Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '11

 
Kategori
İnternet
 

Şu Facebook dedikleri, ne halttır yedikleri?

Şu Facebook dedikleri, ne halttır yedikleri?
 

12 Mart 2011 Cumartesi

Şu Facebook dedikleri, ne halttır yedikleri?!!!..

Facebook kelimesini duymak dahî istemiyorum artık, o kadar tiksinmiş vaziyetteyim yani! Ben kendi hesabımı aylar önce kapattım ve Facebook'la ''kişisel'' olarak bir ilişkim kalmadı ama TRT FM'deki kimi programlara Facebook üzerinden ulaşma hikâyesi gündeme gelince ve bu bir virüs gibi, jet hızıyla yaygınlaşınca ''meslekî'' mânada bağımın sürmesi gerekti. Bunu başından beri hiç onaylamadım, kısa sürede amacından sapacağını, işin suyunun (!) çıkacağını ifade ettim ve hiç istemeyerek, zorla olsa da, sunduğum programların Facebook sayfaları üzerinden gelen istekleri vb. okudum. ''Dinleyicinin programa ve program ekibine kolay ulaşması'' temel fikrine hürmeten uygulandı bu. Ama; kısa süre içinde meselenin nasıl ana gayesinden saptığı, toplam kaliteyi ne kadar kötü etkilediği görüldü ve şimdi bu konuda (benim en başından öngördüğüm gibi) geri adımlar atılıyor ve programlara Facebook üzerinden ulaşma uygulaması teker teker kaldırılıyor. Bilinçli, aklıbaşında dinleyiciler de bu uygulamadan giderek daha fazla rahatsız olmaya başladılar, elbette çok haklılar!.. (Bu noktada kulaklarınızı çınlatıyorum değerli dinleyicimiz Aydın Sihay.) Çünkü; dinleyicinin de kalitelisi ve kalitesizi var, her konuda olduğu gibi... Üslûbunu, çizgisini, efendi tavrını hiç bozmadan iletişimi sürdüren dinleyicilerin daima başımızın üzerinde yeri var. Ama bir de ''derhal işin suyunu (!) çıkarmaya meyilli'' dinleyici tipi var ki; işte ben bu kitlenin bana ya da programlarıma o kadar kolay ulaşmasını zaten istemiyorum! Program ekipleri ve spiker arkadaşlarla bu konuyu sık sık konuşuyor ve değerlendiriyoruz. Birimize yapılan çirkin hareketin üzerinden çok geçmeden bir diğerimize de yapıldığını, bu ''kalitesiz'' dinleyici kitlesinin standart tavrını her şekilde ortaya koyduğunu ayan beyan görüyoruz!..

Seneler evvel, ben TRT İstanbul Radyosu'nda çalışırken TRT FM dinleyicileri arasından bir doktor (dikkatinizi çekerim, bir tıp doktoru bu bahsedilen şahıs) isteği çalınmadı diye yayına faks çekmiş ve ''senin aldığın maaş benim vergilerimden ödeniyor, sen benim isteğimi çalmaya mecbursun, nasıl çalmazsın, ortalığı ayağa kaldırırım!'' gibi bir ifade kullanmıştı. Bu faks bütün yayın merkezlerine tarafımızdan gönderilerek, bu şahsın bizlere ulaşması genel bir uygulamayla engellenmişti. Şimdi kendisi Facebook'ta boy gösteriyor, adını soyadını burada vermeyeceğim, sadece A.Y demekle yetineceğim, TRT FM'e, spikerlerine falan övgüler yağdırıyor, önüne geleni ''beğeniyor'', aman bir muhabbet, bir muhabbet yani:) Lâkin; bu değerli tıp doktorumuzun aradan geçen bunca sene içinde ne yazık ki zerrece değişmediği geçenlerde çoks tecrübeli ve başarılı bir spiker arkadaşımın yayınına gönderdiği tamamen aynı mahiyetteki meajı ile kabak gibi ortaya çıkıyor!..

Şimdi; bu şahsın bizim yayınlarımızı ne için dinlemekte olduğunu sorgulamak lâzım evvelâ. İstediği herşey anında çalınsın ve ismi her yayında muhakkak okunsun diye mi, yoksa programları, spikerleri, içerikleri gerçekten beğendiği ve dinlemekten hoşnut olduğu için mi? Devlet memuru olan TRT spikerlerini bu üslûpla aşağılamak ve tutturulmaya çalışılan toplam kalite çizgisini düşürmek yerine hastalarıyla meşgûl olması beklenecek bu şahıs hangi yüzle Facebook hayran sayfalarında boy gösteriyor, nasıl bir mantıkla isteklerinin yayınlanmasını, mesajlarının okunmasını bekliyor, gerçekten anlayamıyorum? Bu sadece bir örnek; akla-hayâle gelmeyecek terbiyesizlikte mesajlar yazanlar, ortalığı (ya da Facebook'u) boş bulup hakaret sallayanlar da mevcut! Bu da açıkça gösteriyor ki, dinleyicilerimiz arasında adil bir seçim yapmalı, programı ille ismini, isteğini ya da mesajını yayınlatmak için bir araç olarak kullananlarla hakikaten sevdiği, beğendiği için dinleyen, kendi reklâmını yapma gayesi gütmeden, gayet dengeli duranlar arasında bir sınır belirlemeliyiz. Burada önemle belirtmem gerekiyor ki, programlarımızı Facebook üzerinden mesajlara, isteklere açmak yasal bir zorunluluk değil, bu tamamen program ekiplerinin inisiyatifine bırakılmış birşey. Nitekim; benim her Pazartesi gecesi sunmakla görevli olduğum ''Geceden Sabaha'' programında bu uygulama ekibimizin ortak kararı ile kaldırıldı. Doğrusu çok da iyi oldu, hepimiz bunun çok isabetli bir karar olduğunu geçen haftaki programımızda gördük, gözledik. Bu kararımıza gelen tepkiler bile o kadar seviyesizdi ki, bunca yıllık bir yayıncı olarak başta ben utandım:( Hiçbir mecburiyetimiz olmadığı halde tuhaf tuhaf ifadelerle yargılandık, konu başarıyla başka noktalara çekildi, bir sürü gürültü koparıldı vs. Ama netice değişmedi, biz olması gerekeni yaptık ve şimdi yaptığımız programı daha çok seviyoruz. Kimse kusura bakmasın...

Bu ''kalite'' mevzuu sadece bu hususda değil, hemen herşeyde çok mühim. Facebook denen bu hikâye de başlangıç amacından çoktan sapmış, artık iyice çıfıt çarşısına dönmüş, olanca kalabalığına rağmen bana göre içi tıntın, bomboş bir mecra haline gelmiştir. Kişisel olarak kullanmayı reddedip hesabımı kapattığım bir internet sistemi üzerinde, meslekî olarak zorla, mecburen bulunmayı bana kimse dayatamaz! Dileyen yapar, orası beni hiç alâkadar etmiyor ama ben bu keşmekeş içindeki türlü seviyesizlikle uğraşmaya hiç mecbur değilim. Dediğim gibi; zaten başından beri hiç tasvip etmedim ve istemedim. Facebook üzerinden gelen yığınla mesaja baktığım zaman da içim acıdı, seneler evvelki gece programlarıma gelen ''gecea'' imzalı, Hakan Türken imzalı, keyifle okuduğum ve paylaştığım mesajları hatırlayarak ''vah!'' dedim sadece, ''vah ki ne vah!..'' Bir programı Facebook üzerinden ne kadar çok sayıda insanın ''beğendiği'' (!) değildir kalitenin ölçüsü, kaç kişinin gerçekten ''dinlediğidir'' önemli olan. Ben programımda ses ve saz sanatçısı konuklarımla birlikte canlı Türk Sanat Müziği yayınlıyorken benden Hande Yener ya da Yusuf Güney çalmamı isteyen dinleyici beni dinlemiyor demektir ve bu işte bu kadar nettir! Aklıyla, yüreğiyle ''hakikaten'' dinleyen lâzım bana, istek yayınlatmak ve her programda mutlaka adını geçirmek için habire mesaj gönderen değil! Facebook sayfasında yüzlerce arkadaşı olan kaç kişi bu insan kalabalığının kaçta kaçı ile hakiki ''arkadaşlık'' ilişkisi içindedir dersiniz? Ne kadar fazla kişi, o kadar popülerlik, sevilirlik, mükemmellik midir yani? Peh, hiç sanmam ve bu sanal aldatmayacaya da kanmam! Teknoloji her zaman insanın hayrına işlemiyor tabii, sevgili Victor Ananias'ı düşündüm bir kez daha, Japonya'nın şu an içinde bulunduğu vaziyeti düşündüm. Tabiatın ''eee, yeter be!'' dediği noktada gelişmişlik seviyesi her ne olursa olsun, modern insanın çaresiz zavallılığını düşündüm. Daha birçok şey de düşündüm ama bu kadarı kâfî bence, bu internet dediğimiz uçsuz bucaksız umman vaktiyle pek popüler olan nice paylaşım ortamlarını yutup teknolojinin sanal çöplüğüne yolladı, bu Facebook'un da suyu artık iyice ısındı! Meraklısına hayırlı-uğurlu olsun kardeşim, dileyen sayfasını habire onunla-bununla-şununla doldursun, ilişki durumunu hava durumu gibi güncellesin, düğün, sünnet, kına gecesi, doğumgünü, ''bak ben buralara da gittim haa'' fotoğraflarıyla sergi açsın, varsın kendi yazdıklarını kendi beğensin, bu ''çakma'' kültürün keyfini isteyen sürsün yani, aman ve yeter ki benden uzak olsun!.. ''Beğenmeyen dinlemesin'' kısacası, hiç mecburiyet yok, bu kadar... 

 
Toplam blog
: 23
: 772
Kayıt tarihi
: 24.02.07
 
 

Kendimi olduğum gibi seviyor ve onaylıyorum. "Gibi olmak" bana göre değil. Sevmeye evvelâ kendisinde..