Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Aralık '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Sözlük okunur mu?

Sözlük okunur mu?
 

Sözlük okunur mu?


Sözlükler müracaat kitaplarıdır. Sözlükler, diğer kitaplar gibi okunmaz, ancak gerek görüldüğünde açılır.

Ben sözlük okuyorum; Attila Tokatlı’nın Ansiklopedik Felsefe Sözlüğünü okumaya başlıyorum.

1973’ten beri kütüphanemde olmasına rağmen pek az müracaat ettiğim sözlüğü okumak geldi içimden. Hem daha iyi oyalanırım, hem de felsefe hakkında fikir edinebilirim diye düşünüyorum.

Şimdiye kadar birkaç felsefi eser okumama rağmen felsefenin ne olduğunu, ne olmadığını öğrenemedim. Sözlük okumakla da felsefe öğrenilebileceğini hiç sanmıyorum. Hele de oyalanmak için okunursa verim alınamaz. Üstelik yatarak okuyorum.

20 Aralık 2011 Salı günü saat 11.12

Eşimle her zamanki gibi kâğıt oynadık. Bir iş için İzmit’e inecektim oyundan sonra; ama biraz keyifsiz hissettim kendimi. Karyolaya uzandım. Üzerime de battaniye aldım. Aslında ev sıcak; ama küçüklükten kalan bir alışkanlık, yatınca mutlaka örtünmem lazım.

Elimde kitap, kâğıt ve kalem. Yatarken okuyacak, yatarken notlar alacağım.

Notlarımın hangi şartlar altında tutulduğunu belirtmekte yarar gördüm.

Yazmışken tam yazayım. Eşim kuruyemiş getirdi. Bir taraftan da atıştırıyorum. Eşim Tv izliyor, benim gözüm de arada bir kayıyor görüntülere. Sesler de kulaklarımı dolduruyor.

Yanlış yaptığımı biliyorum. Okuduklarım sadece gözlerimden girmemeli; kulaklarımdan da girmeli, diğer duyu organlarımdan da. Okunanlar kulaktan nasıl girer? Öyle ya, sessiz okuyacağım. İç ses var mı? Okunanlar canlanır mı; duyu organlarımıza hitap eder mi?

20 dakika nasıl geçti? 69 yılı geçirdik; 20 dakikayı soruyorum. Saçmalıyor muyum? Felsefe sözlüğünde bunun cevabini bulabilir miyim?

*

Hem sevmeyi, hem bilmeyi içerir felsefe.

A

“Apelard (Pierre), Fransız filozofu (1079 – 1142), henüz yirmi yaşındayken bir felsefe okulu açmış ve çeşitli şehirlerde başarılı dersler verdikten sonda Paris’e dönmüştür..”

Yirmili yaşlarda İstanbul’u fethetmeyi anlarım; ama felsefe okulu açmayı anlamıyorum. Felsefenin diğer bilimleri de içerdiği zamanlarda olabilir herhalde, yoksa…

Abelard Pierre’yi ilk duydum demiyorum, çünkü çok unutkan oldum. Belki de okumuşumdur…

Böyle her kişiye, her kavrama takılırsam sözlüğü okuyamam ki… Sözlüğün dışına, sözlük bitmeden çıkmamaya çalışacağım.

Daha okumakta olduğum paragraf bitmeden kalemi elime alıyorum. İyi yapmıyorum galiba. Çok ilginç satırları üzerine düşünemez oluyorum.  Düşünmeli; çünkü Abelard çok ilginç bir kişi. Dillere destan aşk macerası var. Bu yüzden hadım edilip manastıra kapatılması da film konusu olacak gibi. Belki de olmuştur.

Sözlüğün sayfasını çevirince ne göreyim. Bazı cümlelerin altı çizili. Demek ki daha önceleri de okumuşum.

Ooo, neymiş Abelard. Kilisenin bağnazlığına karşı savaşmış ve bugünkü kavramcılık olarak nitelenen özgün bilgi teorisi geliştirmiştir.

Başım daha çok ağırmaya başladı. Daha ilk sayfada büyük ozan Villon’un Abelard hakkında birkaç dizesi, Bergson’un Abelard hakkındaki görüşü…. Hepten dağıldı kafam.

Neyse. Abelard’ın bir görüşünü yazarak diğer kelimeye geçelim.

Filozofa göre insan ancak vicdanını sorguya çekerek kendini bilebilir.

Doğrusu sözlük okumaya başlarken böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Herhalde böylesine okuyan, böylesine not düşen ilk kişi oluyorum.

Sözlükten çıkınca Abelard’ı internette arayacağım.

Söze bak: Sözlükten çıkınca. Sanki sözlüğe hapsedildim de. Manevi bir hapis olabilir mi bu?

Abes bkz.saçma

Böyle her kelime hakkında not düşmeyeceğim; ama saçmaladığımı sandığımdan abes kelimesini yazdım. Sandığımdan diyorum; çünkü neyin saçma olduğu hakkında tam bir fikrim yok. Saçma dediğimiz felsefi bir düşünce olabilir.

Acı, ağrı (Osmanlıca ıstırap, Fr.douleur, İng.pain) Temel bakımından hoş olmayan fizik hali.

Bu kelimeyi de rahatsız olduğum için yazdım. Biraz önce eşim bana mideye fazla dokunmayan bir ağrı kesici verdi. Ağrı kesiciler ülserime iyi gelmiyor; onun için nadir alırım ağrı kesicileri.

Tüm vücudum ağırıyor; ama okumadan, yazmadan alıkoyacak kadar ağrım yok hamd olsun.

Okumaya devam edelim:

İki belirgin acı vardır: Fizyolojik acı, psikolojik acı.

Schopenhauer gibi kötümser bazı filozofların gözünde dünyanın gerçek yanlarından birini sadece acı dile getirmektedir.

Hıristiyanlık acının arıtıcı erdemler taşıdığını ısrarla  ileri sürmüştür.

Ne yapıyorum ben? Sözlüğü yeniden yazmaya ne gerek var.

Acı hakkında bir çok vecize yazmıştım bir zamanlar. Hepsini unuttum. Ancak acının bir öğretmen olduğunu söyleyebiliriz. Tabii, psikolojik acıdan söz ediyoruz. Fizyolojik acıyı (ağrıyı) felsefenin neresine yerleştirebiliriz? Bu andaki durumumu nasıl açıklayabiliriz?

…..

Sabahattin Gencal, Başiskele – Kocaeli, 21. 12. 2011 

 
Toplam blog
: 181
: 635
Kayıt tarihi
: 29.03.11
 
 

1943'te Trabzonda doğdu. Erzurum Yavuz Selim İlköğretmen okulunu bitirdikten sonra girdiği Bursa Eğ..