Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Haziran '12

 
Kategori
Edebiyat
 

Şu Edebiyat eğitimi. 7: Edebiyatın dilin gelişiminden haberi yok.

Şu Edebiyat eğitimi. 7: Edebiyatın dilin gelişiminden haberi yok.
 

Liseye kadar “Türkçe” adı altında işin dilbilim kısmıyla boğuşmuş olan genç Lise’de “Edebiyat” sözcüğünü görünce gönlünde bir ferahlama hisseder; “Oh artık, Türkçe’nin güzel metinleriyle karşılaşacağım, Türk Edebiyatını tanıyacağım; Dünya edebiyatını tanıyacağım…” derken, bir tuzağın içine düştüğünü önce kolay kolay anlamaz.

Ondan sonra “Evliya Çelebi”ler ; “Katip Çelebi”ler başlar; araya daha nice Çelebiler girer… Çocuk şaşırır kalır; Türkçe-Edebiyat mı öğreniyor; yoksa Osmanlıca-Arapça’mı tahsil ediyor anlayamaz… Ondan sonra, o Yüce Edebiyat öğretmenleri de mütebessim bir çehreyle artık, çocukların kolay kolay anlayamayacakları metinleri çevirmeye başlarlar… Eh çocuklar, ucundan bucundan bir şeyler anlamaya başlarlar da, diğer yandan, bu adamlar bu metinleri niye doğru dürüst Türkçe’ye yazmamışlar… diye bayağı kızarlar.

Çünkü o güzelim Edebiyat dersleri, bir “Çeviri” dersi havasında, öğretmenin bütün bilgiçliğiyle, bütün her şeyi bilen ve anlatan gücüyle sürer gider… Genç de yıl sonuna yaklaşırken kendi kendine sorar : Peki, Nerede Türk Edebiyatı? Nerede Yaşar Kemal? Nerede Necati Cumalı? Nerede İzmirli Romancı Tarık dursun Kakınç... Niçin yaşayan büyük edebiyatçılarımızı edebiyatın içinde saymıyoruz. Onların sadece adlarını sayıp, sonra Osmanlı’nın Osmanlıca’sının içinde gençleri boğup öldürüyoruz. Ne Edebiyat zevki kalıyor; ne de Türkçe…

Hani,”Türkçe benim ses bayrağım..”dı… Ne oldu? Osmanlıca, onun yine yerini mi aldı?

Hani Türkçe söyleyen, yakınan ozanlar; nerede Arapça’ya; Farsça’ya öykünenler…

İşte alın size büyük Türk şairi Mevlana: Ne demiş …

“Bad ez-vefât zî türbet-i mâ der zemîn-i mecûy.
Der sînehâ-yı merdûm-ü arif mezâr -mâst.” Der ama sınıfta kimse anlamaz..!

Ve sınıftaki çocuklar melül melül hocalarının ağızlarının içine bakarlar, ne demiş Mevlana, diye… Hoca açıklar, çocuklar, Mevlana:

“Ölümümden sonra benim kabrimi yerlerde aramayın,
Benim mezarım arif kişilerin gönlündedir.” Demiş. Çocuklar biraz rahatlar…

Diğer yandan bir Türk Ozanı (Dertli) ne demiş..

“Telli sazdır bunun adı
Ne ayet dinler, ne kadı
Bunu çalan anlar kendi
Şeytan bunun neresinde?

Dertli gibi sarıksızdır
Ayağı da çarıksızdır
Boynuzu yok, kuyruksuzdur
Şeytan bunun neresinde?

Bunun açıklanacak nesi var? Her şey apaçık, ayan beyan belli olduğu için açıklamak filan gerekmez, diye Dertli’ye pek de yer verilmez. Oysa Dertli’nin şiirini bir deşin; devrin yobazlarının, yobazlıklarının nereye kadar uzandığını göreceksiniz. Onun için bu meselelere dokunmak pek de hoş bir mesele değildir; adamı çarpabilir de!

Ya İzmir’li Necati Cumalı… O ne demiş:

“İmbatla gelen
Yüzünü görmesem
Sesini duymasam
Ya ölürsem.”

İşte size ufacık bir şiir, ama size İzmir’i; onun ruhunu; sevgilinizi anlatan koca bir roman… Bunu öğretmen nasıl anlatsın? Nasıl çevirsin, nasıl tercüme etsin... Ne yapsın?

Evet, hayatın karşısında aslında öğretmenin yapacağı pek fazla bir şey yoktur. İyi bir Edebiyat öğretmeni, bütün çocuklarını toplar; Yamanlar Dağının başına götürür ve bağırır, bağırtır…

“İmbatla gelen/Yüzünü görmesem/ Sesini duymasam/ Ya ölürsem.”

İşte şiir budur. Şiir, edebiyat aslında hayatı içinden tatmak; onu nefes alır gibi içine çekmek; onunla titremek ve nefes almak gibidir…

Yoksa “Failatun/Failatun /Fa’lun” gibi kalıplarını ezberletmek veya metinleri tercüme etmek değil… Bırakın edebiyat derslerinde çocuklar hayatı tatsınlar; sevsinler… Aşkı ve sevdayı öğrensinler… Yoksa başka hangi derste öğrenilir bunlar… Fizikte mi, Cebir de mi, Kimyada mı? Bırakın onlar üniversite sınavının malı olsunlar. Çünkü hayatın meseleleri başka; Cebirin ki başka… Ne dersiniz?

 

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..