Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ocak '11

 
Kategori
Öykü
 

Suçsuzum

Berna, işyerinde harıl harıl çalışıyordu. Çalan telefonun sesiyle irkildi. Karşısındaki kişi şube müdürü Fatih Beydi. 

- Berna Hanım, bir araştırma yazısı yazıyorum da beynim durdu. Peşin peşin söyleyim de sonra üzülme. Bir şey soracağım sana ama kesinlikle gülmeyeceksin. 

- Efendim elbette ki sorabilirsiniz. Yeter ki cevap verebileceğimiz bir soru olsun. Size mahçup olmak istemem. - Yılbaşında pişirilen hayvanın adı neydi? Berna yutkundu. Kısık ve titrek bir sesle; 

- Hindi değil mi? efendim. 

- Hay aklınla bin yaşa! Tabi Hindi! Dilimin ucunda ama bir türlü aklıma gelmiyordu. Teşekkürler! Berna "Bir şey değil efendim!" dediğinde amiri çoktan telefonu kapatmıştı. Dudakları gülmekle gülmemek arasında çekingede kalmıştı. Bir yandan elindeki işe devam ediyor bir yandan da içinden durum değerlendirmesi yapıyordu. 

-Tövbe tövbe! Hafıza tarihime altın harflerle kazınacak nitelikte bir soruydu. Cevap veremeyeceğim diye de nasıl korkmuştum. Neyse barajı geçtim. Sicil dönemi de yakın! Artık bu iyiliğimi de nazarı dikkate alır umarım. Fatih Bey, iri yarı vücudu, sert yüz hatlarının arkasında yufka gibi yüreği olan bir kişiydi. Kısa zaman içerisinde sırf Berna'nın değil işyerindeki bütün elemanların sevgi ve saygısını kazanmıştı. Astına aşırı değer veren ve sonuna kadar da arkasında olan iyi bir amirdi. 

Üç yabancı dili ana dili kadar iyi biliyor olmasına karşın oldukça mütevazi bir insandı. Mevkisini asla kötü bir amaçla kullanmıyordu. Hatta astlarıyla yemek yemenin iş verimini olumlu yönde artırdığını düşündüğü için sık sık öğle yemeklerini elemanları ile yiyordu. Berna, üç yıldır Fatih Beyin emrinde çalışıyordu. Diğer amirleri en ufak bir hatada sesini yükseltirken Fatih Bey'den bir kez bile incinmemişti. 

En hassas olduğu konuların başında mesai saatlerine riayet geliyordu. Kimseyi baskı altına almadan güler yüzüyle gayet güzel bir şekilde disiplin uyguluyor, kimse de bundan en ufak bir rahatsızlık duymuyordu. Fatih Bey mesaiye herkesten erken gelir, diğer personelden de aynı davranışı beklerdi. Fakat ertesi gün beklenmeyen bir gelişme olmuştu. Fatih Bey saat 10.30 olmasına rağmen yerinde yoktu. Berna idari kısım amiri Engin Beyin odasının kapısını çaldı. “Gel” diyen sesle birlikte içeri girdi. 

- Efendim. Fatih Bey bugün izinli mi acaba? Normalde çok erken gelir bilirsiniz. Endişe ettim. Ayrıca kendisine arz etmem gereken miatlı evraklar var. Ne yapacağımı şaşırdım. Size danışmaya geldim efendim. Engin Bey dudağını bükmüş ve alnını parmakları ile ovuşturduktan sonra; 

- Allah Allah! Benim de haberim yok! Hastalandı mı acaba? Otur şöyle koltuğa! Ben kendisini arayayım. - Telefona cevap vermiyor. Eşini arayalım bari! Ben de çok meraklandım. Hayrolsun inşallah. Berna, gözleri ile Engin Beyi takip ediyordu. Bir an aklına gazetelerde okuduğu doğal gaz zehirlenmesi vakaları geldi. Sonra kendine kızdı. Engin Bey, Melike Hanım'a nihayet ulaşmıştı. Meraklı bir ses tonuyla; 

- Melike Hanım sizi rahatsız ettim. Ben eşinizin işyerinden arkadaşı Engin! Fatih Bey bugün işe gelmedi. Rahatsız mı acaba? 

- Ne! Nasıl yani! Orada değil mi? Sabah evden işe gitmek üzere çıktı. Yolda kaza falan mı oldu acaba? Allah'ım onu koru! - Melike Hanım! Lütfen sakin olun! Sizi de heyecanlandırdığım için özür dilerim. Belki bir yere uğramıştır. Aklınıza kötü şeyler getirmeyin hemen! Buraya geldiği an sizi mutlaka arayacağım. Siz de bir gelişme olursa bizi bilgilendirin lütfen. Görüşmek üzere. Engin Bey koltuktan bir hamlede kalkmış, pencereye yönelmişti. Arkası dönük bir biçimde konuştu. 

- Berna Hanım evrakları bana bırakıp çıkabilirsiniz. Kalbimizi ferah tutalım da kötü bir şey olmasın! İyi düşünelim iyi olsun! 

- İnşallah efendim. Melike Hanım eşini çılgınlar gibi seviyordu. Yaptıkları evlilik sonrası bir kez bile pişmanlık duymamışlardı. İlk günkü gibi aşıktı Fatih’e. Ona bir şey olması demek kendinin de yok olması demekti. Çünkü onsuz nefes dahi alamayacağını düşünüyordu. Kafasında türlü türlü senaryolar üretmiş, sonra da gerçekmiş gibi inanmıştı. En çok da kaza haberi gelmesinden korkuyordu. Bir süre sonra daha fazla dayanamamış hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı. 

Fatih ise Eskişehir’de bir üniversitede üzerinde çalıştığı son proje ile ilgili konferans veriyordu. Fakat o kadar huzursuzdu ki. Bir an önce kürsüden inmek ve eşini arayıp şehir dışında olduğunu bildirmek istiyordu. Bu görev kendisine öyle alalacele verilmişti ki. Sabah eşini öperek işe gitmek üzere evden çıkmıştı. Arabasının direksiyonunu her zaman ki güzergahına çevirmiş, güzel bir müzik eşliğinde yoluna devam ediyordu. Cep telefonunun mesajını işittiğinde işyerine bir hayli yaklaşmıştı. Telaş içinde açtı. Gelen telefon Başkanları Ziya Bey’dendi. “Hayırdır inşallah sabah sabah neden arıyor ki beni?” diye hayıflandı içinden. 

- Buyurun Ziya Bey! 

- Fatih! Hiç işyerine gelme! Bakanlıktan senin son araştırma konunla ilgili bugün Eskişehir’de konferans vermen istendi. Doğruca oraya gidiyorsun. Yeri biliyorsun daha önce de katılmıştık. Ben iştirak edemeyeceğim. Beni mahcup etmeyeceğine yürekten inanıyorum. Senin başarın bizim başarımız olacak biliyorsun! Şimdiden kolay gelsin diyorum. 

- Tamam efendim. Bir endişeniz olmasın! Fatih bunları söylemişti söylemesine ama içinden de sinirlenmişti. Oldu bitti böyle apar topar görevlendirmelerden nefret ederdi. Zamana karşı yarışması gerekiyordu. Saatine baktı. Eşine de haber vermesi gerekiyordu. Yolculuk esnasında birkaç kez eşini aramış her seferinde meşgul çıkmıştı. Eskişehir’e vardığında ise konferans öncesi kısa bir ön çalışma yapmış, bir anda kendini kürsü de buluvermişti. Dinlenme için verilen arada ilk işi eşini aramak olmuştu. 

- Aşkım nasılsın? Seni çok aradım ama telefonun meşguldü. Söyleyince çok şaşıracaksın biliyorum. Ben şu anda Eskişehir’deyim. Sabah işyerinden aradılar. Konferansa katılmam istendi. Sorma hayatım o kadar yorgunum ki. Şimdi ara verildi de seni arayabildim. Canım yarına da sarkabileceği söyleniyor. Alo alo! Fatih Bey şaşkındı. Telefon kapanmıştı. Tekrar denedi. Fakat eşi bir türlü telefonu açmıyordu. Kafası allak bullak olmuştu. Konferansın ikinci bölümü için kapılar tekrar açılmış herkes yerini almıştı. Fatih Bey bu bölümde proje ile ilgili kendisine yöneltilen sorulara aydınlatıcı bilgiler verecekti. Ama bu moralle nasıl bu işin altından kalkacağını kara kara düşünmeden edemiyordu. 

Geç vakte kadar süren konferans bittiğinde herkes akşam yemeğinin verileceği salon istikametine doğru yürüyordu. Fatih tekrar bir köşeye geçti ve eşini aradı. Fakat telefon bir türlü açılmıyordu. Son bir kez daha aradığında eşinin ağlamaklı konuşması ile şaşkına döndü. 

- Yazıklar olsun Fatih! Bana bunu nasıl yaparsın? Hem de mesai saatleri içerisinde! Beni çok sevdiğini sanıyordum! Ne kadar yanılmışım! Bana yalan söylüyorsun sen! Ne görevi bu? Beni aptal mı sanıyorsun? Herşeyi biliyorum ben! Eğer bu bir görev olsaydı Engin Bey beni arayıp neden işe gelmediğini sormazdı! Nasıl da rahat yalan söylüyorsun! Yoksa beni aldatıyor musun? Eğer böyle bir şey varsa açıkça söylüyorum. Hemen boşanalım! Fatih serseme dönmüştü. Boğazı düğümlenmiş, dili damağı kurumuş, bacakları tir tir titriyordu. Neler söylüyordu karısı böyle! Gür bir sesle eşinin lafını böldü. 

- Söylediklerini kulakların duyuyor mu Melike! Çıldırmış olmalısın! Neden sana yalan söyleyeyim? Burada oluşum keyfimden değil herhalde! Beş yıllık kocanı tanıyamamışsan teessüf ederim sana! Sözlerin kılıç gibi keskin! Benden özür dilemelisin hem de derhal! - Utanmıyorsun bir de! Söyle bakalım yanında kim var? 

- Bir sürü delege var! Hayatım şaka mı yapıyorsun? Lütfen gerçekten beni zor durumda bırakıyorsun? Seni nasıl inandırabilirim. Buranın adresini vereyim atla uçağa gel! Daha sana ne diyebilirim ki? Melike’nin içi biraz rahatlar gibi olmuştu ama hala olayları çözemiyordu. Ya beni aldatıyorsa, yalan söylüyorsa düşüncesi bir duman gibi içini kaplamış ve zehirlemişti. Yüreği kocasına inanması için baskı yapıyordu. Dile kolay beş yıl aynı yastığa baş koymuşlardı. Ama bir yandan da kuşkuları vardı. Fatih’i soru yağmuruna tuttu. 

- O zaman bana cevap ver! Neden Engin Beyin bu görevden haberi yok? Berna Hanım senin memurun değil mi? Bir görev oluyor da senin yakın elemanların bunu nasıl bilmiyor? Lütfen cevap ver! 

- Hayatım bak! Genel Müdür Ziya Beyi Bakanlıktan aramışlar. Ben daha işyerine gitmeden telefon geldi. Özel bir görevdi bu. Ben Ziya Beyin Engin Bey’e görevlendirildiğimi bildireceğini düşünmüştüm. Ama o da başka bir noktada görevlendirilmiş. Yani anlayacağın o da işyerine uğramamış. Kimsenin haberi olmaması bu yüzden! Eğer yine de bana inanmıyorsan ben de sana yazıklar olsun diyorum. Evliliğimiz sevgi ve güven üzerine yürümüyor mu? Peki neden bu güvensizlik? Berna ağlayarak konuşmasına devam etti. 

- Ama benim yerimde sen de olsan aynı tepkiyi verirdin. Önce başına bir kaza bela mı geldi diye endişelendim. Resmen kayboldun! Sonra seni aradım ulaşamadım bir türlü. Bu sefer sen aradın bir sürü şey söyledin! Kafam o kadar karıştı ki! Moralim şu anda sıfır. 

- Onu bunu bırak sen beni seviyor musun? 

- Evet 

- Ben de seni çok seviyorum. Lütfen aklını başına topla ve bana güven! Sana şimdiye kadar hiç yalan söyledim mi? - Hayır. Hiç söylemedin 

- O zaman bana güven. Görev biter bitmez geleceğim anlaştık mı? Seni çok seviyorum! Nasıl böyle garip şeyler düşünebilirsin hala inanamıyorum? 

- Ne bileyim Fatih! Gerçekten benim de kafam çok karıştı. Fatih Ankara’ya döndüğünde eşinin çok sevdiği çiçeklerden bir arajman yaptırmış ve gönlünü almıştı. Fakat işyerine geldiğinde hayatında hiç sesini yükseltmediği Berna’ya ve Engin Beye ilk kez sitemkar konuşmuştu. - Ah Berna Hanım, Ah Engin Bey! Az daha yuvamı yıkıyordunuz! Hanımı ikna edene kadar göbeğim çatladı! Eşimi aramadan önce Genel Müdür Ziya Beye sorsaydınız keşke! O size her şeyi açıklardı. Engin Bey ve Berna Hanım mahcup olmuşlardı. Her ikisi aynı anda konuşuverdi. 

- Ama efendim ne yapalım! Sizi çok seviyoruz! Başınıza bir şey geldi sandık! Sizi zor duruma düşüreceğimizi bilseydik inanın eşinizi aramazdık. Fatih gülümseyerek konuştu. 

- Neyse olan oldu bir kere! Allahtan yeryüzünde güzide çiçekler var! Kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerde onlar ne de güzel işler başarabiliyorlar. Mis gibi kokuları ve renkleriyle benim adeta yürek sesim oldular. Bu arada unutmadan söyleyeyim. 

Bir daha böyle ani bir görev verilirse yuvamın saadeti için ilk önce size haber vereceğim! Sütten ağzım fena yandı, yoğurdu da bu saatten sonra üfleyerek yemek istemiyorum. 

Aysel AKSÜMER 

 
Toplam blog
: 334
: 482
Kayıt tarihi
: 22.03.10
 
 

Halkla İlişkiler bölümü mezunuyum. Iki çocuk annesiyim. "Bir Öykü Kadar Kısa Bir Roman Kadar D..