- Kategori
- Kültür - Sanat
Su Başında Durmuşuz
2011 yılı Ahmet Hamdi Tanpınar Festivali’nde yabancı yazarların da katıldığı bir oturumu izlemiştim. Böylece Macar yazar Krisztián Grecsó ile ve onun “Hoş Geldin” adlı ilginç romanının çevirmeni Gün Benderli ile tanışma şansına ermiştim. Gün Benderli’nin Macaristan’da yaşadığını ve Macarca yazılmış romanı dilimize çevirdiğini öğrenince, bu zarif ve çağdaş çevirmen hanımla konuşmak istedim. Hem de anadili gibi akıcı Macarca konuşuyordu. İnsan sempati ve saygı duyduğu bir aydınlık kişiyi yakından tanımak istiyor. Gün Benderli kısa sohbetimizde bana Belge Yayınları’ndan çıkan “Su Başında Durmuşuz” adlı anılar kitabından da söz etmişti.
Kitabı bulup okudum. Neredeyse üzerinden bir yıl geçmesine karşın, amaçladığım geniş ve detaylı yazıyı bir türlü kaleme alamayışımın sıkıntısını yaşıyordum son günlerde. Sonuçta fazla detaya girmeden böylesi önemli bir anılar kitabının “ SU BAŞINDA DURMUŞUZ” un var olduğunu bloğumdan paylaşmaya karar verdim bu gece.
Gün Benderli annemin kuşağından sayılır. Rumeli kökenli. Anılarını özellikle çocukluk anılarını okurken, kendi yaşamımdakilere benzeyen pek çok tanıdık olayla karşılaşmış olmak beni duygulandırdığı kadar düşündürdü de. Benden bir kuşak önce olmasına karşın , olaylar karşısında duygu ve düşüncelerinde, tıpkı benim yaşadıklarım diyebileceğim kadar çok ortak duygudaşlıkların olması, 450 sayfalık kitabı iki gecede okuyup bitirmeme neden oldu. Sonra uzunca bir süre düşündüm. Ortak noktalardan biri de çocukluğumuzun İstanbul’da geçmiş olmasıydı. Unuttuğum pek çok anı, Benderli’nin satırlarıyla canlanınca, kendimle, geçmişimle bir hesaplaşma başladı bende. Ailesiyle ilgili yorumlarında, bazı konularda katı olarak nitelediğim kendi ailemin benzerlerinin olacağını görmek, olayı sosyolojik olarak irdelememe neden oldu. Belli eğitimleri almış, belli konumlardaki insanlarda özellikle o devirde mevcut olan ortak , benzer davranışlar. Aramızda kuşak farkına rağmen sonuçta ikimiz de çalışan annelerin çocukları olarak, oldukça içe kapalı okul öncesi dönemlerden geçmiştik. Çok uzun bir süre olmasa da insan yaşamını şekillendirmesi nedeniyle oldukça önemli saydığım böylesi bir devrede çoğunlukla arkadaşsız olmak , evin duvarları içinde yaşamak zorunda kalmak gibi kısıtlamaları yaşamıştık. Yazacağım yazı tam belleğimde şekilleniyordu ki, başka sorunlarla uğraşmaya durunca, yazı bugüne kaldı.
Şunu belirtmeliyim ki çok akıcı bir dille kaleme aldığı anılarında, Gün Benderli’nin çok sıcak ve içtenlikli bir anlatımı var. Ben yazacak olsaydım çocuksu duygularımı bu denli net ve içtenlikli olarak anlatabilir miydim diye kendime sorular sordum. Çocukluğuna dair pek çok olayı, daha doğrusu olaylar karşısındaki duygu ve düşüncelerini büyük bir içtenlikle, okurla paylaşması ve ardından fikirler öne sürmesi ya da günümüzdeki yaşamlarla karşılaştırması, anıların belki de en can alıcı noktasını oluşturuyor. Buradan Gün Benderli’nin sadece anılarıyla anılmak için değil aynı zamanda anıların genelinde okuru aydınlatarak biraz düşündürmek ve çocuklara olan davranışlarında daha incelikli olmaya yönlendirmek gibi kaygılar taşıdığını da sezinledim.
Gün Benderli hem kendi yaşamıyla, hem de tanıklığı ile çok önemli bir kişi, bir sosyalist. 1929 doğumlu ve 1950’li yıllarda ayrıldığı memleketi İstanbul’a tam tamına 40 yıl sonra dönebiliyor. Budapeşte’de yaşıyor. Yaşamında İstanbul ve Budapeşte dışında uzun ya da kısa süreler kaldığı Paris, Cenevre, Prag, Viyana, Varşova, Berlin, Moskova, Pekin gibi duraklar da var. Parti yaşamının yanında uzun süre radyo yayıncılığı da yapıyor. 1956’dan 1968’e Doğu Avrupa’yı sarsan dönüşümlerin de tanığı. Bütün bu tanıklıkları da sanıyorum o devri daha iyi anlamak isteyenlere önemli bilgiler sağlıyor. Sosyalist blokta yaşanan pek çok sıkıntılardan payına düşenleri çekiyor. Nazım Hikmet, Sabiha Sertel, Zekeriya Sertel, Marat ,Enver Gökçe , Mihri Belli, Sevim Belli, Müntekim Ökmen, ve adlarını yazamadığım o devrin önemli insanlarıyla çeşitli zamanlarda anıları var. Ayrıca Simonov, Pablo Neruda, Nicolas Gullien’le tanışıyor ve ünlü edebiyatçı Franko Moretti de arkadaşı Bianka’nın eşi.
Hep mücadeleyle geçen bir yaşam. İçinde güzellikler olduğu kadar hayal kırıklıklarını da barındırıyor. En ilginç gelen bölümlerinden biri de Pekin’e yaptığı o uzun tren yolculuğuydu. “ Moskova’yı hiç görmeden ertesi günü, çok çirkin ve çok kalabalık bir gardan bindiğimiz çok güzel ve çok rahat kompartımanları olan trenimizi, Transsibirya ekspresini hatırlıyorum…” diye anlatmaya başladığı satırların yanına ah, işte bu çok güzel diye not düşmüşüm. Yıllar önce en büyük isteğim Avrupa ve Asya’yı boydan boya aşan bir tren yolculuğu yapabilmekti. Gün Benderli’nin , stepleri ve çölü aşan yolculuğunu okurken nasıl mutlu olduğumu tahmin edebilirsiniz.
Gün Benderli anılarını yazmaya karar verme sürecinde Sokrates’in “ Yazıya dökülmeyen anılar, yaşanmamış anılar gibidir kaybolur gider.” sözleriyle , Goethe’nin, “İnsanın anıları yalnızca kendisinindir, kendisine ait olmalı ve öyle kalmalıdır.” deyişi arasında kalıp açmaza düşmüş en başta. Birbiriyle taban tabana zıt olan iki deyişi de birlikte uygulayarak çıkar yolu nasıl bulmuş. Kendisine kulak verelim:
“ Hayatımın kesinlikle çok özel diyebileceğim, yalnızca bana ait olan yanı, anılarımda kalır, benimle birlikte yok olur gider. Başkalarını da ilgilendirebileceğini düşündüğüm yanı ise yaşanmış olmak, yok olmamak için kağıda dökülmelidir.”
Gerçekten de dediğini uygulamış. Belki bu tarz, anılarını yazmak isteyen pek çok kişi için bir rehber de olabilir.
Bir de gençken günlük tutmayıp belleğimize güvenmenin ne denli yanıltıcı olduğu konusunda uyarıları vardı. Ayrıca Berlin’de ve diğer merkezlerde yapılan festivallerde herkes kendi hikayesini anlatsa, ortaya ne güzel bir festival anıları çıkardı şeklinde saptamalarına da rastladım ki yüzde yüz hak veriyorum.
Gün Benderli’nin anıları, 20 yüzyılın ilk yarısındaki memleketimizin siyasal durumunu, sosyolojisini ve sonrasında da Sosyalist ülkeleri ve ayrışmayı anlamamız açısından ilginç olaylarla bakış açılarını yansıtan değerli bir kitap.
Elinize sağlık sevgili Gün Benderli. Çok yaşayın, nice kitaplar yazın, nice kitaplar çevirin esenlikle.
Yazıyı bloğuma yüklemeden önce sevgili Gün Benderli’nin sayfalarına bakayım dedim. Çok güzel mutlu bir haber için kutlamalar vardı. Ne olduğunu da küçük bir gayretle öğrendim.
“Gün benderliye Macar Devlet Kültür Ödülü . Macaristan’daki Türk toplumunun tanımış isimlerinden Gün Benderli, Macar kültürünün tanıtımı için yaptığı çalışmalar nedeniyle Pro Cultura Hungarica ödülüne layık görüldü. Bu ödül Macar kültürünü tanıtan yabancı ülke vatandaşlarına veriliyor. Gün Benderli bu ödüle yıllardır Macarcadan Türkçeye yaptığı kitap çevirileri ve 2002 yılında yayınlanan ve hazırlanmasında görev aldığı Macarca Türkçe büyük sözlük nedeniyle layık görüldü. Gün Benderli son yıllarda aralarında György Dragomán, Krisztián Grecsó, Szilárd Rubin ve Péter Nádas’ın da bulunduğu pek çok çağdaş Macar edebiyatı temsilcisinin romanlarını dilimize kazandırmıştı. Gün Benderli Macar edebiyatının temel isimlerinden Imre Madách’ın bir eserini de Türkçe’ye çevirmişti. Gün Benderli 1950’li yıllarda Fransa’daki üniversite eğitimini yarıda kesip Budapeşte radyosunun Türkçe yayınlarını organize etmek için Macaristan’a gelmişti. Gün Benderli, o tarihten bu yana Macaristan’da yaşıyor. Gün Benderli’ye ödülü Macaristan Eğitim ve Çalışma Bakanlığı müsteşarı Judit Hammerstein tarafından 26 Şubat 2013 salı günü takdim edilecek.”* |
Sevgili Gün Benderli’yi bu güzel ödülü için de, bizlere kazandırdığı onca güzel kitap ve Macarca Türkçe sözlük çalışması için de tüm içtenliğimizle ve saygılarımızla kutluyoruz. Nice kitaplara, nice ödüllere…
* http://www.turkinfo.hu/db/mutat.php?tabla=hirek&&id=6647 |
Emel Dinseven