Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '06

 
Kategori
Mizah
 

Sultanahmet'te Mango Rüzgarı

Sultanahmet'te Mango Rüzgarı
 

Asırlardır kimlere ev sahipliği yaptın, hangi Sultanlara diz çöktürdün, hangi hükümdarları Tanrı’nın gölgesine eşdeğer tuttun? Bu hanları, hamamları, sarayları, yüzyıllardır yıkılmayan camileri sen nasıl taşıdın İstanbul? Elimde fotoğraf makinem, arnavut kaldırımlı taş sokaklarda yürüyorum, Osmanlı kokuyor her yer. Kare kare İstanbul’u yaşamaya geldim bugün. Sultan Ahmet’e gidiyorum belki tarihten bir gölge de benim fotoğrafıma yansır diye. Sanki ilk yapıldığı gün gibi büyüsünden hiçbirşey kaybetmemiş, tüm heybetli duruyor karşımda. Birkaç kare fotoğraf aldıktan sonra bir kafeye oturuyorum. İspanyolca müzik, espresso içen tipler ve turist olarak ben. Barcelona’da mıyız İstanbul mu belli değil. Kendi ülkemdeki değişimden dolayı kısa süreli bir kültür şoku yaşadıktan sonra bir espresso da ben söylüyorum.

Kahvemi yudumlarken yirmili yaşlarda bir genç masamdan fotoğraf makinemi kapıp hızla koşmaya başlıyor. Kahve elimde olanları izliyorum sanki çalınan benim makine değilmiş gibi. Kahveyi bırakıp çalınanın benim makinem olduğunu anlayınca kan beynime gidiyor ve ben de koşmaya başlıyorum. Garson kahve parasını vermemek için kaçtığımı düşünüyor ve o da arkamdan koşmaya başlıyor. Kapkaççı arkadaş bu işin pratiğini kapmış gibi çünkü gerçekten tereyağından kıl çeker gibi benim makineyi hacılıyor. Maşallah İngiliz atı gibi de depar atıyor. Bütün gücümle koşuyorum arkasından. Makine o kadar da değerli değil ama gurur meselesi yapmışım artık. Nasıl çalarsın benden!

Garson da aynı dertten muzdarip, bir bardak kahve için hem koşuyor hem de bir garsondan beklenmeyecek şekilde yaratıcı küfürler ediyor. O kadar küfürün altında kalacağıma dönüp şu adamın parasını verim makinenin acısını da ondan çıkartayım diyorum fakat gözüm o an kapkaççı arkadaştan başkasını görmek istemiyor. İstanbul’un ortasında Amerikan filmi kıvamında bir sahne.

"Çekil yolumdan lanet olası" gibi diyaloglar eklersek herşey tamam. Yerli turist olarak geldiğimiz İstanbul’a yabancı kaldım, kapkaça uğrayıp üzerine bir de sopa yeme ihtimalim olduğunu dşünüp biraz daha hızlanıyorum.

Bacaklarımda dermen kalmadı, makine de umrumda değil ve fakat garson arkadaş dört YTL için sınırları zorluyor. Grup olarak bir alt geçite giriyoruz ve kapkaççı arkadaş aynen kalabalık arasına karışıp arazi oluyor. Durup soluklanmak istiyorum fakat garson ensemde. Aniden durup elimi cebime atıyorum ve elime ilk gelen banknotu çıkarıyorum ve dört nala gelen garsona uzatıyorum. Burnuna doğru uzatılan para etkisini gösterip garsonu yavaşlatıyor. Maalesef elimdeki banknotun yirmi YTL olduğunu görüyorum fakat çok geç. Garson parayı almış arkasını dönmüş yürümeye başlamış bile. Yirmi YTL için değerdi gibi bir gurur var yüzünde. Zaten paranın üstü sinirlerini ancak bastırır adamın. Altgeçitten çıkıyorum ve yürümeye başlıyorum. Sultan Ahmet bana bir dijital kameraya ve yirmi liralık bir kahveye mal oldu. Şimdi gerçekten turist gibi hissettim kendimi.

Hafiften bir Küba havası çalıyor ve espressom gelmek üzere. İki dakikada senaryoyu yazıp oynamışım. İnsanın rüyaları bazen zararlı olabiliyor. Sen git gündüz vakti Sultanahmet’in önündeki kafede uyu. Allah’tan espresso sipariş etmişim. Hala sabah şekerleri kıvamında gözlerimi ovuştruyorum. Bu sırada uzaktan yaklaşmakta olan uzun boylu bir genci fark ettim. Ne olur ne olmaz fotoğraf makinesini kılıfından çıkarıp cebime koydum. Kılıf masanın üzerinde yem olarak salınmakta. Bu sırada garson espressomu getirdi ve masama bıraktı. Yaklaşmakta olan uzun boylu genç hızla fotoğraf makinemin kılıfını kaptı ve kaçtı. Canlı yayında kapkaç olayını izleyen garson panik hale geçti fakat baktı ki müşteride tık yok o da olanlara bir anlam veremedi. Büyük bir zevkle espressomdan bir yudum aldım ve makinemi çıkartıp çayıra salınmış sıpa gibi koşan kapkaçcı arkadaşın bir hatıra fotoğrafını çektim.

"Hoşça kal genç dostum. Kaçarken alt geçidi kullanınız!"

Kübalı kardeşlerimizin nağmeleri arasında kahvemi içip garsona tamı tamına dört lira bırakarak intikamımı alıyorum. Elimde makinem, yine başlıyorum taş sokaklarda yürümeye. Ferah bir rüzgar esiyor saçlarımı uçuran. Mango Rüzgarı bu. Sıcak yaz akşamları balta girmemiş ormanlarda esen rüzgara bu ismi veriyor Afrika’lı biladerler. Hani eser de sevdiğinizin eli yüzünüzü okşamış gibi olur ya? Öyle değil! Bu daha çok "es yiğidin bağrına" ayarında gömleğin iki düğmesini açtıran cinsten bir rüzgar.

 
Toplam blog
: 128
: 1989
Kayıt tarihi
: 03.10.06
 
 

Gözlerini kapat ve düşün: bir cümle kaç kişide farklı etki yaratır? Birbirimizi anlamanın gittikçe z..