- Kategori
- Deneme
Spartalılar ve Biz
300 SPARTALI
İsmihan YORGANCI
Sparta uygarlığı aşırı disiplinli, askeri örgütlenmeleri ile bilinirler. Toplumda erkek ve kadının görevleri vardı. Erkekler askerdi. Kadınlar ise devlete asker yetiştirmekle görevli anne konumundaydılar. Her kadın çocuğunu altı yaşına kadar büyütmek, dayanıklı ve sağlıklı olarak yetiştirmek mecburiyetindeydi. Altı yaşına kadar aileleri yanında kalan çocuklar askeri disipline yavaş yavaş alıştırılmak üzere devletçe alınırdı aileden. Küçük yaşına rağmen bu gidiş elbette bir anne yüreği için dayanılmaz, çocuk için korunaklı dünyadan koparılıp, acımasız dünyaya atılmanın ilk darbesiydi. Çocuklar, ilerleyen yaşlarında dayanıklı bireyler olmaları için çetin doğa şartlarında tek başlarına bırakılırdılar. Bu bazen gecenin ayazıyla mücadele… Bazen çölde sıcak ve susuzlukla baş etme… Bazen de vahşi bir hayvanı alt etmek uğruna verilen sınavdı. O farkında olmasa da Onun verdiği sınav; ‘İradesini ve zekâsını doğanın öfkesine karşı kullanmayı öğrenmekti.’ Çocuklar yirmi yaşına geldiklerinde tam bir asker olarak hizmete başlarlardı.
Spartalılar ve Biz diyerek ironi yapıyorum tabii ki. Ancak bu bağlamda yönetmenliğini Zack Snyder yaptığı, 2006 yılında gösterime giren ‘300 Spartalı’ sinema filmini görmenizi öneririm. Sadece Spartalıların bir hikayesi olarak değil; kurulu şu dünyada hayatta kala bilmek, kendine bir yer edine bilmek uğruna mücadele veren insanın, toplumsal mücadelesini görerek; satır aralarını çizerek ve anlatılmak istenenin felsefesini okuyarak izlemenizi dilerim.
Bu satırları yazmama neden olan sebebe gelince… Geçen hafta herkesin de hissettiği gibi Aralık ayı ile birlikte soğuk hava koşulları ile tanıştık. Bir afat kopacak telaşı ile birlikte önce bazı sevgili çocuklarımız ve bazı öğretmenlerimiz kendilerine izin verip, afat geçene kadar evde kalmayı seçtiler. Ertesi gün ise Eğitim Bakanlığımız ilk ve orta dereceli okulları bir günlüğüne tatil etti. Okulların tatil olması, çalışan anneleri tedirgin etti. Çünkü evde kalmak zorunda olan çocuğuna sahip çıkacak biri yoktu. Ancak iyi niyetten, ‘aman çocuklarımıza bir zarar gelmesin’ diyerek tatil veren Bakanlığımız, işin bu boyutunu düşün(e)medi. Kaldı ki perşembeyi takip eden Cuma günü de tıpkı Çarşamba olduğu gibi bazı kendine tatil veren öğretmenler ve öğrenciler nedeniyle sınıflar boş ‘öğrencisiz’ ve derssiz ‘öğretmensiz’ kaldı. Özellikle lise ve ortaokul çağına gelmiş gençlerimize, doğanın öfkesine karşı yaşamaya devam etmeyi öğreteceğimize, biz ne yaptık? Kaçıp saklanmayı önerdik. Neden? Çünkü planlanmamış yaşamlarımızda, çöpten yapılmış okullar(!)ımızla ve veya diğerleri ile doğanın en ufak öfkesinden korktuk. Bu duruma karşı ne güvencemiz vardı ne de pratiğimiz. Belki de bizim için bu durum bir afetti.
Akıl almaz işlere imza korken bu şartlarda neler düşünmedik ki? Örneğin; ısıtamadığımız sınıflarımızda çocuklarımız üşüyecekti… Teneffüslerde kantin kuyruğunda üşümek ve ıslanmak da ihtimaller arasındaydı. Halen de öyle… Çoğu okulumuzda öğrencinin girip oturacağı karnını doyuracağı kantinler yok maalesef… Bir de ‘akılı tahta’ sendromu vardır. Teneffüslerde zarar görmesin diye öğrencilerin, kaplumbağa misali çantaları ile dışarı salındığı… Ve eskiden öğretmenin öğrencisini takip ettiği konumdan, ders takibini ters yüz ederek, öğrencinin o sınıftan o sınıfa dersi kovaladığı formatta bir kovalamaca… Eeeee. Savaşmak sadece kılıç kuşanmak değildir Spartalıların dünyasındaki gibi. Düzenin koyduğu kuralara karşı da dayanıklılık göstermektir haliyle(!)…
Şimdi kim diyebilir ki bana her kadın çocuğunu büyütmek, dayanıklı ve sağlıklı olarak yetiştirmek mecburiyetinde değildir bu düzende. Bir anne olarak ömrü boyunca korumak mı daha kolay çocuğunu yoksa; ilerleyen yaşlarında dayanıklı bireyler olmaları için çetin doğa şartlarında tek başlarına bırakmalımıdır? Tıpkı, halkını plansız; programsız gelişen yaşam şartlarında bir denek gibi kullanan bu ‘düzen’ gibi… Sizce hangisi?