Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ocak '09

 
Kategori
Deneme
 

Sözün bittiği yerde miyiz?

Sözün bittiği yerde miyiz?
 

Fotoğraf:www.cagri105.com


'Sözün bittiği yer!' denir ya... Gerçekten orada mıyız?

Ya da, fırtına öncesi bir sessizliğin ortasında, bağrında mıyız?

Yoksa, her şey sessiz ve fırtınasız olup bitti de, ayırdında mı değiliz?

Öyle anlar vardır ki, sözler duru(lu)r, duygular ve gözler nöbeti devralır!

Bitti denilen yerde, söz gerçekten bitmiş midir? Bitmişse, hangi nedenlerledir?

Bırakın yazının icadından bu yana geçen 3500 yılı aşkın süreyi, insanın ilk var oluşundan bu yana, en ilkel halinden, en acı, en mahrem, en coşkulu, en mutlu, mutsuz ya da isyankâr hallerine değin tüm insanlık hallerini en etkili biçimlerde duyuran sözcükler mi bitmiştir ki, söz de bitsin?

Yoksa yetersiz mi kalmışlardır? O sözcükler ki, anlamın binlerce yıla meydan okuyan görkemli yapı taşları...

Gerçek taşlardan mucizevî harçlarla şahaser yapılar inşa edip bugünlere ulaştıran dev mimarlar; Sinan'lar, Leanardo da Vinci'ler, Kenzo Tange , Seyfi Arkan ve Mario Botta'lar gibi... Sözlerin, anlamların yapı ustaları Sokrates'ler, Shakespeare'ler, Goethe'ler, Hikmet Ran'lar, Asaf'lar, Dağlarca'lar ve Berk'ler yitip de gittikleri için mi yoksa?

Harflerin, ünlülerle ünsüzleri âdetâ yer değiştirmekte! Tüm o zarif ve şapkalı inceltme işaretlerinin kaldırıldığı zamanlarda, kaba ve kürek gibi ellerle başlarına basılarak bir yerlere tıkıldıkları için mi söz de bitmekte acaba?

Yoksa harfler, okul sıralarındaki yakın arkadaşlıklarına rağmen, yollarının ayrıldığı, herkesin numaralandırıldığı hastane, kışla ve hapishanelerin vazgeçilmezleri olan rakamlarla, sapla saman gibi karıştırıldıkları için mi suskunlar? Bir rakam üç harf, etmezki bir söz! Bu yüzden mi yoksa harfler, söz okyanuslarına doğru akıntılarını kestiler?

Ya da, paranın, iştahın, iktidar olmanın, ihtiraslı intikam ve güç nöbetlerinin sert adımlarıyla çiğnenişleri midir yoksa onları bitiren?

Ya da, yüzyıllardır sığındıkları sımsıcak şair, yazar ve yurttaş kalplerinden kopartılıp anlamsızlığın soğuk nezarethanelerinde titremeye terk edildikleri için mi sözler de bitmekte artık?

Bu saydıklarımın tek başına hiç biri olamaz bence onları kaybettirip bitirebilecek olan fail... Aksi halde, o zayıflıkla bu günlere gelemezlerdi. Ya da, bu etkenlerin hepsinin birden az çok pay sahibi oldukları, birikimli ve sinsi bir tsunaminin altında kalmış ve can çekişiyor da olabilirler...

Biz sağımıza, solumuza, önümüze, arkamıza bakınca Cemal Süreyya'nın 'Uçurumda açan çiçekler'i gibi sözcükleri ve lokomotifi fikir olan sözcük treni sözleri görür, onları hep severdik. Ama, uçurumu seviyorsan kanatların da olmalı! Yoksa o sözcüklere de 'İkarus' gibi balmumundan kanatlar mı verildi de artık açamıyor, tehlike anında da uçamıyorlar?

Kelimelerimizi mi kaybettik yoksa onlar mı bizleri terketti? Söz ve yazı diyarlarında o yüzden mi yoksa öksüz ve yetimlere döndük?

Bir Hasan Hüseyin şiirinden sıçrayan Cezane Paveze var ya, şöyle der yanılmıyorsam o şiirde; " Amma da sakızlattık sözü be! Pavaze'de senin olsun, Maronetti'de..."

Uyalım biz de üstada ve alalım sözün bittiği yere dair sözü oralardan ve diyelimki...Eğer bunların hiç biri değilse ve birikimli etkiler de bu acı yitişi tam olarak sırtlayamıyorsa başka bir şey olmalı bunu açıklayan?

O şey, eylemin, değerleri de içine alan 'eylemli tüketimin' sözün önüne geçişi midir yoksa? Tarihsel kazanımların, onurlu var oluşların, ahde vefa içeren mutabakatların, tok duruşların ve namus sözlerinin yitik kentlerinde... Oralarda rakamların izdüşümleri aranırken, harfler de tüm inceltme işaretleriyle ilgisizce kurban ediliyor...Sesli harfler sessizleştirilmeye çalışılıyor... Böylece s(öz)ler anlamsızlaşıp zayıflıyor...

'De jure' görünümü altında yaratılan 'De facto' haller midir asıl neden? (*)

Unutulmaya ki, tarih 'De jure' nu yaratamayan 'De facto'lar mezarlığıdır... Aynı zamanda düşünce ve söz katillerinin de!

Bu mezarlığın bekçilerinin daimî anası tarih ana, hiç şüphesiz ki çok söz söylemiş, yazmıştır ve yazacaktır bu konularda da, yarınlarda...

Dokuz köyden kovulsa da, onuncu köyde hep faâldir söz! (**)

Sözün, hiç bir yerde, hiç bir zaman ve hiç bir şekilde bitmediğinin bir süre sonra hep anlaşıldığı gibi...

İ.Ersin KABOĞLU,

11. Ocak. 2009, Ankara

Blognot:
 

(*) De facto, "gerçekte", "uygulamada", "fiilen", "fiili" ya da "pratikte" anlamında kullanılan Latince bir deyişdir. "Kanuna göre" veya "hukukî olarak" anlamına gelen 'de jure' ile karşıt olarak sıkça kullanılır. Yasal bir durumu tartışırken 'de jure', konu hakkında yasaların ne söylediğini, 'de facto' ise, gerçek hayatta uygulamanın nasıl olduğunu belirtir. Bu uygulama yasal olabilir ya da olmayabilir.Teriminin oldukça geniş bir kullanım alanı vardır. Evlilikten, devletler hukukuna kadar bir çok konuda kullanılır. Ayrıca, geçerli bir yasa ya da standartın olmadığı fakat genelleşmiş bir uygulamanın söz konusu olduğu herhangi bir durumu belirtmek için de bu deyiş kullanılır. Sözcük İngilizce' de ilk kez 1602 yılında kullanılmıştır.

(**)' Onuncu Köyden Bir Serzeniş!' için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=140573

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..