Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Kasım '16

 
Kategori
İlişkiler
 

Suç aslında boncuklarda

Suç aslında boncuklarda
 

Dün akşamın konusu kadın-erkek ilişkileriydi bizim hanede. Konu başlığını da Selen koydu orta yere: “Ciddiye giden ilişkinin sonu ne olmalı?”

“Evlilik tabii.” dedi Bn Otacı ve salladım ben de başımı tasdik niyetine.

Meğerse bir haber okumuş magazin dergisinde: Yirmilerinin başında sosyetik bir çift -basın duyurusuyla- ayrılmış. Yaşları daha çok gençmiş, ilişkileri ciddiye gidiyormuş ve maazallah ya evlenirselermiş filan!

Sessiz kaldım bir süre. Bir ilişki ciddiye giderse evlenilirdi de ayrılındığını duymamıştım! Ergen zamanlarımdan bugünlere geldim zihnimde. Eğitim ve iş hayatımın neredeyse tamamı yurt dışında geçti; Batı kültürüyle evrildim, çağdaş ve modern görüşlü bir erkeğim, kadın haklarının yılmaz savunucusuyum ve kadınsız bir erkeğin koskocaman bir hiç olduğuna inananlardanım. Benim gençliğimde çiftlerin el ele yürümesi dahi hayaldi; arkalarından ağabeyler, babalar kovalardı. Öpüşmek, hele ki birlikte olmak Mars’a gitmekle eş değerdi. Babamın şu öğüdünü hiç unutmuyorum: “Sakın kızlarla fıkı fıkı yapmaya kalkma, başına kalır sonra!” Fıkı fıkı yapmak ve başa kalmak ne demek, öğreninceye kadar canım çıkmıştı. Bilgi erişiminin kütüphanelerle sınırlı olduğu yıllarda böyle şeyler kime sorulabilirdi ki! Çayımdan irice bir yudum alarak -ne diyeceğimi merakla bekleyen- otacıyla çırağına döndüm;

“Bu konularda epeyce yazdım aslında; ama her gün yeni bir şey öğreniyorum. Hâlâ darp edilen, katledilen, aşağılanan kadınlarımız oluyorsa da son 20 yılda evrim geçirdiğiniz bir gerçek. Eğitim seviyeniz yükseldi, öz güveniniz arttı, kariyer katlarında erkeklerle rahatça mücadele edebilir hale geldiniz. Erkeği doğurmakla kalmayıp yaşamın her diliminde biçimliyorsunuz da, yani bizi istediğiniz şekle sokuyorsunuz! Bunu da güzelliğinizle, aklınızla, kotarma yetinizle başarıyorsunuz. Erkek de üzerindeki yük azaldıkça güçlü bir kadınla yaşamanın konforuna alışıyor ve bırakıyor kendini oluruna. Şu sözü ilk kez -25 yıl kadar önce- ünlü bir mankenin röportajında okumuştum: “Ben namusumu bacak aramda değil, kafamda taşıyorum.” Düşünüyorum da -bugün ellisine yaklaşan- esmer güzelinin beyanatı o yıllar için ne marjinal bir çıkıştı ve -Seyyar Tayyar’ın dediği gibi- “Patladı gitti.”

Görüyorum, bugün ülkemizdeki cinsel özgürlük Batı’da yok! Çünkü onların yatıp kalkmayla büyümüşlüğü ispat derdi yok! Bekâret hiçbir zaman tabu olmadığı gibi Suzy’nin bacak arası trafiğini takip eden bir komşu ya da birileri de yok! Oralarda var olduğunu düşündüğünüz dejenere ilişkiler filmlere, dizilere mahsus. İsveçli bir dostumu evinde ziyarete gittiğimde mühendis kızı -nişanlısıyla buluşmak için- benden izin istemişti. Özgürlükler ülkesinin aile terbiyesi almış kızı bugün iki çocuk annesi ve Volvo’nun üst düzey yöneticilerinden. Benim gençliğimde sigara içen kendini büyük sanırdı, oysa şimdi gençler aralarında “Hâlâ mı bakiresin / Hâlâ millî olamadın mı?” muhabbeti yapıyorlar!

Bu ara Batı’dan dem vuran bloglar yazdım, hayran olduğumdan değil; -yaşadığımız sıkıntılara rağmen- en güzel en vazgeçilmez olan bizim ülkemiz de onca farklı kültürde yaşamış biri olarak da Batı’nın kötü yanlarını almayalım, iyi yanlarını alalım diyorum hep. Peki, biz ne yapıyoruz? İyi yanlarını görmek işimize gelmiyor, kötü yanlarını alıp şapa oturuyoruz, sonra da Batı çok kötü diyoruz! Bu bana hem garip hem de komik geliyor!

Neyse, yaşamı doğru okuyan kızlarımızı tenzih ederken bazıları da duayen ablalarının izinde yürümeye devam ediyorlar. Öyle ya, namus bacak arasından kafaya taşınalı çok oldu ve bu da cinselliklerini özgürce yaşamaya zemin hazırlıyor. “Bu ne iş kızım, ya evlilik?” diye sormanıza da gerek yok, o sorunun bakışını çok iyi bildiklerinden cevabı peşinen yapıştırıyorlar: “Beni bekâretimle değerlendirecek çağ dışı (!) bir erkek zaten kocam olamaz!”

Geniş mideyi modernlik olarak tescilleyen kızlarımız ayda iki hatun eskiten uçkur meraklılarının -iş evlenmeye geldiğinde- el değmemiş kız aramalarını ise çağ dışılık olarak niteliyorlar!

Tekrar başa, Selen’in verdiği habere dönecek olursak; gençlerin -ciddiye giden ilişkilerinde evlenmeyip- ayrılma kararı almalarının daha açık ifadesi şu: “Daha 22 yaşımdayım ve birlikte olduğum üçüncü kıza/erkeğe aşık olmamalıyım, evlenmemeliyim; en azından otuzuma kadar hayatımı özgürce yaşamalı, 10-15 kızla/erkekle daha birlikte olmalıyım. Sonra da modern düşünceli (!) biriyle evlenirim.”

Tabii diziler de bu yaşam biçimini destekler yönde olunca yanlışla doğru yer değiştiriyor.

İşte günümüzün manzarası bu! Peki, otuzlarında evlenince ne oluyor: Karı koca bir mutlu oluyorlar ki hiç sormayın; el ele Yeniköy sahilde yürüyüşe, Nişantaşı’nda alışverişe çıkıyorlar ve karşıdan kadının 9’uncu sevgilisi geliyor, kolunda bir çıtır ve az ileride balık tutuyor 14 numara; yudumlarken kahvelerini Zamane’de, erkeğin 4 ve 7’inci sevgilisiyle pişti oluyorlar üç masa arayla!

Sizce böylesi evliliklerin temelinde sevgi-saygı-sadakat olabilir mi ve onca farklı tere bulanmış bedenler uslu durur mu?

 

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..