Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Aralık '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Strese bağlı unutkanlık yaşıyor-muşum

Strese bağlı unutkanlık yaşıyor-muşum
 

Google Görsel


İşte yine döneceğim sapağı kaçırdım! Artık çok geç!... Samsun yoluna çıkmış oldum, ki; ancak İkea'nın önünden U dönüşü yaparsam şehre dönebilirim. Zamana mı acırsın, boş yere sarfedilen benzine mi; ama asıl, bu unutkanlık ve dalgınlıkla ben ne olacağım böyle diye, kendine mi?

(Unutkanlık ve dalgınlık had safhada bende artık! Dikkati çekmeyecek gibi değil... Babam, "Ben 80 yaşında senin kadar unutkan değilim, sana hayret ediyorum." diyor.

Zaten O yanımdayken unutkanlaşmam, artık alıştığım bir durum... Özellikle arabada... Arabaya oturur oturmaz, ben şoförken O, arabayı kullanmaya başlıyor. O'nu ikaz etsem, bu sefer trafiğe kızıyor, gözüne hayıflanıyor iyi görmüyor diye, yayalara sinirleniyor; eğitimden giriyor, siyasetten çıkıyor, dinden giriyor, akşam yemeğinde yediği yemekten çıkıyor, dün akşamki diziden başlayıp kendi hayatına geçiyor; ben de gideceğim, döneceğim, duracağım yeri şaşırıyorum şaşırıyorum.

Yalnızsam, düşünceler sarıyor beynimi, yine yine dalıyorum...

"Strese bağlı unutkanlık"... Bana söylenen bu. Hay şu benim stresli bünyem! )

Gideceğim yeri elbette biliyordum; daha önce bin kere gittiğim adres. Evden telaşla çıktım, beni bekliyorlar, evde bir sürü iş bırakmışım, dönüp toparlamam lazım. "Hemen gider, onları eve bırakır dönerim, hepsini hallederim. Sonra bir kahve!"   İşte böyle şeyler düşünüyorum...

Arabaya binerken:

"Evdeki kıyafetimle çıkıverdim, arabadan inmeyeceğim nasılsa... Ya kaza maza olsa, in bakalım arabadan, bayan ne bu kılığınız demezler mi adama? Gerçi bir kot bir bluz, o da monttan görünmez ama... Aman dikkat, sakin sakin git kızım, kimseye çarpıp etme!"

Yola çıkış:

"İşte yine küçücük çocuğa vermiş kocaaa çöp  arabasını! Atıkları topla iyi güzel de, bu çocuğun çocukluğu geçti be güzelim! Sen elini kolunu sallaya sallaya arkasından giderken, o demirler çocuğun omzunu nasır etti! Kime söyleyeceksin, hangi birine? Hayat mı hayat, ekmek mi ekmek! Ya çocuk? At çöpe!"

Sapakları birer birer geçerken:

"Ahh bu yol! Bir zamanlar İnci vardı! Bir sene önce daha, seni bu yoldan evine bırakırdım. Sohbet uzun yolda koyulaşırdı. Ee, 32 yıl sonra biraraya gelirse iki arkadaş, konuşacak şey çok olur. Mutsuzluğunu hissederdim sesinin tınısından ama çaktırmazdın güya... Çocuklardan, annelerden, hayatlardan bahsederdik de, sabahları da gel bana, balkonda kahve içeriz derdin. Sonra bir sabah, arkadaşlardan biri aradı, İnci yoğun bakımdaymış, beyin ölümü gerçekleşmiş! Beş gün kapısında beklesen de can gitti gider..."  Gözüm doldu yine... "Çok ağlamıyorum artık. Gençliğine çok yandım! Kader!"

"Şurası mıydı Nazlı'nın atölyesi? Bu çocuk resim dedi, seramik dedi, çinide ısrar etti, iyi de oldu ya, çok yoruluyor. Ama anne babaya bravo! Otur bir masanın başına, mühendisliğini yap, ne işin var sanatla manatla, uğraş didin, üç kuruş için çalışacaksın, neymiş iki öğrenci gelecekmiş de, sergilere, kermeslere katılacakmış da... Sabah sekiz akşam beş, salla başını al maaşını! demediler, çocuklarına destek oldular. Benim çocuklarımın böyle bir isteği olmadı ama olsaydı, ben de desteklerdim, babaları da... Acaba özgür düşünebilseydim, her şey benim isteğime bağlı olsaydı, şimdi ben hangi durumda olurdum? Aynı mı farklı mı? Ne isterdim hayatta? Bildin mi kızım, düşündün mü adam gibi?... Tabii düşünmem! Düşünmeyi değil, söz dinlemeyi öğretildim ben! Bu da büyüklerimin başarısı. Ben iyi karılmış bir hamurla başarıyla şekillendim; istekler, idealler, şimdi çoktan taşlaşmış o hamurun içinde kaldı, artık çıkamaz. Çıkmak ister mi? Yok, böyle kalsın artık... Artık gençleri düşünmeli, biz sıramızı savdık... Savdık mı sahiden?... Tembel miy(d)im yoksa; çalışıp terlemeden ideal mideal gerçekleşmez ya, hayatta?"

"Şu Elmadağ'a bakıyor diye methedip satmaya kalktıkları ev... Hani, mutfağı daracık koridarla ikiye ayrılmış gibi, sevimsiz!... Ben günümün yarısını burada geçireceğim beyim, haberin var mı? Salonun büyük camlarından dağ görünüyor, önünde manzarayı kapatacak ev mev yok, yemyeşil tepeler, koyu bir yeşillik. Pencereyi aç, oksijeni ciğerlerine doldur! Ciğerinle birlikte ruhun da temizlensin. Biraz puslu şimdi ama baharda balkona kur masayı, dağa karşı... Peki gece?... Gece, kardeşim?... Geceki o yoğun karanlık?...  Benim ruhuma hafakanlar basmaz mı? Hayallerinin ucunu koyvermiş kadın, oradan aldığı sessizliğin uğultusuyla karanlığın bilinmezliğini karıştırıp korkulu, acıklı masallar kurmaz mı? Sağol, ben temiz hava almayayım varsın, yeter ki gece ışığım olsun benim. Ben bu evde oturamam. Yorduk ama seni..."

"Yedi sene geçmiş şu eve taşınalı, ne çabuk! Yaş ilerledikçe zaman daha hızlı mı akıyor ne? İnci gideli 6 ay olmuş! Daha dün, başucunda dua eden arkadaşlarımı uzaktan izleyip - gidemediğim mezar başında hani-  niye burada olduğumu bilememiştim ya... Kabristanın yakınındaki, hani tepedeki evden de bir hasret türküsü yayılmaz mı!... Yaşadıkça neler göreceğiz daha... Bir gün benim başımda da... Ama onu ben göremem herhalde. Diyorlar ya; O, görürmüş... Sanmam, giden gidiyor, işte o kadar! Babam diyor ya, şu güzel çiçek bir gün çürüyüp toprak olacak, biz de öyle... Ötesinden bir haber yok... Ancak ölünce bileceğiz artık..."

"Heyy, ben burdan dönecektim! Sol şeritten gitseydim, dönerdim bak! Kim sana orta şeritten git dedi!? Aptallık bu, nasıl kaçırdım! İşin yoksa oralardan dön şimdi! Bari dönerken sapağı kaçırmasam! Ahh Tuğba, ne olacaksın böyle sen!?"

Merak edene:

Sapağı, oraya kadar hiç bir şey düşünmemeyi başararak döndüm. Dosdoğru vurdum yola... Yarısını geçmişken, yola girer girmez sola dönmem gerektiğini hatırladım. Hadiii geri manevra!... Ne mi düşündüm de oldu yine böyle? Anlatması uzun sürer şimdi. Belki sonra...

 
Toplam blog
: 33
: 3988
Kayıt tarihi
: 07.06.09
 
 

İyi bir okurum. ..