Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '16

 
Kategori
Öykü
 

Su'nun düş oyunu

Su'nun düş oyunu
 

Kuşluk vakti düş uykusu hali; bilemediğim fakat yolunu ayrıntıları ile duyumsadığım sade bir yolculuktu çıktığım. Hayatımın en büyük oyununu kurguluyordum. Adı düş oyunu olmalıydı. Kurduğum bu oyun bütün yaşantılara perde gibiydi. Sığınağım düşlerim oluyordu herkes gibi. Gecenin en çıplak anında, dışarıda deli gibi yağan bir yağmurun anılarıma çarpan damlaları; yüreğimde pırıltılar oluşturuyordu. Bir çocuk diliyle büsbüyük bir dünyaydı anlık yarattıklarım.
             
Bütün gerçekler puslu ve parıltılarını arada bir sunan giz elbisesi giyinmişti adeta. Başı ve sonu belli olmayan bu oyunun vazgeçilmez kahramanıydım artık. Hayatıma her an adları ve kimlikleri değişen kahramanları koyuyordum. Tarihten günümüze yansımış padişah soytarısı; hemen yanında yeşilçam sinemalarından çıkan bir jön ve Anadolu kadınım; sıcak ve alev rengi entarisiyle; ateşin önünde oturmuş oldukça sıska; zayıflıktan teni kırış kırış yaşlı bir kadın. Ben ise bedensiz figüran. Bir an durakladım şaşkındım, düşünmeden gülmenin ve belkide düşünerek hüzünlenmenin demindeydim kim bilir? O an ensemde soğuk ve sertçe dokunan bir el ile sarsıldım. ‘’Bayan hey bayan! uyanın artık; tren gara çoktan yaklaştı.’’  Yeni bir şehir ve ben ya düşlerim; beni anlayanlar ve anladıklarını düşünenler vardı sadece. Bu şehirde beni bekleyen belki de beklemeyip de benim zamansız yakaladığım bu şehir. Geride bıraktıklarım, yaşanmışlıklar anlatılacak herşey eksik kalıyordu sanki. Yazılacak her sayfam yarım özlem gibi…
             
Adımı ve benliğimi bilinmezlik ile ardıma takıp silik anınların gölgesinde adımı Su koydum. Adım Su sığ hali ile görünen derinliğinde ise fırtınalar koparan. Kimselerin görmediği o sonu bitmez akışta dönüşlerini yaşayan bir nehir gibiydi. Zaptedilmemiş bir çocuğun çılgınlığını yaşıyordu.
             
Bu şehir sokaklarını arşınlarken geçtiğim dar sokaklardan birinde banka oturdum. Nöbetler halinde gelen düşlerimi yeniden yaşamaya başladım. Yalnız bir şehir gibi geçmişim. Yüzümde ki bütün çizgiler hayatım gibi yorgun bu şehrin anlamlarını taşıyordu. Bütün bunları hissederken; bütün sevgilerimin yaratılan kalıplara büyük geldiğini anlıyordum.
             
Ensemde her zaman ki o soğuk el hafif mırıltılar halinde ‘’ asıl benler görünmezler, her ben saklı bir kent gibi esrarlı ve derin ‘’ diye tekrarlıyordu. Bu cümleyle sarsıldım. Yalnızlıklarını paylaştıkça daha da yalnızlaşan insanlar. Bedenim ile insanlar arasındaki kalın duvarlar var. Benliğim ve hislerim arasındaki ayrımda sessiz ve anlama merakı içinde olan biriydim. Asıl olan bene kulak verdiğimde hiç bir yürek kapısının açık olmadığı ve yalnız bir varlığın yaşadığı gerçeğini farkettim.
             
Dağların kızı reyhan değildi Su… Düşünceleri ile boyut değiştirir olmadık bir anda dağların eteklerinde bulurdu kendini. Her olguya tepeden bakmak sasrsılmaz bir netlik katıyordu; hayallerine bile… Güneşin doğuşundan batışından habersiz bir kentin sessiz oyunları birer dramaydı. Hani o şehirin nehiri, işte köpüren ve köpürdükçe dalgalandığı hissi veren haliyle ; kıyılarındaki ufaklı kum tanelerinden ; çocuksu bir mutluluktu benim duyduğum. Ensemdeki o soğuk el ve yine bir ses ‘’ bütün değerler varoluşun nedenini saklar ve karanlık yolu uzatır ‘’ diyordu. O an bütün değerleri kum yığını halinde denizin derinliklerine atmaktı en büyük isteğim.
               
Umarsız bir tavırla bütün sokakları yürüyordum. Karanfil Sokak, Dost Kitabevi ve Konur Sokak’ta uzun yürüyüşlerim Unutmadan Kelepir Kitabevi. Ankara sokaklarında  kömür siyahı saçlarıyla genç ve diri bir kız yürüyor. Ayağındaki siyah postalı , bağlanmamış bağcıkları ve saçılan uzun otantik eteği ile sert ve tepkili adımlarla geçti yanımdan. Elindeki kitaplara dost; hayalleriyle  varolan hayatına bir o kadar yakın ve gizemliydi. Herkes bir şeyleri arıyordu kim bilir o kız özgür tavırları ile binlerce çelişkiyi sığdırmıştı küçücük yüreğine.
               
Akşam sekiz otuz gece griden siyaha dönen rengi örtündü. Su ‘nun ansız nöbetler halinde gelen düşleri yine belirdi. Bir söz yaşamın kendisi olabilirken yaşamın kamburu binlerce ifadeye cevap olamıyordu. ‘’ Artık ne bir söz ne de roman olmak istediğim; duyabildiğim çocuksu gülüşler ve hep o aynı çocukluğumun şarkıları’’ diye haykırdı. Dağların eteklerine vuran ilk ışıkların kızıllığında uzun bir yolculuk yapmaya karar verdi. Böylece kalabalık kentlerin yalnız olan insanlarından uzaklaşıp doğduğu şehrin dağlarında göz kırpan birer gece yıldızı olmuştu. Sadıktı her gece onu görmek isteyenlerin görüp de mutluluk duyabileceği bir yerde şimdi Su. Her gece yeryüzüne iniyor ay ışığında durmak bilmeyen nehir suyunda çıplak ayaklarını hissediyor ve yüzündeki her noktaya küçük anlamlar yerleştiriyordu… Hayat küçük anlamlardan ibaret şimdi anlıyordu Su...
        
 
Toplam blog
: 42
: 263
Kayıt tarihi
: 29.09.14
 
 

Eczacılık mesleğimin yanında Edebiyatın da olmasını istedim çünkü çok sevdim. Yazma eylemi; hayalle..