Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '13

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Su Başında Durmuşuz

Su Başında Durmuşuz
 

2011 yılı Ahmet Hamdi Tanpınar Festivali’nde yabancı yazarların da katıldığı bir oturumu izlemiştim.  Böylece   Macar yazar   Krisztián Grecsó ile ve onun   “Hoş Geldin”  adlı ilginç romanının çevirmeni Gün Benderli ile tanışma şansına ermiştim.  Gün Benderli’nin Macaristan’da yaşadığını ve  Macarca yazılmış romanı  dilimize çevirdiğini öğrenince,  bu zarif  ve çağdaş çevirmen hanımla  konuşmak istedim.  Hem de anadili gibi akıcı  Macarca  konuşuyordu.   İnsan sempati ve saygı duyduğu bir aydınlık kişiyi yakından tanımak istiyor. Gün Benderli  kısa sohbetimizde bana Belge Yayınları’ndan çıkan “Su Başında Durmuşuz”  adlı anılar kitabından da söz etmişti.

Kitabı bulup  okudum. Neredeyse üzerinden bir yıl geçmesine karşın, amaçladığım  geniş ve detaylı yazıyı bir türlü kaleme alamayışımın sıkıntısını yaşıyordum son günlerde.   Sonuçta fazla detaya girmeden  böylesi önemli bir anılar kitabının “ SU BAŞINDA DURMUŞUZ” un  var olduğunu bloğumdan paylaşmaya karar verdim bu gece.  

Gün Benderli  annemin kuşağından sayılır. Rumeli kökenli.  Anılarını özellikle çocukluk anılarını okurken, kendi yaşamımdakilere  benzeyen pek çok  tanıdık olayla  karşılaşmış olmak beni  duygulandırdığı kadar düşündürdü de.  Benden bir kuşak önce olmasına karşın , olaylar karşısında duygu ve düşüncelerinde, tıpkı benim yaşadıklarım  diyebileceğim  kadar çok ortak duygudaşlıkların  olması, 450 sayfalık kitabı iki gecede okuyup bitirmeme  neden oldu. Sonra uzunca bir süre düşündüm. Ortak noktalardan biri de çocukluğumuzun İstanbul’da geçmiş olmasıydı.  Unuttuğum pek çok anı, Benderli’nin satırlarıyla canlanınca, kendimle, geçmişimle bir hesaplaşma başladı bende. Ailesiyle ilgili yorumlarında, bazı konularda katı olarak  nitelediğim kendi ailemin  benzerlerinin olacağını görmek, olayı sosyolojik olarak irdelememe neden oldu. Belli eğitimleri almış, belli konumlardaki insanlarda özellikle o devirde mevcut olan ortak , benzer davranışlar.  Aramızda kuşak farkına rağmen  sonuçta ikimiz de çalışan annelerin çocukları olarak, oldukça içe kapalı okul öncesi dönemlerden geçmiştik. Çok uzun bir süre olmasa da insan yaşamını şekillendirmesi nedeniyle oldukça önemli saydığım böylesi  bir devrede çoğunlukla  arkadaşsız olmak , evin duvarları içinde yaşamak zorunda kalmak gibi kısıtlamaları  yaşamıştık.   Yazacağım yazı  tam  belleğimde şekilleniyordu ki, başka sorunlarla uğraşmaya durunca, yazı bugüne kaldı.  

Şunu belirtmeliyim ki çok akıcı bir dille kaleme aldığı anılarında, Gün Benderli’nin  çok sıcak ve içtenlikli bir anlatımı var. Ben yazacak  olsaydım çocuksu duygularımı bu denli net ve içtenlikli  olarak  anlatabilir miydim  diye kendime sorular sordum.  Çocukluğuna dair   pek çok olayı, daha doğrusu olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini  büyük bir içtenlikle, okurla paylaşması ve ardından  fikirler öne sürmesi ya da günümüzdeki yaşamlarla karşılaştırması, anıların belki de en can alıcı noktasını oluşturuyor. Buradan  Gün Benderli’nin sadece anılarıyla anılmak için değil aynı zamanda anıların genelinde okuru aydınlatarak  biraz düşündürmek  ve çocuklara olan davranışlarında daha incelikli olmaya yönlendirmek gibi kaygılar taşıdığını  da sezinledim.

Gün Benderli hem kendi yaşamıyla, hem de tanıklığı ile çok önemli bir kişi, bir sosyalist.  1929 doğumlu ve 1950’li yıllarda ayrıldığı memleketi İstanbul’a  tam tamına 40 yıl sonra dönebiliyor. Budapeşte’de yaşıyor. Yaşamında İstanbul ve Budapeşte dışında uzun ya da kısa süreler kaldığı Paris, Cenevre, Prag, Viyana, Varşova, Berlin, Moskova, Pekin gibi duraklar da var. Parti yaşamının yanında uzun süre radyo yayıncılığı da yapıyor. 1956’dan 1968’e Doğu Avrupa’yı sarsan dönüşümlerin de tanığı. Bütün bu tanıklıkları  da sanıyorum o devri daha iyi anlamak isteyenlere önemli bilgiler sağlıyor. Sosyalist blokta  yaşanan pek çok sıkıntılardan payına düşenleri çekiyor.  Nazım Hikmet, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Marat ,Enver Gökçe , Mihri Belli, Sevim Belli, Müntekim Ökmen,  ve adlarını yazamadığım o  devrin önemli insanlarıyla çeşitli zamanlarda anıları var. Ayrıca Simonov, Pablo Neruda, Nicolas Gullien’le tanışıyor ve ünlü edebiyatçı  Franko Moretti de arkadaşı Bianka’nın eşi.

Hep mücadeleyle geçen bir yaşam. İçinde güzellikler olduğu kadar hayal kırıklıklarını da barındırıyor. En ilginç gelen bölümlerinden biri de Pekin’e yaptığı o uzun tren yolculuğuydu. “ Moskova’yı hiç görmeden ertesi günü, çok çirkin ve çok kalabalık bir gardan bindiğimiz çok güzel ve çok rahat kompartımanları olan trenimizi, Transsibirya ekspresini hatırlıyorum…” diye anlatmaya başladığı satırların yanına  ah, işte bu çok güzel diye not düşmüşüm. Yıllar önce   en büyük isteğim Avrupa ve Asya’yı boydan boya aşan bir tren yolculuğu yapabilmekti. Gün Benderli’nin , stepleri ve çölü aşan yolculuğunu okurken nasıl mutlu olduğumu tahmin edebilirsiniz.

Gün Benderli anılarını yazmaya karar verme sürecinde  Sokrates’in “ Yazıya dökülmeyen anılar, yaşanmamış anılar gibidir kaybolur gider.” sözleriyle , Goethe’nin, “İnsanın anıları yalnızca kendisinindir, kendisine ait olmalı ve öyle kalmalıdır.” deyişi  arasında kalıp açmaza düşmüş en başta. Birbiriyle taban tabana zıt olan iki deyişi de birlikte uygulayarak çıkar yolu nasıl  bulmuş. Kendisine kulak verelim:

 “ Hayatımın kesinlikle çok özel diyebileceğim, yalnızca bana ait olan yanı, anılarımda kalır, benimle birlikte yok olur gider. Başkalarını da ilgilendirebileceğini düşündüğüm yanı ise yaşanmış olmak, yok olmamak için kağıda dökülmelidir.”

Gerçekten de dediğini uygulamış. Belki bu tarz,  anılarını yazmak isteyen pek çok kişi için bir rehber de olabilir.

Bir de gençken günlük tutmayıp belleğimize güvenmenin ne denli yanıltıcı  olduğu konusunda uyarıları vardı. Ayrıca Berlin’de ve diğer merkezlerde yapılan festivallerde herkes kendi hikayesini anlatsa, ortaya ne güzel bir festival anıları çıkardı şeklinde saptamalarına da rastladım ki yüzde yüz hak veriyorum.

Gün Benderli’nin anıları, 20 yüzyılın ilk yarısındaki memleketimizin siyasal durumunu,  sosyolojisini  ve sonrasında da Sosyalist ülkeleri ve ayrışmayı  anlamamız açısından ilginç olaylarla bakış açılarını yansıtan değerli bir kitap.

Elinize sağlık sevgili Gün Benderli. Çok yaşayın, nice kitaplar yazın, nice kitaplar çevirin esenlikle.     

Yazıyı bloğuma yüklemeden önce sevgili Gün Benderli’nin sayfalarına bakayım dedim.  Çok güzel mutlu bir haber için kutlamalar  vardı. Ne olduğunu da küçük bir gayretle öğrendim.

“Gün benderliye Macar Devlet Kültür Ödülü .

 Macaristan’daki Türk toplumunun tanımış isimlerinden Gün Benderli, Macar kültürünün tanıtımı için yaptığı çalışmalar nedeniyle Pro Cultura Hungarica ödülüne layık görüldü.

Bu ödül Macar kültürünü tanıtan yabancı ülke vatandaşlarına veriliyor.

Gün Benderli bu ödüle yıllardır Macarcadan Türkçeye yaptığı kitap çevirileri ve 2002 yılında yayınlanan ve hazırlanmasında görev aldığı Macarca Türkçe büyük sözlük nedeniyle layık görüldü. 

Gün Benderli son yıllarda aralarında  György Dragomán, Krisztián Grecsó, Szilárd Rubin ve Péter Nádas’ın da bulunduğu pek çok çağdaş Macar edebiyatı temsilcisinin romanlarını dilimize kazandırmıştı. Gün Benderli Macar edebiyatının temel isimlerinden Imre Madách’ın bir eserini de Türkçe’ye çevirmişti.

Gün Benderli 1950’li yıllarda Fransa’daki üniversite eğitimini yarıda kesip Budapeşte radyosunun Türkçe yayınlarını organize etmek için Macaristan’a gelmişti.  Gün Benderli, o tarihten bu yana Macaristan’da yaşıyor.

Gün Benderli’ye ödülü Macaristan Eğitim ve Çalışma Bakanlığı müsteşarı Judit Hammerstein tarafından 26 Şubat 2013 salı günü takdim edilecek.”*

Sevgili Gün Benderli’yi bu güzel ödülü için de, bizlere kazandırdığı onca güzel kitap ve  Macarca Türkçe sözlük çalışması  için de tüm içtenliğimizle ve   saygılarımızla  kutluyoruz. Nice kitaplara, nice ödüllere…

 

*

 http://www.turkinfo.hu/db/mutat.php?tabla=hirek&&id=6647

Emel Dinseven 

 
Toplam blog
: 566
: 1338
Kayıt tarihi
: 11.07.06
 
 

Edebiyatla ilgileniyorum. Ayrıca amatörce belgesel film çalışmaları yapıyorum ve kültürel etkinlikle..