Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '12

 
Kategori
Siyaset
 

Statüko ve kürtler

Statüko ve kürtler
 

Türkiye Cumhuriyetinin oturtulduğu temel eksen üzerinde tüm Cumhuriyet hükümetlerinin yürüdükleri yegâne yol rejimin ve Devletin vazgeçilmezi olan adeta dillere pelesenk olmuş “kırmızı çizgileri” vardır.

Tek bayarak, tek dil, misakı millinin değişmezliği, rejimin adı vs vs… Hepsi anayasal güvence altına alınmış; bunun aksini düşünenleri düşüncelerinden dahi men edecek kanunlarla koruma altına alınmış temel esaslar; devletin ve rejimin sigortası, mihenk taşı niteliğinde maddeler!

Devletler yurttaşlar için vardır, devletlerin bekası ancak yurttaşların özgür ve mutlu yaşamaları ile paralel düzeyde sağlıklı şekilde işleyebilir desek yeridir.

Kendini bireyden soyutlamış, sadece kanun koyucu ve cezalandırıcı bir “erk” olarak gören sistem, ayakta durduğu sürece kendi yurttaşına karşı hep tedirgin ve endişe içinde olmaya mahkûmdur.

Bu tür sistemlerde statüko en acımasız şekilde hükümranlığını sürdürür, yasakçı, baskıcı ve yıldırıcı argümanlar sistemin ayakta kalabilmesi adına başvurulan yegane yöntemler olur.

Bu ülkenin yurttaşları olarak bu tarz statükocu ve militarist sistemlere kuşkusuz uzak değiliz.

12 Eylül anayasasının toplumda yarattığı korku, doğurduğu acı sonuçlar ve toplumdaki kutuplaşmaların izleri hala taptaze ortada duruyor ne yazık ki.

Bu statükocu zihniyetin ağır bir bilançosudur Kürt sorunu. 30 yıldır durmaksızın akan kardeşkanı, yakılmış, boşaltılmış köyler, zorunlu göçlerle sosyoekonomik dengesi alt-üst olmuş şehirler, yoksulluk, açlık ve sefalet işte tüm bunlar savaş baronlarının kasalarına sermaye olarak akıp durdu, asli görevi yurttaşın varlığını korumak, mutluluğunu temin etmek olan sistem bu acımasız çarkın değirmenine ne yazık ki su taşımaktan öte bir şey yapmadı.

Savaşa karşı duran, barış ateşini yakmak isteyen aydın, sivil toplum kuruluşu ve yurttaşlar ne yazık ki hep düşman bellenip yasakçı zihniyetin gazabına uğramaktan kendilerini kurtaramadı.

Ne yazık ki bu yasakçı zihniyet için bir yazarın kaleminden çıkan bir makale ile Kandildeki PKK militanının kalaşnikofundan çıkan bir kurşunla eş değer görüldü, işte tam da bu noktada paradigma iflas etti!

AB sürecine dahil olmak adına on yıllardır çırpınıp duran devlet, topluluğun geniş ve sonsuz “özgürlükçü” yelpazesinin kriterlerine angaje  olmak yerine yasaklarla dibe vurmayı tercih etti.

Barış istemek, “ölümlerin önüne geçilsin” demek nerdeyse anayasal suç işlenmiş kadar ağır ve sert müeyyidelere tabi tutuldu.

Öyle değil midir ki, barışın dilini kullananlar, Kürt halkının eşit ve özgürce bu coğrafyada yaşamasını dileyenler birer suçlu ilan edilip zindanlara tıkıldılar.

12 Eylül cuntasının en büyük eserlerinden olan Diyarbakır zindanlarının gölgesinin hala üzerimizde bir “karabasan” gibi dolaştığını hangimiz inkâr edebiliriz ki?

Red ve inkar politikaları ile bir halkı yok sayma teşebbüsünün bir toplumsal intihara sürüklenmenin fitilini ateşlediğini, gelişen ve modernleşen dünyada Kürt halkının ilkel yasalarla idare edilemeyeceğini, sözüm ona bir lütufmuşçasına Kürtlere Kürtçe seçmeli dersler vererek, devletin güdümünde yayın yapan tv kanalı açarak avutulacağını sanmak bunun olsa olsa safdillik olacağını iktidar sahipleri nasıl bilmez ki.

Türkiye halklarının ırk, dil, ve mezhep ayırımı gözetmeksizin sağlıklı ve çağdaş bir anayasa ile koruma altına alınması gereken siyasi ve kültürel haklarının sadece bir tanesinin göz ardı edilmesi ülke barışına ve kardeşlik argümanına ciddi anlamda zarar vermeye yeter.

 
Toplam blog
: 166
: 540
Kayıt tarihi
: 02.09.09
 
 

Batmanın Beşiri ilçesinde doğdum, Mersinde yaşıyorum, edebiyata ilgi duyuyorum, yerel ve ulusal d..