Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Aralık '15

 
Kategori
Sinema
 

Star Wars’taki karanlık taraf gerçekten var mı?

Star Wars’taki karanlık taraf gerçekten var mı?
 

Darth Vader


George Lucas’ın 1974 yılında senaryosunu yazmaya başladığı ve 1976 yılında beyaz perdeye aktardığı Star Wars serisi, bu hafta 18 Aralık 2015 Cuma günü serinin 7nci filmi ile devam ediyor.

Filmin en öne çıkan unsurlarından birisi de büyük umutlar vaat eden genç Jedi Annakin Skywalker’ın “karanlık taraf”a geçmesidir. Karanlık tarafa geçerek bir Sith Lordu olur. Yeni adı ise Darth Vader’dır. Korkunç acılar içinde vücudunun bazı bölümlerini kaybetmesi neticesinde, o korku hissi uyandıran siyah elbisesinin içinde o elbisenin ona sunduğu yapay yaşam koşullarına mahkum bir şekilde yaşar.

Kendi kararıyla geçtiği karanlık tarafın sunduğu yapay güce karşın kendi kalbini, ruhunu, içindeki İlahi güzelliği, aşkı ve sevgiyi, merhameti, nezaketi geride bırakır.

Sahip olduğu karanlık tarafın gücüne karşın o karanlık elbiseye ve karanlık tarafın mutsuzluğuna mahkumdur.

Aslında yaptığı tek bir şey vardır, o da içindeki sevgi ve aşkı çektiği acılar neticesinde kalbinin derinliklerine gömmek...

Fark etmeden yaptığı şey, hayatın zorlu sınavları karşısında yıkılan kalbini ışıkla ve sevgiyle temizlemek yerine öfke, gurur, kibir ve nefret ile yıkayarak kendi acizliğini geçici olarak unutmaktır. Kendinden kaçmaktadır aslında.

Öyle bir derinlere gömer ki ışığını, kendinden bile saklar.

Öyle bir saklar ki ışığını, kendi hakikatini ve İlahiliğini unutur gider. Kaybolan bir ruh olur. Kukladır aslında artık. Tüm gücüne rağmen kayıp bir ruhtur. İçi ölü bir ağaç gövdesidir.

Peki karanlık taraf denen şey var mıdır? Yoksa bir film senaryosu mudur?

Rahatlıkla söyleyebilirim ki, KARANLIK TARAF denen şey vardır ve insanın önündeki en büyük engeldir. Çünkü hepimiz gölge olarak da tabir edebileceğimiz bir karanlık tarafa sahibiz.

Bunu herkes yaşar ama bunun karanlık taraf olduğunu çok az insan bilir.

Eril-dişil, anod-katod, iyi-kötü vs diye tabir edebileceğimiz zıtlıkların hakim olduğu bir evrende yaşıyoruz. Evrendeki her şey aslında zıtlıkların bir ilahi dansından ibaret. Bunlar zıtlık da değil aslında. Hepsi birbirinin tamamlayıcısı. Biri olmadan diğer var olamaz. Zıtlıklar olmadan ne evren, ne sistem, ne de insan var olur. Bu yüzden zıtlıklar lazım ve onlardan kaçış yok.

İyiyi kötü olmadan, doğruyu yanlışı bilmeden, sıcağı soğuğu yaşamadan, yükseği alçağı görmeden bilemeyiz. İnsanın gölgesi de ruhun dünya okulunda tekamülü için var. Tasavvufçular buna nefs der. Psikologlar ise ego.

Peki zıtlıklar neden var? Tekamül ortamı için.

Şimdi gelelim karanlık tarafa...

Kalbi mühürlüler olarak Kur’an-ı Kerim’de anlatılan insanlar vardır ki, onlar hep bu karanlık taraftadırlar.

Kötülük yapan, zulmeden insanlar vardır, bunlar da hep karanlık taraftadırlar. Maalesef karanlıktan başka bir şey görmedikleri için hayatlarından başka da bir şey bilmezler. Aristo’nun dediği gibi bir katil bile aslında kendisini mutlu kılacak olan şeyi yapmaya çalışır. Karanlığı bilen karanlıkla bunu yapar, nurlu yolda yürüyenler ise sevgi, saygı, merhamet, hoşgörü, aşk ile yaparlar.

Bir de ışığı görse bile bir türlü ışığa doğru adım atmayanlar vardır ki bence bu kişiler için durum en kötüsüdür. Çıkışı görüp harekete geçemezler zira. Birileri onlara el verse bile verilen eli alamazlar. Kendilerine sunulan lütfu görmez ve bilmezler ve hatta anlamazlar.

Ama bir de Annakin Skywalker gibi bir ışık savaşçısı olarak insanlara ve insanlara hizmet için eğitilen, bu yola baş koyanlar vardır. Bilgi, beceri ve yetenekleri aldıkları eğitimler ve ustalarıyla olan fiziksel, zihinsel ve ruhsal irtibatları neticesinde her geçen gün artmaktadır.

Ancak aydınlanma yolunda yürüyenlerin önünde en büyük engelleri yine kendileridir. En büyük engel kendi içlerindeki GÖLGE’leridir. Kendi içlerindeki her gölgeyi fark edip, onlara ışık tutmadıkları sürece kendi gelişimlerinde ve insanlığa hizmet çabalarında her daim bir risk olacaktır.

Ve bu yolda mertebesi ne denli yüksek olursa olsun düşenler olur. Ve yüksekten düşenin aldığı yara daha fazladır. Bu yüzden de tekrar ayağa kalkması kolay değildir.

Acı olan asıl şey ise bir ustayla, bir mürşitle, bir guru ile çalışmalarına rağmen bu tür bir acı deneyimi yaşamış olmalarıdır. Ama yaşanması gereken yaşanacaktır, çünkü usta veya mürşit sadece ama sadece yolu gösterebilir; yolda yürüyecek olan ve kendi gölgelerine ışık tutacak olan kişinin kendisinden başkası değildir. Sırat köprüsünde kişinin sadece kendisi olacaktır elbet.

Büyük güçlerine rağmen ışık savaşçılarının önündeki engeller neler olabilir?

Sonuca ulaşmak için ŞEHVET– Bu tür bir şehvet kişinin yolda yürümek ve tecrübe etmek yerine sadece salt hedefe odaklanmasına sebep olur. Çıktığı yolda artık sadece ama sadece fayda amaçlı eylemde bulunmaya başlar. Bu da egoyu tetikler. Amaç için her türlü aracı meşru görür.

Kendinden önde olanları KISKANMAK– Kişinin gelişip büyüdüğü gibi başkaları da aynı yoldadır. Ancak bu yol bir yarış değildir. Kimse, kimse ile de yarışmıyordur aslında. Bir mücadele de yoktur çünkü mücadelenin olduğu yerde kazanan ve kaybeden de olur. Kişi sadece kendisini aşmak gayretinde olduğu sürece yolda kalır ve ilerler. Ancak kendini ve kendi içsel gelişimini başkalarıyla kıyaslayıp, kendisini mutsuz etmeye başladığı an, başkalarını putlaştırdığı veya kendisi üstün görmeye başladığı an, işte o zaman düşmeye başlar.

Bilginin ve akıl danışılmanın KİBİRİ– Kişi ilerledikçe yavaş yavaş kendisi gibi yolda olanlar arasından bilgi, beceri ve yetenekleriyle sıyrılmaya başlar. Ondan feyz almak isteyenlerden tutun da, fayda sağlamak isteyenlere kadar birçok başka insan ile bilgi, beceri alış-verişi yapmaya başlar. Ancak bilginin ve akıl sorulmanın kibri insanı sararsa, kişi kendini diğerlerinden üstün görür. Kendini seçilmiş kişi sanabilir. Kendisini özel bir yere oturtabilir. Bugün birçok ruhsal odak, batıni tarikat, kişisel gelişim okulunda bu sorunu görebilirsiniz. BEN’den BİZ’e geçmeye çalışanların en büyük risklerinden birisi BEN’in dibine düşmektir. BEN OLDUM diyen kişi, bunu düşündüğü an diptedir.

Sınavlardan yorgun düşüp engellere ve sebeplerine karşı ÖFKE– Annakin’in yaşadığı da budur aslında. Otomobil üreticileri yeni bir tasarım yaptıklarında aracı test ederler. Ve bu testler aracı her türlü koşulda ve ortamda denemek ve sınamak içindir. Bu testlerin en zorlusu ise çöllerde -50, +50 derece gibi aşırı koşulların olduğu ortamlarda uzun süreler boyunca arabayı test etmektir. Bunu anlatmamın sebebi şu. Kişi hakikatin nurunu fark edip, o yolda yürümeye başladıkça ve hatta ilerlemeye başladıkça sınanacaktır. Her atılan adımda sınavlar daha da sıklaşacak ve şiddeti artacaktır. Sınavların amacı halıyı dövmek değil, halının tozunu almaktır. O yüzden kişi nefsinden ölene dek, kendi muhasebesini dünyada yaşarken tamamlayıp ölmeden önce ölene dek, bu sınavlar gelecektir. Her durumda, her koşulda ve her insanla dahi kendi içsel denge ve bütünlüğünü kişi koruyabilene dek bu sınavlar gelecektir. İşte Annakin’in başına gelen şey de bu sınavlar karşısında artan gücüne rağmen dayanma gücü kalmamasıdır. Annakin’in kabı bir yere kadardır. Daha fazlasını kaldırmaz. “Allah dağına göre kar verir” derler ya, işte Annakin bir yerde gelir ve tıkanır. Kabını daha fazla büyütemez.

Aşırı çabadan dolayı yorgun düşüp TEMBELLİK etmek– İlerledikçe artık her şeyi biliyor gibi hisseden veyahut yolun sonuna geldiğini düşünen veyahut bana bu kadarı yeter diyen kişi tembelliğe sürüklenir. Bu yol hiç bitmeyen sonsuz basamaklı bir yoldur. Nereye gittiğini ve ne kadar gittiğini sadece Allah bilir. Bize düşen ise sadece ilerlemektir.

Öğrenme AÇLIĞI ile odağını kaybetmek– “Sessizliğin Sesi” adlı kitabında Blavatsky diyor ki “öğrenme odasında gereğinden fazla kalma”. Bilgi iyidir ve gereklidir. Ama eyleme dönüşmeyen bilgi gerekli midir. Bir Sümer atasözünün dediği gibi “öğretmeyecekse neden öğrenir insan?”. Her şeyi bilme çabası kişiyi eylemden, eylem yoluyla bildiklerini test ederek öğrenmekten, kişilerle irtibatta daha fazla kalarak kendinden başka insanların hazinelerinden öğrenmekten alı koyar.

Daha hızlı, daha fazla gelişmek HIRSI– Hint felsefesinde Karma Yoga diye bir şey var. Kısaca bir şeyi sadece sonuç beklentisiyle yapmamak anlamında gelir. Bir ağacı meyvelerinden ötürü sevmek karma yoga değildir. Yani bir sonuç için yola çıkmak değildir önemli olan. Asıl önemli olan yolda olmak ve ilerlemek deneyimidir.

İşte bu yüzden kolay değildir ışık savaşçılarının yolu. Hakikati aramakla bulunmaz ancak bulanlar ise sadece arayanlardır. Arayış ise hep yolda kalmaktır.

Kenan Rıfai diyor ki “dünya rahat yeri değildir.” Haklı. Yolda olmak ve aramak bir eli yağda bir eli balda demek değildir. Yolda olmak ve aramak kendinle olan savaşını bitirmek, içsel engellerini aşmak, sana dayatılan engelleri aklının özgürlüğü ile aşmak, bilinç tekamülü yapmak, bu dünyadaki yaşam amacını bulmak ve bunu gerçekleştirmektir. Bu yol ise amaçsız, rahat, tembel bir yaşam ile olmuyor dostlar.

Evet. Annakin Sskywalker’ın filmde başına gelen karanlık tarafa geçiş şehirde nirvana yolculuğuna çıkan her insanın yaşamın sarkacına kapıldığında düşebileceği bir çukurdur. Allah hepimize her daim, her durumda, her koşulda yolda olmayı ve hakikatin nurlu yolundan sapmamayı nasip etsin inşallah.

Sevgiler,

Kenan

 

https://twitter.com/Naacel

https://www.facebook.com/public/Kenan-Kolday

https://instagram.com/naacel/

http://naacel.blogspot.co.uk/

http://www.felsefetasi.org/author/kenan-kolday

 

 

 
Toplam blog
: 245
: 1347
Kayıt tarihi
: 29.10.12
 
 

Çocukluğumdan beri kendimden büyük bir şeyleri arayıp durdum. Ve 1999 yılında yaşadığım şoklar il..