düşüncenin, buluş ve yaratıların anasıdır. Dil, düşüncenin aynası, ulusal varlığımızın temelidir. Dil olmadan ulusal bilinç gelişmez. Onun içindir ki ulusun oluşmasında en önemli öğe dildir. İnsanlar arasındaki yakınlaşmayı, bütünleşmeyi sağlayan dil ulusal birliğin çimentosudur. Ulus olma, insan topluluklarının belli bir ülkü çevresinde birleşip kaynaşmalarıdır. Bu kaynaşma ve birlik insanların birbirlerini anlamaları, tanımalarıyla gerçekleşir. Bunun için gerekli iletişimi dil sağlar. Alman filozofu Humboldt şöyle diyor:”Bir ulusun gerçek yurdu, onun dilidir. Dil, ulusal dileği belirten güçlü bir kavramdır. Ulusal dil yok olunca ulusal duygu da çok geçmeden yitirilir.”

Türk toplumu olarak dilimizi ne denli önemsiyoruz. Anadil konusunda tutarlı çağdaş bir, politikamız var mı? Bu konuda, yeterince araştırma yapıldığını sanmıyorum. Türk diline gönül veren yazarlarımız da dilimize gereken özenin gösterilmediği görüşünde birleşiyorlar:

Türk edebiyatının tanınmış şairlerinden Yahya Kemal’in “Türkçe ağzımda annemin sütüdür” diyerek yücelttiği, Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın ise “Türkçem benim ses bayrağım” diyerek hem yücelttiği hem de kutsallaştırdığı dilimize, bugün gerekli özeni gösteriyor muyuz? İnsanlarımızda Türkçe sevgisi, ana dili duygusu, dil bilinci ve duyarlığı yeterince var mı? Bu soruların iyice düşünülmesi, sürekli göz önünde tutulması gerekir.

Dil öğrenimi; beyni, dolayısıyla düşünceyi değiştirir, biçimlendirir. Sosyal yapının iç dokusunu ana dili oluşturur. Oysa Türkçemiz giderek zayıflıyor, güdükleşiyor. Bugün Türkiye’de çevre kirlenmesi, hava kirlenmesi, siyaset kirlenmesi gibi çeşitli kirlenmelerin yanı sıra, bir de “dil kirlenmesi” vardır. Dil duyarlığı ve dil bilinci bakımından görülen eksikler, Türkçenin geleceği için ciddî bir tehlikedir.(Kavcar,Çağdaş Türk Dili,2008,s.244)

Anadil öğrenimine gereken önem verildiği de söylenemez. Okuma kitaplarına değin girmiş çoğu metinler, çocuğun gelişimine uygun olmadığı için çocuklarda okuma alışkanlığı gelişmemekte, ilgileri değişik alanlara kaymaktadır. Türkçe ders kitaplarındaki metinlerin duygusal, düşsel, bilişsel, devimsel içeriklikli becerileri öğrencilere kazandırmadığını Emin Özdemir şöyle dile getirmiş:

”Dilini kullanamayan, okuma zevki gelişmemiş; irdeleme eleştiri yönsemesi oluşmamış yarım dilli insanlardan oluşan bir toplum durumuna gelişimiz de güzel duyusal bir yapısı bulunmayan metinlerin payı da büyüktür.”(Özdemir, Türk Dili, S:30.31.1990,s.859)

Anadil öğretimi, bir bilgi dersi olmaktan çok beceri ve alışkanlık kazandırma; kazandığı beceri ve alışkanlıkları uygulama yöntemiyle kazandırmadır. Öğrencilerin dinleme, konuşma, okuma, yazma, dilbilgisi alanına ilişkin becerileri, izlencelerin (programların) amaçlarına uygun ve tam olarak kazanabilmesi için her öğrenciye anılan becerileri uygulayabileceği olanakların sunulması gerekir.(Sever,2002,Uluslar Arası Bilgi Şöleni Bildirisi)

Türkçe, anadilimizdir. Uluslar, dilleriyle varlıklarını sürdürürler. Dünyada kullanımı, yaygınlığı oranında etkindirler. Bu nedenle Türkçeyi yabancı dillerin etkisinden kurtarmak için araştırma, incelemelerle dilimizin yozlaşmasına, kendi kanalından uzaklaşmasına fırsat vermemeli.  Dilimiz ana sütümüz gibi temiz olmalı. Derleme, tarama, birleştirme yöntemleriyle zenginleştirmeli, geliştirmeli, güçlendirmeliyiz.

Türkçe, Ural-Altay dil ailesinden sondan ekli bitişken dildir. Türkçe geniş bir alana yayılmış; köklü bir dildir.Bu benim anadilim bir denizdir; derinliğiyle, gözün erişemeyeceği genişliğiyle, sınırsız gücü, güzellikleriyle… Dibinde gün görmemiş inciler yatar; üstünde binbir rengin çalkantısı var. .(Doğan Aksan,Türkçenin Sözvarlığı, s.5.)

Yüzyıllardan bu yana Türk devletlerinde, boylarında kullanılan Türkçe;  kültürel, sosyal, tarihsel değişmeler sonucu ses ve yapı değişikliğine uğramıştır. Dünyanın her tarafında konuşulan Türkçe bu kurala uygundur; ancak köy, kent, bölgeler, ülkeler, kıtalar arasında konuşulan Türkçeler arasında farklılıklar vardır. Türkçe, çağlar aşan değişik topraklarda yeni lehçeler, diller doğuran güçlü, engin bir dildirDoğan Aksan “Türkçeye eğiliniz, tek tek sözlerine bakınız; bu sözlerin birçoğunda şiir tadı bulacaksınız” diyor. .(Doğan Aksan,Türkçenin Gücü, s.9.)

Ustalıkla kullanılan dil, çevreyle sağlıklı ilişkiler kurmaya yardımcı olur. Bizi toplumlaştırır. Giderek saygınlığımızı artırır. İş, özel yaşamımızın renklenmesine neden olur. Bu bakımdan iletişimin yaşantımızdaki yeri ve önemi günden güne artmaktadır. Sağlıklı iletişim; arı, duru, akıcı bir dille gerçekleşir. Her çağda insanlar, iletişim gereksinmesi duymuşlar, bu alanda değişik araçlar geliştirmiş; kullanmışlar. Birbirlerinin dillerini bilmeyen insanlar bile anlaşmak için değişik iletişim yolları denemişlerdir.

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un “Söz Varlığı Projesi” anlamlı, yerinde bir proje, ancak arı, duru, akıcı Türkçe kullanılmalı. Toplumun tüm kesimleri öz Türkçeye ilgi duymalı ki başarıya ulaşsın.

 

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..