Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Temmuz '11

 
Kategori
Öykü
 

ŞÜKÜR-BEREKET TERZİHANESİ (II)

ŞÜKÜR-BEREKET TERZİHANESİ (II)
 

Bazen tek kare resim ne kadar çok şey anlatır insana


Bir anda ne yapacağımı, ne düşüneceğimi şaşırdım zembereği kopmuş saat gibi hangi yöne gideceğimi bilemedim. Ayaklarım her ne kadar gitmemekte inat etse de iki koluma giren polisler uçururcasına kapının önünde bekleyen polis arabasının içine beni çoktan sokmuş, yüzünün bir kısmını dikiz aynasından seçebildiğim aracı kullananla birlikte üç polis ve ben karakola doğru yol almaya başlamıştık bile.
Yolda sorduğum tüm soruları ağız birliği etmişçesine cevaplamamaya kararlıydılar. Hiç kimse ağzını açmıyor, kızgın ve suçlayıcı bakışlarla beni süzüyorlardı. Sert bir fren sesiyle karakola geldiğimizi anladım. Yol arkadaşlarım yine beni uçurur gibi aceleyle karakolun içine soktular. Gördüğüm dakikadan beri hiç konuşmayan sürekli etrafını kolaçan eden kısa boylu, sıska polis nihayet dile geldi. “Komiserim zanlıyı getirdik.” Masanın arkasında koltuğuna gömülmüş omuzu kalabalık polis tiksinir gibi yüzüme bakarak ”Yaptıklarından utanmıyor musun? Sende hiç vicdan yok mu?” dedi. Söylediklerinden tek bir kelime anlamıyordum. Neden utanacaktım? Ben utanılacak ne yapmıştım? Şaşkın şaşkın yüzüne bakarken “Öyle hiçbir şey bilmiyor numarası yapma. Böyle masum rolü yapan çok gözü açık tanıdım ben. Ya paşa paşa suçunu itiraf eder bizi uğraştırmazsın ya da biz seni konuşturmasını biliriz,” diye bağırdı. Ne olduğunu bir anlayabilsem konuşacaktım ama polislerin söylediği her söz beynimi allak bulak ediyordu. O kadar çok korkmuştum ki ağzımı her açtığımda sesim boğazıma düğümleniyor bir türlü dışarı çıkmıyordu. Son bir gayretle cılız bir ses döküldü dudaklarımdan:
-Komiserim gerçekten ben ne dediğinizi anlamıyorum. Ben neden utanayım? Neden vicdansız olayım? Kendi halinde yaşayan bir garibanım. Benim kime ne fenalığım dokunabilir? Zannediyorum bir yanlışlık oldu.
-Tabi tabi zaten herkes bir yanlışlık sonuç gelir buraya. Kimse suçunu kabul etmez, herkes masumdur. Bir suçlu varsa o da kötü kaderdir, dünyanın ta kendisidir değil mi? Geç oğlum bu masum rollerini. Sana kapılarını açan, ekmeğini kazandığın işini öğreten, seni koruyup, kollayıp, kanatlarının altına alan ustanı iki kuruş para uğruna harcamaya değer miydi? Hiç vicdan azabı çekmedin mi, ellerin hiç titremedi mi? O yaşlı adamı, öldürüp suya atarken.
Duyduklarıma inanamıyordum. Ustam öldürülmüştü. Allahım bu ne büyük bir acıydı ve daha da korkuncu onu benim öldürdüğümü zannediyorlardı. Tüm bunlar kabus olmalı ve ben bu kötü rüyadan biran önce uyanmalıydım. Ellerimi gözlerime götürüp kuvvetlice gözlerimi ovuşturdum… Hayır uyumuyor, uyanıktım. Demek ki hepsi gerçekti. Ama kim? Ne istemişti benim iyi yürekli, karıncayı dahi ezmekten korkan, kırk yıl sırtımda taşısam hakkını ödeyemeyeceğim ustamdan.
Hayır!… diye tüm gücümle bağırdım. Öyle şiddetliydi ki bu ses karakolun her bir yanı benim hayır sesimle inliyor, sesim duvarlara çarpıp çarpıp çoğalıyordu. Hayıııııır onu ben öldürmedim. Gözlerimden sicim gibi yaşlar akıyordu. Ona bu fenalığı yapanı bulsam cezasını şuracıkta kendi ellerimle verecektim.
-Demek inkar ediyorsun. İnkar etmek işin en kolay yanı. Yalnız unutma seni onu suya atarken görenler var. Ona ne diyeceksin? Herhalde onu da inkar edersin. Belki de o sen değil senin ikizindir dedi sırıtarak…
Ben duyduklarımın acısı ile kıvranırken odada bulunan üç polis yüzüme kahkahalarla gülüyorlardı. Bir yumrukla gülenlerin yüzlerini darmadağan etmek istedim ama elim kolum kırılmış, takatım kalmamıştı. Ayaklarım, duyduklarımın acısıyla ağırlaşan bedenimi taşımakta güçlük çekiyor, olduğum yere pelte gibi yığılmamak için tüm gücü toparlamaya çalışyordum…
-Dün akşam saat sekiz gibi neredeydin? Neler yaptın? Anlat bakalım dedi komiser.
-Ne yapayım komiserim. Terzihanede bitirmemiz gereken işler vardı. Önce Adil Ustamla onları bitirdik. Bizim terzihane yıllar içinde epey eskiyip yıprandı. Bahar ayı gelince bizde şöyle bir bahar temizliğine başlayıp aklanıp paklanalım istedik. Onun için terzihanede ki bütün eşyaları ustamla birlikte bir kenara yığdık. Terzihanede diktiğimiz elbiseleri giydirdiğimiz bir mankenimiz var. Yıllarla birlikte iyice eskidi. Ustam onu çöpe atmamı istedi. Size şimdi anlatacaklarım komik gelebilir hatta bana inanmayabilirsiniz; fakat o benim çocukluğumdan beri dertlerimi, sıkıntılarımı, mutluluklarımı paylaştığım eski bir dostum. Ondan ayrılmak bana çok zor geldi. Çöpe atamayacağımı anladım. Onun için ona ellerimle bir hafta içinde en güzel takım elbiseyi dikip, sudan etkilenmesin diye poşete sarıp ustamın arabasına koydum.Ustam da eve gitmek üzereydi. Ustamla vedalaşıp arabaya binerek eski dostumu yani cansız mankenimizi şehrin dışında gürül gürül akan Karacasu nehrine bıraktım. Hatta bir ara bırakmaktan vazgeçer gibi bile oldum. Kolay değil insan sevdiklerinden çabuk ayrılamıyor cansız olsa bile. Belki dedim bir çocuk onu bulur da onun da iyi, kötü günlerine ortak olur.
-Tamam Nuri Ziya bu kadar yalan yeter. Şimdi gerçeği anlat. Bırak bu manken masallarını. Yok dostuymuş, yok çocukluk arkadaşıymış, ondan ayrılamamış. Şimdi bir mendil alıp hüngür hüngür ağlayacağım. Sen desene ben ustamın mirasına konmak için ustamı bir güzel öldürüp, suya attım diye. Adamcağızın senden başka kimsesi yokmuş. Biraz bekleseydin adam bu dünyadan göçünce zaten miras sana kalacaktı. Değer miydi birkaç kuruş için can almaya?
-Haşa komiserim, canı veren de alan da yüce rabbimizdir. Birinin canını almak ne haddimize. Yine söylüyorum ben suya terzihanede kullandığımız mankeni attım. Ustamı ben öldürmedim. Bana ekmek veren ellere bu hıyanetliği nasıl yaparım?
Kapının gıcırdamasıyla başımı çevirdiğimde güneşin kavurup, sert rüzgarların haşladığı yanık teni, elma gibi al al yanakları, alabros kesilmiş saçları, kaynak lastikleri, yeşil parkasıyla on dört, on beş yaşlarında bir çobanla göz göze geldim. Yıllardan beridir tanıyormuş gibi baktı yüzüme. Bir an bakışlarının altında ezildiğimi hissettim.
-Gördüğün adam bu muydu?
-Evet komiserim tam tamına bu adamdı. Görünce hemen tanıdım zaten. O gün bizim davarı meraya otlatmak için çıkarmıştım. Bütün bir kış koyun ahırda kapalı kaldı. Hayvan kısmı fazla kapalı kalmayı sevmez. Bahar oldu mu şöyle azcık kır bayır dolaştırıp otlatmak gerek. Neyse lafı fazla uzatmayayım. Önümde elli kadar koyun bizim kara kaçan birde “canavar”: bu benim çoban köpeğim adı olur kırda dolaşıyorduk. Fazla dolaşmışız biraz geç kalmıştım eve dönmekte. Hava daha yeni kararmış, akşam Karacasu nehrinin üzerine yenicene çökmüştü. Ben koyunları suluyordum. O ara bir araba sesi duydum Allah Allah bu saatte buralarda kim ne arar diye merak edip gelen arabayı izlemeye koyuldum.
Başını tekrar bana çevirerek eliyle işaret edip
-Bu adam nehrin yakınına bir yere arabayla durdu. Arkasında birisi oturuyor gibiydi. Kapıyı açtı. Arkada ki adam konuşmuyor, hareket etmiyordu. Bu adam onu kuçağına alıp indirmeye çalıştı. Taşıyamadı galiba. Sonra yere bıraktı, sürüye sürüye suyun başına getirdi. Ben heyecanla ne yaptığını anlamaya çalışıyordum. Beni görmesin diye bir ağacın arkasına iyicene gizlendim. Taşıdığı adamı zannediyorum bir şeylere sarmıştı. Hışırtıyı olduğum yerden duyabiliyordum. Bir müddet başında öyle bekledi. Bir şeyler mırıldanıyordu; fakat bulunduğum yerden söylediklerini işitemedim. Sonra adamı aldığı gibi azgın sulara bıraktı ve arkasına bile bakmadan geldiği gibi gitti. O gider gitmez, belki bir yardımım dokunur, kurtarırım diye suya doğru koştum; fakat gürül gürül akan su adamı çoktan alıp götürmüştü. Bende bu işin içinde bir iş var diye hemen jandarmaya haber ettim sonrası da işte buradayım.
Komiser bana dönerek.”Buna ne diyeceksin ? Nuri Ziya efendi “dedi.
-Söylediği her söz sonuna kadar doğru komiserim; fakat yine söylüyorum benim suya attığım ustam değil terzihanede kullandığımız cansız mankendi. Çok büyük bir yanlışlık yapıyorsunuz. Yemin ederim ki ustamı ben öldürmedim.
“Kes!... “ Diye bağırdı komiser. “Tek doğru söyleyen sensin. Bunca adam yalan söylüyor demek ki; peki suda bulduğumuz adamı kim öldürdü?” Yanındaki beni karakola getiren polislere dönerek ”Atın şunu nezarethaneye. Belki aklı başına gelir de bizi uğraştırmaz,” dedi. Komiserin emrini duyar duymaz iki polis beni getirdikleri gibi yine uçurur gibi bodrum kattaki karanlık nezarethaneye götürdüler. Duyduklarımın etkisiyle zaten yürüyemiyor ayaklarımı sürüyordum. Beni bodrum kattaki zifiri karanlık odaya bırakmaları ile gövdemin beton zemine buluşması bir oldu, bayılmışım. Gözlerimi açtığımda dün beni buraya getiren sıska polis karşımda duruyordu. “Aklın başına geldi mi? Yoksa burada biraz daha kalmak ister misin? Nuri Efendi,” diye yüzüme haykırdı. Bütün bir gece buz gibi betonun üzerinde yattığımdan her bir yanım tutulmuş, sağımdan soluma kımıldayamayacak durumdaydım. Sadece ”Komiseri görmek istiyorum, ona söyleyeceklerim var,” diyebildim.
Komiserin odasına girdiğimde dünkü kızgınlığından eser kalmamıştı “Gel bakalım Nuri sonunda vicdanının sesini dinleyip suçunu itiraf edeceksin herhalde. Bak oğlum vicdan en büyük mahkemedir, insanın yakasını hiç bırakmaz belki polisi, kanunu kandırırsın ama vicdanını kandırmak imkansızdır önce vicdanınla hesaplaşmak, onun önünde aklanmak gerekir, huzurun anahtarı burada saklıdır,” dedi yumuşak bir sesle. Dünkü kızgın adam gitmiş yerine oğluna nasihat eden müşfik bir baba gelmişti sanki. Onun bu yumuşak tavrından cesaret alarak “ Komiserim son kez ustamı görmek istiyorum daha sonra istediğiniz her şeyi yapmaya, söylemeye hazırım” dedim.
İsteğime anlam veremese de komiseri etkilemiş olacağım ki polislerle birlikte kapı önünde bekleyen acılı kalabalığı geçerek ulaştığımız Adli Tıp morgunun içindeydik artık. Ortalığa sinen ilaç kokusu burnumu yakıyor, ortamın soğukluğuyla bütün bedenim ürperiyor ve titriyordum. Mermer masada yatan kişinin yanına yaklaştım. Tepeden sarkan sarı, solgun ışık masada üzeri yeşil örtüyle kaplanmış ortada cansız yatan bedeni aydınlatıyordu. Polis asık suratlı doktora isteğimi iletti. Doktor her gün defalarca yaptığı hareketle isteksizce elini yeşil örtüye doğru uzattı. Dizlerim titriyor, nefes almaktan korkuyor, ellerim buz kesiyordu. Örtünün sıyrılmasıyla gözleri yuvalarından fırlamış ustamın yüzü ortaya çıktı. Ama nasıl olurdu bu? Suya attığım manken ete kemiğe bürünmüş, ustamın suretiyle öylece karşımda yatıyordu.Bunun olması imkansızdı. Allah’ım yoksa tüm söylenenler gerçek miydi? Yoksa ustamı ben mi öldürmüştüm; fakat böyle bir şey yapmam için hiçbir sebep yoktu. Galiba aklımı kaçırıyordum. Bu olamazdı. Onu ben öldüremezdim. Avazım çıktığı kadar, ciğerlerim parçalanırcasına bağırmaya başladım. Bağırdıkça bedenim hafifliyor sanki günahlarımdan arınıyordum. Hayıııır! hayııııııııııır onu ben öldürmedim…
Boncuk boncuk terler alnımdan süzülmüş, bedenim sırılsıklam olmuş, elim kolum kaskatı kesilmişti. Gözlerimi araladığımda Ustam karşımda duruyordu. ”Oğlum Nuri ne oluyor? Neden bağırıyorsun?” Gözlerimi korkudan fal taşı gibi açmış hiç konuşmadan ustama bakıyordum. Heyecan dalga dalga tüm vücuduma yayılmıştı. “Sen sen ölmedin mi?” Dedim kekeleyerek. “Ne ölmesi oğlum bak sapasağlam karşında duruyorum. Allah ömür verdiği sürece de yaşayacağım. Ruhum ustamın ışığıyla aydınlanmış, huzura kavuşmuş,gördüğüm kabus sona ermişti. Rabbime ustam yaşadığı için binlerce kez şükrediyor,kendimi hiç olmadığım kadar hür hissediyordum..

SON

 
Toplam blog
: 30
: 966
Kayıt tarihi
: 11.12.06
 
 

Bir nisan sabahı Eskişehirde doğmuşum. O nedenle bahar aylarını özellikle nisanı çok severim. Küçükk..