Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '08

 
Kategori
Psikoloji
 

Sözcüklerin Büyücüsü (Kimi arıyorum? Biliyor musunuz?)

Balkonundaki mezarlık çiçeğinin hemen yanıbaşına kurduğu cilingir sofrasının tenhalığında, keyif saatlerinin henüz ilk dakikalarındaydı.

Az once doldurduğu rakı bardağındaydı gözü yine her zaman olduğu gibi. Her seferinde ona, onu hatırlatıyordu bu alışkanlığı aslında. O iki şeffaf suyun karışıp renklenmesini seyretmek, ilk o zamanlarda keyif vermeye başlamıştı ona ne de olsa. Aslında onu hatırlatan her şeyi seviyordu yaaa….

Bardağından ilk yudumunu alıp ardından ağzına attığı peynir lokmasını, damağına yapışan yağlı lezzetiyle yutarken, kuşbakışı seyrettiği, gökyüzünden aşağıya doğru yavaş yavaş süzülen damlalarla ıslanmakta olan İstanbul’a seslendi.

Ahhh ulan İstanbul aahhhh..
Hadi beni sevmedin…
Başka birini sevebildin mi ki?
Hiç ağlama boşuna!..
İnanmam artık senin bu timsah gözyaşlarına…
Az mı kandırdın beni aşık olduğuma…

Kalabalık kelimeler ile doluydu beyni yine her zamanki gibi. Eli tekrar rakı bardağına doğru uzanırken farketti onu. Korktu, ürperdi içi. Eli rakı bardağına doğru uzanırken havada asılı kalakaldı öylece. Oysa daha az once ilk bardağından, ilk yudumunu almıştı sadece. Kesinlikle şarhoş değildi, olmazdı! Ne zaman gelmiş, ona hiç görünmeden ne zaman geçipte oturmuştu tam da karşısına. Eve…., eve nasıl girebilmişti. Kendini yaşadığı bu şoktan kurtarmaya, beyninde oluşan sorulara hızla cevap bulmaya, çalışırken, o son derece sakin bir şekilde başını kaldırdı ve ona baktı.

-Merhaba. Yoksa korkuttum mu seni?

Yüzünü gördüğü an da sanki bütün damarları çekildi, göz kapaklarını yavaşça kapadı.Sadece düşünmeye çalıştı….. Bu……, bu olamazdı. Mümkün değildi böyle bir şey. Havada asılı kalan elini son bir gayretle masadaki rakı bardağına doğru uzattı ve güçlükle kavradığı bardağı kafasına diktikten sonra kendisinin bile zor duyduğu cılız bir sesle “Sen” diyebildi sadece.

-Evet ben. Ya da sen! Ya da sen hangisini söylemek istersen. Nihayet yüzyüze konuşabiliyoruz seninle. Kendi rakını tazelerken bana da bir bardak koyabilir misin? Suyu az buzu bol olsun lütfen. Hadi ama artık kendine gel. Yıllardır her sabah gördüğün yüze hortlak muamalesi yapmayı bırak artık.İnsan kendinden bu kadar korkar mı?

-Yıllardır sürekli senin sesinle birlikte yaşıyor olsam da seni bir an da karşımda görmek. Ne biliyim… Korkmadım desem yalan olur.

- Biliyor musun? Sen en azından yıllardır benim her zaman farkımdasın. Beni duyduğunu bana belli ediyorsun. Hatta zaman zaman benimle konuşuyorsun. Ama bir çok insan…. Beni asla duymaz ya da duymamış gibi yapar. Varlığımı asla kabul etmez. Sürekli peşlerinde dolanıp sesimi duyurmaya uğraşırım onlara, bilmezler ki benim tek amacım vardır o da budur! Beni duyduklarında benim görüşlerime katılmaları gerekmez ki. Bana sadece beni duyduklarını belli etmeleri yeterlidir aslında benim için. Çünkü ben ancak o zaman rahatlarım, ancak o zaman susarım. Ama bunu maalesef hiç kimse anlamıyor. Bak sana ne göstereceğim. Avuçlarını açar mısın benim için?

Avuçlarını açmasıyla birlikte avuçlarının içinde muhteşem bir gökyüzü belirmişti. Bütün yıldızlar inanılmaz güzellikteki bir lacivertin üzerinde ışıl ışıl parlıyordu avuçlarında. Harika bir görüntüydü ortaya çıkan. “Sen busun işte.” dedi. Sonra da kendi avuçlarını açtı. Onun avuçlarında da yine gökyüzü vardı. Ama şimşeklerin çaktığı, yıldırımların düştüğü, yıldızların kaydığı, puslu zifiri karanlık bir gökyüzü. “Ben de buyum.” Her ne kadar iki zıt kutup olsakta. Ne ben sensiz var olabilirim, ne de sen bensiz yaşayabilirsin. Birlikte yaşayabilmemiz için de tek bir yol var. O da söylediklerimize katılmasak bile birbirimizin sesine kulak vermek.

Ben ne yapıyorum ya. Şu konuştuklarıma bak. Bu gece buraya seninle bunları konuşmaya gelmedim ki ben. Seni yalnız görünce fırsat bu fırsat deyip, seninle kafaları çekip, biraz geçmişi yad etmek istedim. Hadi bakalım şerefe. Bu harika gecenin şerefine. Bak aklıma ne geldi. Hadi eski fotografları al gel içerden, birlikte bakıp keyiflenelim biraz seninle. Ne dersin?

O içeriye giderken gözü masanın üzerinde duran kağıda takıldı. “Kahramanını öldüremeyen yönetmen, ödül alamaz!” diye yazıyordu kağıdın en tepesinde. Ve şöyle devam ediyordu kağıttaki satırlar. ”İşte, bütün sırrın çözülmesine yardım edecek cümle… Söyleyen için öylesine, benim için hikayenin tümü… Çektiği tek film ile, tüm aşk festivallerinden ödülsüz dönmüş yönetmen yılgınlığı benim ki.. Hayat sahnesinde, uzun zaman gösterimde kalamayacak, gişesi düşük, içselliği yüksek bir film seninle çektiğim… Tüm hayatımı yatırdığım….......” Kağıdın sonuna ise “Yok ulan yok! Yakacak bir kopyası yok hayatımın!…” diye yazmıştı iri iri büyük harflerle. Durdu, düşündü hangi satırlar, hangi kelimeler bana, hangileri ona ait diye bu yazıda, ama karar veremedi bir türlü. Zaman, zaman karışabiliyordu ikisinin cümleleri böyle birbirine. Tam kağıdı yerine bırakırken o da elinde bir tomar fotografla kapıda göründü.

-Şu teknenin, şu denizin güzelliğine bakar mısın? Sene sanırım 1999’du değil mi? Aylardan da Mart. Hani, hüznüm dışında her şeyden vazgeçmeye hazır olduğum, deliliğimin doruk yılı. Kaybedecek bir şeyi kalmamış insan cesareti vardı o zaman üzerimde. Tam zamanı diye düşünmüştüm. Bozkır çocuğu ruhumla aşık olduğum denize gitmenin ve korkularımla yüzleşmenin.
-"Su adamı" hatırlıyor musun peki?
-Sence unutabilmem mümkün mü ki onu? “Cumhur Gökova”. Onun sayesinde fark etmiştim. Aslında hayat ve denizin aynı olduğunu... Fırtınaya, hazırlıklı ve bir usta yanında yakalanırsan, emniyet kemerin ve can yeleğin varsa başarırsın!... Artık hayatın ustası kim, emniyet kemeri ve can yeleği nedir, sana kalmış.
-Aaaaa bu fotografı nerede çektirdin sen?
-Bu sene Burgaz ada’da. Ona da Fazlı kaptan’ın ve yeşil küpeli serseri sokak köpeğinin hatıralarını sakladım. Bir de dizlerimdeki şu çizikleri. Baksana babam bu resimde ne kadar gençmiş değil mi?
-......

Ondan cevap gelmeyince başını fotograftan kaldırdı ona baktı. O an anladı. Geldiği gibi sessizce yok olmuştu karşısından. Belki de söz, ateş bakışlı babasına gelince kaçmıştı oradan. Saklanmıştı yine ait olduğu yere. Sessizce gömülmüştü yine içine. Elindeki fotografa, ateş bakışlı babasına baktı tekrar.

Gecenin anason ve tütün kokusu onda sanki o an da yanıbaşındaymış hissi yarattı.

“Korkuyorum Babam…” dedi sessizce. “Sen de korkar mıydın? İçimi paslı bir bıçak kesiyor bazen, kanıyorum. Sen de kanar mıydın? Senin gibi olmadık hayaller kuruyorum ben de......” Sustu kaldı bir süre. Havanın yavaş yavaş soğumaya başladığını hissedip ürperdi. Hırkasını almak için yerinden kalktı. O an da gözü yerde duran küçük bir zarfa takıldı. Uzandı aldı zarfı yerden. Üzerinde “Hayattan, Sözcüklerin Büyücüsü’ne” diye yazıyordu. Zarfın içindeki küçük kağıdı çıkarıp okumaya başladı.

Sen bana
Kimi zaman, Ah keşke burada olsaydın...
Kimi zaman, Bilirim gidişin dönüşsüz...
diyerek sitemler etsen de.
Bilmeni isterim ki,
Ben aslında hep buradayım, tam senin yanında.
Senin avuçlarında.

Döndü gökyüzüne baktı avuçlarındaki kadar güzel göründü bu gece gökyüzü ona. O anda ona göz kırpan yıldızı görüp gülümsedi. “Ben senin kimi aradığını biliyorum güzel adam” dedi. “Sence okuyanlarda bulabilecekler mi benim kim olduğumu?”

Öykünün içinde ona ait o kadar çok ipucu gizliydi ki, okuyanların bir çoğunun daha ilk satırlarda onu tanıyacağından aslında adı gibi emindi......

16 Temmuz 2008
31. Ebe Haşim'ce & 32. Sobe (Artık yazabilirim:)) Güzaltı & Birazcık da FD.
Kimi arıyorum? Biliyor musunuz?
Alev Meisel Production


32. Ebe kim olacak bakalım:)

 
Toplam blog
: 110
: 1108
Kayıt tarihi
: 05.02.07
 
 

Kimliksiz bir yazanım aslında... Bazen benim, bazen senim, bazen de herhangi biriyim. Belki d..