Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Eylül '16

 
Kategori
Spor
 

Sporda başarı nasıl ölçülür?

Arupada futbol oynayan Türk çocuklarını bize katılmaları için ikna etmek başarı mıdır?

Sporda başarının ölçüsü nedir?

Çeşitli seçeneklere bakalım.

Kimine göre başarı sadece alınan sonuçlarla ölçülür.

Bu yaklaşıma göre, örneğin, milli futbol takımı maç kazanırsa başarılıdır, kaybederse başarısızdır. Konu bu kadar basite indirgenebilir mi acaba? Örneğin, başarılı sonuçlar alınırsa bu sonuçları alan futbolcuları, bizim sistemimiz içinde, kendimizin yetiştirip yetiştirmediğimizin hiç mi önemi yok? Kendi ülkesinde sporcu yetiştirecek düzeni kuramayan ülkelerin, kökenleri kendilerinden diye, başka ülkelerin yetiştirdiği sporcularla çok övünme ve sadece onların başarılarıyla avunma hakları var mıdır?

Tartışılabilir.

Bu yaklaşım biraz ırkçılık kokmuyor mu sizce de?  Elbetteki dışarıda eğitilip yetişen çocuklarımızın, istedikleri taktirde, ülkemizi temsil etmeyi seçmeleri en doğal haklarıdır ve bizim için gurur vericidir. Ancak onları bu seçime götüren ikna sürecini "büyük başarı" olarak tanımlamak ve başarıyı sadece dışarıda yetişmiş sporcularla aramak bence sorunlu bir yaklaşımdır.

En hafif deyimiyle kolaycılıktır ve hazıra konmaktır. Onları yetiştiren ülkelerin de bu konuda sitemde bulunma hakları vardır diye düşünürüm.

En son örneğe bakarsak; Danimarka'da yetişen genç futbolcu kardeşimiz Emre Mor'un ülkemizi seçmesi için ikna edilmesi öylesine büyük bir teknik direktör başarısı olarak sunuldu ki.... 

Ben anılan sayın Direktörü Avrupa liglerini tarayıp başarılı Türk futbolcular bulmasından daha çok ülkemizde başarılı futbolcuların yetişmesini sağlayacak bir düzenin kurulmasına ön ayak olurken görmek isterdim.

Dünya futbolunu yönetenler artık her ülkenin sportif alanda, hazıra konmaktan vazgeçip, birazcık üretime katılmasını istiyorlar. Bu sezon şampiyonlar ligine katılacak Beşiktaş'a getirilen kadro kısıtlamaları bir şeylerin habercisi gibi.

Diyorlar ki Beşiktaş'a:

"Kadronda, en az, dört tane kendi kulüp alt yapından yetiştirdiğin ve dört tane de ülke alt yapısından yetişmiş oyuncu olacak. Yoksa gelme."

Bu şu demek, 23 kişinin en az sekiz tanesi yerli üretim olacak.

Buna benzer kısıtlamaların çok yakında ülke milli takımları için de geleceğini öngörüyorum. Ellerinden alıp kendilerine karşı oynattığımız futbolcuları yetiştiren bu ülkelerin kendi bindikleri dalı kesecek kadar basiretsiz olduklarını ve bu işi sitemle geçiştireceklerini sanmak saflık olur. Yakında milli takım kadrolarında ülkesinde yetişmiş en az sekiz oyuncu olması kuralı gelirse şaşırmayın.

Ben söylemiş olayım da ona göre hazırlık yapın veya yapmayın, siz bilirsiniz. Siz bilirsiniz deyince kavga çıkmazmış.

Diğer spor dallarında da durum pek farklı değil doğal olarak ama futbolla başladık madem biraz daha futbolla devam edelim.

Başka bir başarı ölçeği-transfer.

Transfer dönemi sona erdi. Taraftarlar kendi takımlarının hamlelerini çok yakından izlediler. Heyecanlandılar. Kartal kanaryanın kanatlarını kopardı kendine taktı....Transfer haberleri bizzat kulüp başkanları tarafından dillendirildi. Hepsi adeta Napolyon edasıyla konuşuyordu. Toplu açılış, pardon, imza törenleri yapıldı. Ülkemize gelen yabancı futbolcular havaalanlarında krallar gibi karşılandılar. Neye uğradıklarını şaşırdılar. Korkup geri gitmeye yeltenenler oldu (şaka). Televizyon programları bu konuya ayrıldı. Sayın yorumcular aylardır çoğu hayali bir çok futbolcuyu ülkemize getirdi.

Taraftarın deyimiyle ey "büyük başkanlar" siz neden yabancı oyuncu transfer ediyorsunuz, lütfen bana söyler misiniz? Ne yapmaya çalışıyorsunuz? Üstelik hepinizin üzerinde Avrupa futbolunu yöneten kurumların sınırlamaları var. Ayağınızı yorganınıza göre uzatın yoksa sizi aramıza almayız diyorlar.

Hem bu değirmenin suyu nereden geliyor?

Bu dışarıdan yönlendirme ve uyarılar sizi hiç üzüp rahatsız etmiyor mu? " Biz neden başkaları tarafından yönetiliyoruz, bunları neden kendimiz düşünemiyoruz", diye hayıflanıyor musunuz zaman zaman? Yoksa bana ne, ben taraftara yaranmaya çalışırım, geri kalan beni ilgilendirmez mi diyorsunuz. Siz alkışkolik misiniz?

78 Milyon nüfustan 11 tane futbolcu çıkaramadık diye üzüldüğünüz oluyor mu hiç?

İzlanda'nın nüfusu 300 000, yazıyla, üç yüz bin kişi. Bu ülkenin son Avrupa şampiyonasındaki başarısını yaratan sistemi incelemek ister misiniz? Ülkede bir tane bile yabancı futbolcu yokmuş. Havası çok soğuk olduğundan herhalde... Bizim iklim Akdeniz, gelenin gidenin haddi hesabı yok maşallah. Kapıdan kovsak bacadan giriyorlar. 

Anlıyorum bütün kulüp başkanları başarı istiyor. İyi de başarının ölçüsü ne? Şampiyonluk mu? Ne yaparsanız yapın birinci ligde şampiyon olma şansı olan takım sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Diğerlerinin bu alanda hiç şansı yok. Bu gerçeği görerek sağdan-soldan borç aldığınız paraları çar-çur etmeseniz.

Şampiyon olma olasılığı olan 3-4 kulübe gelelim. Diğer kulüplerle aranız o kadar açılmış ki yıllardır kendi aranızda yarışıyorsunuz. Yarışın da bu yarışı yabancı oyuncular üzerinden yapmanız şart mı? Böyle yaptığınızda yarış bir para harcama yarışına dönüşüyor. Sonunda duvara tosluyorsunuz. Hepiniz iflasın eşiğindesiniz.

Geçmişte bir dönem "zıtlaşma" üzerinden seyirciyi stadlara çekmeyi başardınız. İnsanlar kendi takımlarının başarısını değil, rakip takımın başarısızlığıyla mutlu oluyordu. Stadlar "ölmeye, ölmeye, ölmeye geldik" nidalarıyla yıkılıyordu. Neden öleceklerse?

Artık millet uyandı. Kandıramıyorsunuz.

Oynanan itiş-kakışa dönüşmüş oyun seyirciyi mutlu etmiyor ve izleyen insan sayısı giderek azalıyor. Bir de şifre koymuşsunuz seyretmek isteyenlere. Barcelona-Real Madrid maçını seyredebiliyoruz da kendi maçlarımızı göremiyoruz. Şaka gibi. Sanki çok hevesliydik. Böyle olunca da değirmene gelen su azaldıkça azalıyor. Yakın zamanda çarklar dönmez olacak. "gözlerden uzak" (deyim Sn. Fuat Akdağ'dan izinsiz ödünç alınmıştır) bir futbolumuz var. Unutmayın gözden ırak olan gönülden de ırak olur.

Sakın bana "büyük kulüpler olarak" biz Avrupa'da başarı peşindeyiz demeyin. Güldürürsünüz beni. Yılda 65 milyon euro ile sınırlandırılmış toplam bütçenizle mi yapacaksınız bunu? Adamların bir tek futbolcularının değeri 150 milyon. Vazgeçin bu sevdadan. Eğer gücünüz varsa koyun ortaya 400-500 milyon euro, alın dünyanın en ünlü futbolcularını, zengin Arap iş adamları gibi, kurun takımınızı Avrupa'da yarışın isterseniz. O olaya "endüstriyel futbol" diyorlar, benim demem o değil. Ben spor olan futboldan söz etmeye çalışıyorum.

Ülkemize hangi tür yabancı futbolcular geliyor?

Bir kaç kategoride toplamak mümkün.

Çok iyi bir kariyere sahip ancak yaşlandıkları için kariyerlerinin sonuna yaklaşan ve Avrupa'daki rekabetçi ortamda kendilerine yer bulamaz olanlar geliyor. 

Bu tür miadı dolmuş oyuncularla Avrupa'da yarışan bir takım oluşturmak mümkün değil. Ancak bu değerli oyuncular kulüplerimize profesyonellik anlayışı yönünden katkıda bulunuyorlar. İyi örnek oluyorlar. Gelseler de olur gelmeseler de.

Avrupa'da başarılı olamamış, orta-karar oyuncular geliyorlar. Bence hiç gelmeseler daha iyi.

Arada bir Hagi, Sneider, Alex de Souza, Gomez gibi istisnalar geliyor. Böyleleri hep gelsin.

Uyum konusu.

Geniş bir konu. Ben sadece kültür açısından ele almak istiyorum.

Önce milli takıma çağrılanlara bakalım.

Bu çocuklarımız yabancı bir ülkede ve doğal olarak o ülkenin kültürüyle yetişiyorlar. O kültür bazen bize uymayabilir. İyidir, kötüdür demiyorum. Farklıdır diyorum. Ülkemiz adına yarışmayı seçti diye içinde yoğrulduğu kültürden hemen soyutlanıp bizim gibi davranmasını istersek haksızlık etmiş oluruz. Zaten neresinden baksan yılda üç-beş maç oynamak için gelip yine kendi ortamına geri dönecek. Hoşgörülü olalım. İnce eleyip sık dokumayalım.

Gerçekçi de olalım. Çocuğu alıyorsak her şeyiyle almak zorundayız. Futbolculuğunu istiyorum ama kültürünü bırak da gel olmaz. Hayır ben böyle bir davranış şekli istemem diyorsak, yapacağımız iş o çocuğu kendi ortamında bırakmaktır.

Zamanla onlar da bizim kültürümüzün farklı olduğunu anlayıp, en azından onu rencide etmeyecek davranış şekillerini kendiliklerinden geliştireceklerdir.

Bakın size, sizi kızdıracak bir şey söyleyeyim. Bu çocukların başarılarında yetiştikleri ülkelerin insan yaradılışına uygun özgürlükçü ortamının önemli bir katkısı vardır. Oralarda disiplin ve saygı kavramları bizden biraz farklıdır. Biz bu anlamda biraz şekilciyiz gibi gelmiştir hep bana. Şekil de bazen önemli olabilir ama öz her zaman önemlidir.

Bir anımı anlatarak ne demek istediğimi açmaya çalışayım.

Bir özel havayolu şirketinde kaptan olarak uçtuğum dönemde, kendi çocuklarımızın yanında yabancı kökenli genç yardımcı pilotlarımız da vardı. Hepsiyle güle-oynaya uçuyor, elimizden geldiğince onlara bir şeyler vermeye çalışıyorduk.

Yabancı uyruklu gençlerin arasında ülkesinde havacılık üniversitesini yeni bitirmiş Norveçli bir genç vardı. Çocuk ayaklı kütüphane. Havacılık alanında bilmediği bir şey bulmak mümkün değil. Uçuş tecrübesi yok ama gelişmeye istidatlı.

Uçuş planlama sistemi her kaptanın her yardımcı pilotla uçması şeklindeydi. Değişik arkadaşlarla uçardık hep. Bir ara ben andığım bu Norveçli gençle biraz sıkça uçtuğumu fark ettim. Önemli bir konu değil ama sorguladım. Ekip planlama özel bir durum yok, denk gelmiştir dedi. İnanmadım ama iyi dedim.

Bir gün bir sohbet ortamında, bazı kaptan arkadaşlar yabancı uyruklu yardımcı pilotların kokpitteki davranış şekillerinden yakındılar. En çok yakınılan da konuştuğumuz Norveçliydi. Havada kokpitte faaliyetin nispeten az olduğu süreçte bacak bacak üstüne atarak oturuyormuş. Uçuşunda veya nazari bilgisinde bir eksiklik var mı dedim. Yok dediler.

Bir sonraki uçuşumuzda ben de baktım. Gerçekten öyle oturuyor. Hiç fark etmemişim. Neye bakarsanız onu görüyorsunuz. 

Milli takımlara dışarıdan aldığımız çocukların öncelikle futboluna bakalım. Biz de rahat edelim onlar da rahat etsin.

Kulüp takımlarındaki yabancı oyuncuların kültür farklılıkları daha önemli çünkü onlar hep bizimle birlikte. Başarı için asgari bir uyum veya uzlaşı faydalı olur.

Övünmek gibi olmasın ama ben Galatasaray taraftarıyım. Yerli yabancı kültür farklılaşmasının geçmişte sık sık  gündeme geldiği bir takımım var. Hatırlıyorum bir maçta bizim çocuklardan birisi kasten Jardel'e pas vermediği için takım şampiyonluktan olmuştu. Ne yapalım canı sağolsun.

Eskiden takımlar önemli maçlardan önce kampa girerlerdi. Bir mekanda toplanırlar bir kaç gün birlikte olurlardı. Kulüp başkanları da kampı ziyaret edip futbolculara prim, pardon moral verirlerdi. Böyle bir başkan ziyaretini televizyondan izlemiştim. 

O dönemde Lincoln adında çok iyi bir Brezilyalımız vardı. Akşam kampta bizimkiler tavla oynayıp, "bursanın ufak tefek taşları" türküsü eşliğinde eğlenirken bu Brezilyalı sıkılıp odasına çıkmak istedi. Başta başkan olmak üzere herkes adamı ortamda tutmaya çalıştı. Olmadı.

Amacım eleştiri değil. Farklılığı vurgulamak. Yabancılar hayatı bireysel yaşamayı seviyorlar. Arda'nın Barcelona ile ilgili anlattıklarına bakarsanız bu farklı yaşam şeklini hemen görürsünüz.

Söylemim şudur. Yabancı futbolcu alıyorsanız farklı bir kültür aldığınızı da bilin ki Muslera kendi seyircisine kızıp kramponlarını kale direklerinde parçaladığında şaşırmayın.

Milli maçlar milli gurur konusu olmalı mı?

Elbetteki hayır. Seyir sporları seyir zevki içindir. Hoşlanırsanız seyredersiniz hoşlanmazsanız bakmazsınız. Başarılı olduğumuzda sevinir, olamazsak üzülürüz.O kadar. Yenildiğimizde milli gururumuz rencide olmaz.

Milli takım Avrupa futbol şampiyonasında bize söylenmeyen nedenlerle birbirine girerse benim milli gururum o zaman rencide olur. Söyleyin bize ne oldu orda? Bilmek benim hakkım.

Hem neden sadece futbol gurur konusu oluyor onu hiç anlamamışımdır. Voleybolun, basketbolun, jimnastiğin nesi eksik. Nedir bu anlamsız seyir sporu futboldan çektiğimiz. Son olimpiyatlarda basketbol kadın takımımız destan yazdı. Kimse tınmadı.

Olimpiyatlara katılamasalar da voleybolcu kızlarımız her zaman yüz akı. Ülkemin aydınlık yüzü çağdaş pırlantalar. 

Jimnastikçimiz Tutya Yılmaz'ı gördünüzmü? Neden yüzlerce özel program yapmadık hakkında. Yapalım ki çocuklarımız özensin.

Kadınlarımızın sporda erkekleri geçtiğinin farkında mısınız? Haydi kızlar iş başa düştü diye de şarkı bestelemişler. Doğru valla.

Gelin şu işin adını koyalım. 

Ülkenin sportif başarısı genel anlamda genel kültürünün, dar anlamda spor kültürünün oyun alanlarına yansımasıdır. Kültür varsa sportif başarı vardır. Yoksa yoktur. Boşuna uğraşmayın.

Sebep-sonuç ilişkisi kuramayan toplumlar 21 nci yüzyılda orta çağı yaşamaya devam ederler.

Kendisi sporcu yetiştiremediği için başka ülkelerden ödünç alınan sporcularla olimpiyatlara katılan ülkeler demiş olurlar ki, bizim spor kültürümüz yok. 

Bu arada sırası mı değil mi bilmiyorum ama sizi kızdıracak bir şey daha söylemek zorundayım. Ben milli takım oyuncularının ve antrenörlerinin milli görev karşılığı para almalarını hiç anlamam. Milli forma gönüllülük yeridir. İsteyen oynar istemeyen oynamaz. Para karşılığı milli hizmet yapanlar beni temsil edemez. Ben kendi adıma bu temsili kabul etmiyorum.

Çok geri kafalıyım değil mi?

Eğer para almadan ben bu işi yapmam diyen varsa, alsın parasını ama vatan-millet edebiyatını hemen bıraksın. Yılda 4 milyon euro alıp ülke olarak biz bu turnuvaya hazırlanamadık derseniz, ben anlamam. Hazırlansaydınız.

Ne yapalım da başarılı olalım.

Malumun ilanı gibi olacak ama tekrarlayalım.

Sporu yaygınlaştıramız gerekiyor.

İki anlamda.

Birincisi tüm spor dallarına yönelmeliyiz. Sadece futbolla bir yere varamayız.

Atletizm tüm sporların anasıdır. Öncelik verilmelidir.

Sporu ülke geneline yaymalıyız. Herkes bir spor sahasına, tesisine veya en azından semtindeki bir basketbol potasına yürüyerek ulaşabilmelidir.

Devlet profesyonel spor alanına hiç bir kaynak ayırmamalıdır.

Bırakın kulüpler kendi sahalarını yapsınlar, seyircisini bulsunlar, güvenliğini sağlasınlar, çalıp oynasınlar. Onlar ticari bir şirkettir. Şirketlere devlet alt yapı hazırlıyor mu?

Maçlara 7-8 seyircisinin geldiği şehirlere 40 bin kişilik stadlar yapmayalım. Olmaz olsun o ölü yatırımdan gelecek oy. Onların yerine her semte küçük spor alanları yapalım.

Tüm okullarda, okuyan çocukların çağına uygun kapalı spor salonları olmadan sporda başarı beklemeyin. 

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..