Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Ekim '18

 
Kategori
Eğitim
 

Suç Gençlerde Değil

Suç Gençlerde Değil
 

“Ne yazık ki, hile ve rüşvet

bizim genlerimize işlemiş.”

 Dr. Osman Nuri Yıldırım

 

Yazılarımı okuyup görüş ve düşüncelerini benimle paylaşan üniversiteli bir genç var tanıdığım.

Van’ın Başkale ilçesinden ama İstanbul’da… İşim gereği sık sık uğradığım bir işyerinde çalışır. Uzun boylu, yakışıklı, kibar ve efendi bir genç... Ayrıca görevini eksiksiz ve en iyi şekilde yapar. Ve sözünün eri...

Geçen gün uğradığımda, işimi hemen yapıp bitirdikten sonra:

“Hüseyin Bey, siz edebiyat öğretmeniydiniz, değil mi?”diye sordu.

“Evet...”

“Bana bir kitap tavsiye etmenizi istesem...”

“Tabii... Nasıl bir kitap?”

“Rahat okuyabileceğim, yararlı bir kitap...”

Yıllardır benden böyle bir istekte bulunan olmamıştı hiç. Evet, bu delikanlıyı birkaç yıldır tanıyordum ama ne tür kitaplardan hoşlandığını bilmiyordum. Birden, Reşat Nuri’nin Çalıkuşu da geçti aklımdan, Yakup Kadri’nin Yaban’ı, Fakir Baykurt’un Yılanların Öcü, Aziz Nesin’in Böyle Gelmiş Böyle Geçmez’i de...

Ancak hemen cevap vermedim. Düşünmeden yapacağım bir kitap tavsiyesi ile hayallerini yıkmak istemedim.

Ya beğenmezse, ya sevmezse önereceğim kitabı?

“Keşke sormasaydım. Parama da yazık oldu, harcadığım zamana da...” derse… Öyle ya!..

Şöyle bir yoklamak istedim:

“Barış’cığım, dedim; Malatyalı çok başarılı bir kaymakam var. Doğu’da birçok ilçede çalışmış.  Anılarını “Üç Dilek” adlı bir kitapta toplamış. Böyle bir kitap ilgini çeker mi?”

“Turan Eren beyin kitabı mı?”

“Aa!.. Nerden tanıyorsun bakayım sen, Turan Eren’i?”

“Nasıl tanımam? Siz uzun uzun anlattınız ya yazılarınızda. Bizim oralarda da çalışmış. Okumak isterim elbet. Nerden bulabilirim o kitabı?”

“Ben sana getireyim.”

“Olmaz ama sizin kitabınız o.”

“Bende bir tane fazla var.”

“Zahmet olacak ama size.”

“Ne zahmeti! Zevkle...”

Gençlerimiz okumuyor; diye yakınıp dururuz ya. Genelleme yapmamalı demek ki. Bakınız işte, hem çalışan, hem yükseköğrenimini yapan, hem de kitap, dergi, gazete okuyan Vanlı Barış Bayer gibi gençlerimiz de var.

Okuyan, düşünen, soru soran, yazan ve eleştiren yurttaşlarımızı “vatan hainliği” ile suçladığımız ve zindanlara tıktığımız sürece, elbette kitap okumaya meraklı gençlerimizin sayısı gittikçe azalacaktır.

“Gençler şöyle, gençler böyle!”diye onları suçlayanlara asla katılmıyorum ben.

Suç onlarda değil, bizde!

Suç gençlerde değil, yöneticilerimizde.

Suç çocuklarımızda değil; annelerde, babalarda, öğretmenlerde.

*****          *****          *****

Toplumbilimci dostum Dr. Osman Nuri Yıldırım, yazımızın başında da gördüğünüz gibi, “Ne yazık ki, hile ve rüşvet bizim genlerimize işlemiş.” diyor ya...

“Hayır”deyip karşı çıkmayı çok isterdim ama ne yazık ki, doğru...

Bu yargıya varmadan önce, yaşanmış öyle hile ve rüşvet örnekleri vermiş ki, “Ömür Böyle Geçti” adlı eserinde.

Birkaçını özetleyeyim; bakalım, siz ne diyeceksiniz?

Bildiğiniz gibi devletimiz, 1940’lı yıllarda, en az beş çocuğu olmayan ailelerden yüklü miktarda “yol vergisi” alır. Bu yüzden aileler bu vergiden kurtulmak için en az beş çocuk yapmaya gayret eder.

Akıllı aileler, “Ne olur ne olmaz; ölen olur, kalan olur.” diye düşünüp birkaç çocuk da fazla yapar.

Nitekim yazar dostumuz yedi kardeşmiş. Anne, baba ve nine ile on kişilik bir aile… Ne güzel!

İleri görüşlüymüş, o günkü yöneticilerimiz! O yıllarda 18-20 milyonken nüfusumuz, 81 milyonluk dev bir ülke olmuşsak bugün, o yöneticilerimize borçluyuz bunu.

Bugünkü siyasilerimiz de kafalarını çalıştırıp benzer bir vergi koysalar, kısa sürede 100 milyonu geçmezsek bıyıklarımı keserim ben!

O yıllarda doğanları yazdırmak, ölenleri kütükten sildirmek için nüfus müdürlüğüne      -para olmadığı için köylüde- bir hediye ile gitmek gerekiyormuş. Köylüler de aklını kullanarak doğum ve ölümleri birleştirip öyle giderlermiş nüfusa. Böylece rüşvetten tasarruf yaparlarmış.

Toplumbilimci dostumuzun çocukluğunda, memleketi Akseki’nin Çaltılıçukur köyünde Sofu Dayı lakaplı bir komşuları vardır. Yazarın hayatı boyunca tanıdığım en zeki insanlardan biriymiş O.

Askerliğini İsmet Paşa’nın yanında yapmış, “istiklal gazisi” unvanı ve madalyasını almış. Okuması yazması yokmuş ama üniversite mezunu sanırmış herkes O’nu.

Yağmurlu bir kış günü akşamı, Sofu Dayı, bir Ormancı ile gelir; yazarımızın evlerine. Biraz sohbet den sonra, “Ahmet Ağa, satılık bir kuzun varmış; görebilir miyiz?” der.

Babası, sabah göstermeyi önerir ama Sofu Dayı ısrar edince, çıra yakıp hep birlikte inilir ahıra.

Ormancı, kuzuyu görünce, fiyatını sorar. Yazarın babası bir fiyat söyler. Ormancı, hayır anlamında kafasını sallar ve “Ahmet Ağa, ahırda kaçak kereste de varmış.” deyip kuzuyu ucuza kapatmak ister. Sofu Dayı hemen araya girip “Ormancı! Biz buraya kuzu almaya geldik; kaçak kereste bakmaya değil. Öde kuzunun parasını da gidelim.” der.

Sofu Dayı, 1939’da dört çocuğu varken, yol vergisinden kurtulmak için beşinci çocuğa ihtiyaç duyar. Zira bu vergiyi ödeme gücü yoktur. Bir çözüm yolu arar ve bulur da. Nasıl mı?

Bir gün yanına bir okka bal alıp Akseki Nüfus Müdürlüğüne gider. Getirdiği balı verip yol vergisinden kurtulmak için yardım rica eder.

Vicdanlı nüfusçumuz, güç durumda olan köylü yurttaşımıza yardım etmek için düşünür!  Ve “Sofu Dayı, yengede herhangi bir yolcu belirtisi var mı?”  diye sorar.

Yoktur böyle bir bilgisi dayımızın ama olumsuz cevap vermeyi yakıştıramadığı için kendine, “Duydum, öyle bir şeyler.” der.

İyi yürekli memur bu cevabı alınca sevinir, Tamam, yazalım öyleyse kütüğe” der. İyi, yazsın da kız mıdır doğacak çocuk, erkek mi? Yeniden düşünür; devletimizin memuru. “Demokrasilerde çare tükenmez” diye boşuna söylememişler ya. “En iyisi, bir kız, bir erkek ikiz doğum olmuş gibi yazalım” der ve nüfusa öyle kaydeder.

Bu tarihten yedi-sekiz ay sonra gerçekten de bir erkek çocuğu dünyaya gelir; Sofu Dayı’nın. Yazarımızın okul arkadaşı Önal Ergenekon’dur; bu çocuk. Doğumdan sonra, aynı memurla görüşülüp kız çocuğu ölmüş gibi kayıttan düşülüverir. Böylece ne şiş yanmış olur, ne kebap… Bir okka (1280 gr) balın ne işlere yaradığını görüyorsunuz; değil mi? Uzmanlar, “Bal çok yararlı bir besindir”  diye anlatıp dururlar ya çok doğruymuş demek ki!

Israrla‘Resmi belge, resmi vesika, kanıt, ispat’ falan denir ya, işte böyle bir şeydir o!

Yazarımızın akademisyen bir arkadaşı, 1960’tan sonra, babası Almanya’da işçi olarak çalışırken, pek çok işçi yurttaşımızın Alman hükümetinden daha çok çocuk parası almak için nüfus memurlarına hediye ve rüşvet vererek gerçekte olmayan birçok çocuk yazdırdıklarını, sonra da gereği kalmayınca, yine aynı yöntemle sildirdiklerini söyler.

Toplumbilimcimiz, benzer olaylara 15 yıl kaldığı İsveç’te tanık olur:

İsveç’te 18 yaşına kadar eğitim zorunludur. Pekiyi bu durumda oradaki bir yurttaşımız, 12 yaşındaki kızına zengin bir koca adayı ya da iyi bir “başlık parası” veren biri çıkınca ne yapar?

Çözüm gayet basittir: İki yalancı şahitle mahkemeye gidilir. Kız çocuğunun yaşı 18 olarak değiştiriliverir. İşte bu kadar basit!..

Tanrı bize zekâ vermiş, zekâ!..

Almanlar’ı, Fransızlar’ı kandırırız da İsveçliler’i kandıramaz mıyız yani!

Üzerinde pek çok kul hakkı olan yalancı, hilekâr, düzenbaz ve hırsız pek çok insanın Hac’ca gittiklerini gördükçe, “Bilmem, Tanrı’yı kandırıp günahlarını affettirebilirler mi?” diye soruyor; toplumbilimci dostum.

Orasını bilmem gayrı! Derim ki, yine de ben, affettireceklerine inanmasalar, onca para harcayıp onca zahmete katlanarak niye gitsinler?

                                                                                        Hüseyin Erkan

                                                                       huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..