Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '21

 
Kategori
Ben Bildiriyorum
 

Sümeyra

Sümeyra

Dünyalar Güzeli Kafkas Kızı

Araba uzaklaşırken askerler bu sefer de Şamil’i gözetlemeye başladılar. Şamil hiçbir şey olmamış gibi dükkânına gitti. Anahtarlarını aldı. Çok yavaş hareket ediyordu. Kendini izleyen askere aldırmadan dükkânının kapısını kapattı. Kepenklerini indirdi. Asma kilidini taktı. Kilitledi. Oldukça sakin evine doğru yürümeye başladı.

Yukarı çıktığında babasını kahvesini içerken buldu. Asar Efendi,

“Oğlum Allah’ın izniyle, her şey yolunda gidiyor.”

“Her şey bir tamamlansa…”

“Tamamlanır oğlum. Sabır bizlerin en iyi bildiği şey!”

“Haklısın baba.”

Beklenen gün geldi. Şamil, dükkânın altındaki odada sakladığı silahları iki sandığın içine yerleştirdi. Akşamüstü araba gelecekti. Gün bitmiyor vakit geçmiyordu. Askerler sokağın bir o tarafına bir bu tarafına yürüyüp duruyorlardı. Günlerdir dükkânın biraz ilerisinde nöbet bekleyen askerler bugün devriye geziyorlardı. Şamil’in heyecandan kalbi yerinden fırlayacaktı sanki! Belli etmeden askerlere bakmak istiyordu ama ‘dikkatlerini de çekerim’ diye başını onların olduğu tarafa kaldıramıyordu. Arabanın tekerleklerinin seslerini duyduğunda: Askerlerin nerede olduklarına bakmak için dışarı çıktı. Askerler Cabbar’ın dediği gibi ön tarafta durmuşlardı. Derin bir ‘oh’ çekti. Araba dükkânı biraz geçince durdu. Arabayı görünce şaşırmış gibi dükkânın kapısını açık bırakıp, arabanın ön tarafında oturan Sümeyra’nın yanına geldi. Askerler onları izliyorlardı. Genç kızı görünce… ‘Ne kadar güzel!’ Diye düşündü. Yine aklı başından gitmişti. Kalbi çarpıyordu ama korkudan değildi bu seferki, Sümeyra’nın güzelliğindendi. Genç kıza gülümsedi.

“Nasılsın?”

“İyiyim, sen nasılsın?”

“Ben de iyiyim. Arkadalar değil mi?”

“Arkadalar. İşlerini tamamlayınca işaret verecekler.”

“Çabuk olmaları lazım… Askerler ne yapıyor? Arada bir o tarafa bak. Ben bakamıyorum.”

“Bizi izliyorlar. Merak etme arkada üç kişiler hemen taşırlar.”

“Askerler hala duruyorlar mı?”

“Biri diğerinin yanından ayrıldı, bu tarafa doğru geliyor.”

“Geliyor mu? Allah kahretsin nereden bulaştırdık seni bu işe?”

“Siz bulaştırmadınız ben kendim istedim. Hiç pişman değilim.”

O sırada işaret geldi. Sümeyra gülümseyerek,

“Gidiyoruz, Allahaısmarladık” Araba hareket etti. Askerler arabanın önüne geçip, arabayı durdurdular. Askerlerden biri,

“Ne taşıyorsunuz?” Sümeyra askerin gözlerinin içine bakarak, oldukça sert bir ses tonu ile

“Çeyizim gidiyor o da mı yasak?”

“Dükkândan ne aldınız?”

“Hiçbir şey almadık. Halılar daha önce gitmişti. Nişanlımla biraz konuştum. Yoksa nişanlı ile konuşmak da mı yasak?”

“Sen ters ters konuşma. Kim var arabanın arkasında?”

“Çeyizimi serecek, eşyalarımı taşıyacak, odamı yerleştirecek insanlar var. Ama olmaz bunlar çeyiz arabasına binemezler yasak diyorsanız haber verelim de insinler.”

“Amma çok konuştun?” Askerler arka tarafa gidip, örtüyü kaldırıp içeri baktıklarında içeridekiler yeni konan sandıkları arabanın baş tarafına taşımışlar üstüne de yatak yorgan koymuşlardı bile… Askerler içeriye iyice baktıktan sonra, biri tüfeğin kabzası ile arabanın tahta yerine vurdu. Araba hareket etti. Sümeyra su gibi terlemişti. Hiçbir şeyden haberi olmayan arabacı niye durduklarını anlamadığı gibi yanındaki kadının askerlerle niye öyle konuştuğunu da anlamamıştı. Araba uzaklaşırken askerler bu sefer de Şamil’i gözetlemeye başladılar. Şamil hiçbir şey olmamış gibi dükkânına gitti. Anahtarlarını aldı. Çok yavaş hareket ediyordu. Kendini izleyen askere aldırmadan dükkânının kapısını kapattı. Kepenklerini indirdi. Asma kilidini taktı. Kilitledi. Oldukça sakin evine doğru yürümeye başladı. İçinde büyük bir sevinç vardı. Ayakkabısının bağı açılmış gibi yere diz çöküp arkaya bakınca, askerlerin arkasından geldiklerini gördü. Yine sakin ayakkabısının bağını çözdü. Yeniden bağladı. Zaman kazanmak istiyordu. Hiç değilse arabanın ucuna konulan sandıklar eve gidinceye, askerler gelinceye kadar içeri taşınsın. Diğer ayakkabısının da bağlarını çözdü tekrar bağladı. Yürümeye başladı. ‘Taşımışlardır. Kepenkleri kapatıp, kilidi kilitlerken de oyalanmıştım. Taşımışlardır.’ Evlerine doğru yürümeye devam etti. Askerlerin ayak seslerini duyuyordu. Eve yaklaştığında, eşyaların çoğunun içeriye taşındığını görüp ferahladı. Arabayı görünce yardım etmek ister gibi hızlandı. Bir iki eşyayı da o taşıdı. Taşıma bitmişti. Araba hareket etti. Biraz ileri gitmişti ki! Askerler arabayı durdurdular. Arka tarafına baktılar. Arabayı sürene sorular sordular. Arabacının hiçbir şeyden haberi yoktu. Bir şey anlatamazdı.

Gelen eşyaları hep beraber Şamil’in odasına taşıdılar. Şamil’in, odanın içinde ruh gibi dolaşan Sümeyra’ya baktıkça içi eriyordu…

Odayı yerleştirdiler. Dışarısı çok soğuktu ama ortada yanan büyük odun sobası evin her tarafını hamam gibi ısıtıyordu. Zaten heyecan ve ağır eşyalardan sıcaklaşan, ter içinde kalanlar, sobanın da sıcağından iyice bir kötü olmuşlardı. Huriye hanım onlara buz gibi birer ayran verdiğinde itirazsız kabul ettiler, hatta birer bardak daha istediler. Huriye hanım yemekleri hazırlamıştı. Güzel et yemeği ve ısırgan otundan sebze yemeği... Yanında da mısır unundan ekmek… Hep beraber yemek yediler. Yemeklerini yeni bitirmişlerdi ki, işaret geldi. Cabbar Sümeyra’ya işaret etti. Genç kız, Huriye hanımı alarak mutfağa bulaşıkları yıkamaya gitti. Huriye hanım,

“Ben yıkarım kızım. Sen ilerde bolca yıkarsın zaten.”

“Bugün ben yıkayayım. Ama hiçbir şeyin yerini bilmiyorum. Siz yanımda durun da yerlerini gösterin.”

“Tamam kızım. Hem benim de seninle konuşmak istediğim bir sürü şey vardı. İyi olur.”  Gelin kaynana birbirlerine sorular soruyor, meraklarını gideriyorlardı. Şamil’ler bahçeye bakan kapıyı açmışlar, geçen sefer olduğu gibi silahları veriyorlardı. Cabbar bu sefer Şamhal’la birlikte gelen Şirvan’ı da görünce çok sevindi. Onlar biraz fısıldaştılar. Şirvan’lara silahları verdiler. Asar Efendi yine ön camdan yolu gözetliyordu. Bu sefer tecrübeliydi. Kendini göstermemek için iyice arkadan bakıyordu.  Silahlar verildikten, alanlar da bahçeden çıktıktan sonra, hepsi derin nefes aldılar. Sedire çökmüşlerdi. Huriye hanım içeri girdi. Onları sedirde kan ter içinde sessiz konuşmadan bulunca,

“Ne oldu size güreştiniz mi?” Asar Efendi gülümseyerek,

“Gençler işte! Benimle baş edeceklerini sanıyorlardı. Bunları ayağımın altına aldım.”

“Yok Bey, inanmam.” Huriye hanım güldü.

“Asar amca eski toprak, bizi ne hale getirdi!” Rahatlamışlardı. Gülüyorlardı. Şamil hepsine birer bardak su verdi.

“İzniniz olursa biz artık kalkalım. Sümeyra’yı merak ederler.”

“Tamam, oğlum güle güle. Musa amcanlara çok selam götür.”

Cabbar’la, Sümeyra gittikten sonra baba oğul annelerine belli etmeden birbirlerine baktılar.

“Hadi Hanım geç oldu yatalım artık.” Onlar yattıktan sonra Şamil odasında Sümeyra’nın çeyizlerini inceledi. Hepsine dokundu, kokladı. ‘Güzel Sümeyra, az kaldı.’

Ertesi gün Şamil’in dükkânında, Cabbar’la konuşuyorlardı.

“Şamil senden alışveriş yapan var mı? Biz çoğu gün dükkânı siftahsız kapatıyoruz.”

“Benim siftahım zaten zor olur. Yakın köylerden düğün dernek olacak ki, halı alsınlar. O da şimdi kış kıyamet, insanlar da parasız. Ben her gün dükkânı açıyorum. Gelen giden yok.  Akşama kadar kitap okuyorum. Akşam da kapatıp eve gidiyorum.”

“Bizler de öyle. Bütün gün çalışıyoruz. Dükkân malla iyice doldu. Alan yok. Haklısın insanlar karınlarını doyurmakta zorluk çekiyor.”

“Vallahi öyle. Silahları teslim ettik. Nikâhı ne zaman kıyacağız?”

“Bu çavuş takmıştır sana seni takip ediyordur.”

“Ben en yakın zaman diyorum. Ama aklımda hep Sümeyra var. Kız nasıl kabul etti bu evliliği, sonradan ayrılmak lafı da edilmedi.”

“Ne ayrılması?”

“Bilmiyorum kardeşim. Benimki sevda da onunki ne?”

“Bizim burada hiç görücü usulü evlilik olmaz da sanki!”

“Yani öyle mi olacak diyorsun?”

“Evet. Ben bu perşembe gecesi nikâhı kıyalım diyorum ne dersin?”

“Yarın gece öyle mi?”

“Öyle.”

“Tamam.” İki arkadaş dükkânın kapısının açılması ile yerlerinden sıçradılar. Arka mahallelerinde oturan, onların aralarına pek girmeyen aralarında ‘şekilsiz’ dedikleri, Baho içeri girdi. Şamil onu görünce şaşırmıştı.

“Baho hangi rüzgâr attı seni buraya, sen pek içimize girmezsin?”

“Şamil başlama yine, içinize girmem diye bir şey yok. Siz beni almıyorsunuz aranıza.”

“Cabbar ne dersin Baho’yu biz mi almıyoruz aramıza, yoksa Baho’mu gelmiyor?” Cabbar Baho’ya baktı ama hiçbir şey söylemedi. Şamil,

“Gel otur bir çay vereyim de iç. Daha yeni demledim.”

“Yok, çay içmem. Sen de evleniyormuşsun, onu duydum da onun için geldim. Bu acelen niye?” Cabbar sinirlenmişti.

“Sana ne Baho?”

“Sordum sadece, ne kızıyorsun? Bu günlerde sende bir telaş var ki anlamadım gitti?”

“Ne telaşı olacak? Bana bak uzatma niye geldinse söyle de çek git.”

“Senin yerine gelmedim. Şamil’e geldim. Şamil senin niye elin yüzün mosmor?” Şamil tam ağzını açtı bir şey söyleyecekti; Cabbar ayağa kalktı,

“Bir soysuz asılsız ihbarda bulunmuş da ondan. Şamil ben gidiyorum buranın havası bozuldu.” Cabbar dükkândan çıktı. Hızlı adımlarla Ilgın’ın atölyesine gitti. Ilgın çalışıyordu. Cabbar’ı telaş içinde görünce;

“Ne oldu, hayırdır?”

“Hemen Şamil’in dükkânına git. Uzaktan orayı takibe al. Eğer yanılmıyorsam, muhbir Baho.”

“Baho’mu, şekilsiz Baho’mu?”

“Evet, bence o. Yahu bu bizim Talat’ın amcasının oğlu değil mi?”

“Şimdi taşlar yerine oturuyor. Tamam, ben çıktım.”

“Sen gelene kadar ben burada beklerim seni.” Ilgın hızlı adımlarla Şamil’in dükkânına gittiğinde Baho dükkândan çıkıyordu. Ilgın belli etmeden uzaktan Baho’yu takibe aldı. Baho oradan doğruca kendi evine gitti. Ilgın mecburen dükkânına döndü. Cabbar onu görünce, hele de hemen geldiğini görünce;

“Gözden mi kaybettin?”

“Yok, adam evine gitti. Ama sen merak etme bu gece ve bundan sonraki gecelerde ben onu takibe alırım.”

“Haydi, gözünü seveyim. Ben pek yanılmam. Bugün dükkâna da geldiğinde meraklı gözlerle dükkânın her tarafını inceledi. Şamil’e de sorular sordu. Benden sonra ne konuştular bilmiyorum ama Şamil’den öğreniriz. Ben Şamil’in yanına gidiyorum.”

“Sen merak etme. Baho benim gözetimim altında olacak.” Cabbar yine hızlı adımlarla Şamil’in yanına gitti. Şamil ile Baho hakkında konuşuyorlardı. Kapı açıldı. Çavuş Gelingenkof iki askeri ile içeri girdi.

“O bakıyorum iki elebaşı bir arada ne planlar yapıyorsunuz?” Şamil cevap vermedi. Cabbar konuştu.

“Yarın gece kıyılacak nikâhı konuşuyorduk.”

“Nikâh yarın akşam… Bu telaşı da anlamadık. Sizler böyle ölüsü olan eve acele düğün yapmazsınız ne oldu?”

“Düğün yapmıyoruz zaten, nikâh kıyacağız sadece!”

“Ha tamam anlıyorum. Burada da ne kadar çok halı varmış. Geçen gece telaştan fark etmemişim. Halılar hakkında çok bilgin vardır. Değil mi Şamil? Mesela… Şu halıyı anlat bakayım bana?”

Şamil o zaman ayağa kalktı. Halının yanına gitti. Kin kusan gözlerini bir lahza çavuşun gözünden ayırmadan;

“Olur. İsterseniz hepsini anlatırım. Bizim halılarımız çoğunlukla küçüktür.”

“Hayret götürdükleriniz oldukça büyüktü.”

“Çoğunluğu küçüktür ama büyükleri de vardır tabi... Bu halılar oldukça ince dokunur, düğüm ipleri yünden olur ve çok kısa kesilir. Atkıları pamuktandır. Desenleri çok parçalıdır. Parlak renkli mozaik gibi görülür. Çeşitli desenler arasında, palmetler, diyagonal sıralar halinde düzenlenmiş baklavalar, bahçe şekilleri hatta kalelere benzeyen modeller vardır. Bakû, Çiçi, Lezgi ve Derbent denilir. Sizin gösterdiğiniz de güzel bir derbenttir. Bazılarında dikkat ettiyseniz çiçek desenleri vardır. Dağıstan ve Şirvan halılarını birbirinden ayırt edemezsiniz.” Çavuş’un suratı asılmıştı. Susmasını işaret etti.

“Tamam anladım.”

 

Nazan Şara Şatana’nın ASAR ŞAMİL VE RUS TERZİ Kitabından…

 

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....