Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Temmuz '07

 
Kategori
Edebiyat
 

Sunay Akın şairliği bırakıp boksa başlamış

Sunay Akın şairliği bırakıp boksa başlamış
 

Beşiktaş Belediyesi Abbasağa Parkı’nı bir güzelleştirdi bir güzelleştirdi ki sormayın. Zaten güzel olan parkın içine bir mini açık hava sineması/sahne yaptı hepsi o kadar. Ancak bu sinemayı/sahneyi küçümsemeyin bakın orada nasıl etkinlikler olmakta, programa hep birlikte bir göz atalım:

10-11 Temmuz
Dondurmam Gaymak
Sinema

12 TEMMUZ
SUNAY AKIN
DİNLETİ

17-18 Temmuz
Maskeli Beşler
Sinema

19 Temmuz
Düş Sokağı Sakinleri
Konser

24-25 Temmuz
Sınav
Sinema

26 Temmuz
Grup Gündoğarken
Konser

31 Temmuz -1 Ağustos
Hayatımın Kadınısın
Sinema

2 Ağustos
Yavuz Seçkin
StandUp

7-8 Ağustos
Son Osmanlı
Sinema

9 Ağustos
Aslı
Konser

14-15 Ağustos
Babam ve Oğlum
Sinema

16 Ağustos
Serhat Özcan
Stand Up

21-22 Ağustos
Gelibolu
Sinema

23 Ağustos
Bülent Ortaçgil
Konser

Programa tekrar döneceğim, ancak biraz genel bilgi vereyim:

Ailecek yakın otururuz Abbasağa Parkı’na. Eski Beşiktaş’lıyızdır, nüfus kağıdımızda bile kayıtlı olduğumuz yerdir evelallah. Belediyemiz Abbasağa Parkı’nı önce bir otoparka çevirme girişiminde bulundu. Biraz ağaç kıyımı olacaktı ki, çevre sakinlerinin ciddi tepkileriyle karşılaşınca Halkçı ve Devrimci belediyemiz; parkın altının otopark olacağını, üstünün de park olarak kalıp, aynı yeşilliğini muhafaza edeceğini öne sürdü. Çevre sakinleri Ulus Pazarı esnafının düştüğü tuzağa düşmeyerek direnmeye devam etti ve yeşil dokuyu koruduğu gibi, bir de eşantiyon olarak mini sinema, /sahne kazandı. Ulus Pazarı esnafı ise 2 yıldır halen eylem yapmaya devam ediyor, kendilerine “Pazar yeri” sözü verdiği halde sözünde durmayıp Vakıflar’ın malını ihaleye çıkarıp özel şahıslara satan Halkçı belediyenin önünde. Akla şu geliyor hemen ister, istemez, devrimin geleneğidir. Eğer bir proje gerçekten halk için gerekliyse, halka rağmen yapılır. Demek ki, bu otopark projesi halk için değil rant içinmiş ki, tepki alınca sümen altı edildi.

Neyse, biz gelelim yukarıdaki tabloda bahsettiğim programa. Öncelikle, BÜYÜK HARF olarak yazmamdan anlaşılacak ki programın bizi ilgilendiren kısmı Sunay Akın dinletisi. Şiirlerini çok sevdiğim bir şairdir Sunay Akın. Hem de o kadar çok severdim ki şiirlerini. Kız Kulesi’nin o bembeyaz alçılı haliyken ona yazmış olduğu şiirlerine bayılırdım. Yani şiirle de ucundan kenarından uğraşan biri olarak “ya bu imgeler nasıl benim aklıma gelmedi” diye de hayıflanırdım, ne yalan söyleyeyim. Kaza Süsü adlı kitabında Martı adlı şiirinin bir bölümünde şöyle diyordu Kız Kulesi’nin beyazlığını vurgulayarak Sunay Akın. ……/ uyandırırım çığlıklarımla/ kıyısında karnı aç yatan çocukları/ yiyecek aradığım kent çöplüğünün/ ama bir parça olsun/ koparmam beyazlığından/ bilirim ki Kız Kulesi/ doğum günü pastasıdır özgürlüğün….

Yine aynı kitabında yer alan Şiiriçi Hatları Vapuru adlı şiirinde Nazım Hikmet, Can Yücel, Attila İlhan, Edip Cansever, Orhan Veli gibi şairlerimiz şehirhatları vapurları olarak tasvir edildikten sonra Cemal Süreya vapuruna düşmüş Kız Kulesi’ni dansa kaldırmak. ……/ Cemal Süreya vapuru/ akşamüstleri giyince/ ışıklı elbisesini/ ince bir duman savurarak havaya/ dansa kaldırır/ kız kulesini….

62 Tavşanı adlı kitabında Kız Kulesi adlı şiirinde …..karanlıktan korkan çocukların/müzik kutusudur Kız Kulesi/kapağı açıldığında/dansa başlayan balerinin/hınzır martıların şakalarıyla/ıslanır elbisesi…..dediği gibi ne Kürt çocuklarına yakamoz göndermediği kalır, ne de yasak şiirleri çoraplarına gizlemediği Kız Kulesi’nin. İstanbul’un saçlarını toplayan bir tokaya da benzetmiştir Kız Kulesi’ni Sunay Akın, boğazdan geçen gemilere engel olmasın diye…Bir maden işçisinin el feneri de olabilmiştir, parlak beyazlığıyla, Çıkış Kapısı adlı şiirinde rakı kadehi olabilmiştir, çilingir sofrasının. Beceriksiz adlı şiirinde ise Eskimo şairin şiir okunabilecek yegane buzdağıdır Kız Kulesi. Beyaz Tutkal adlı şiirinde, beyaz tutkal oluyor; İstanbul’un yaramaz çocuğunun alçıya alınan kırık eli oluyor, bunlarla da kalmıyor Kız Kulesi, bir bakıyorsunuz …../boğazın ortasındaki ıssız adada/kızkulesinema olarak çıkıyor karşımıza. Çekmece adlı şiirinde bir sinema koltuğu olabiliyor Sunay Akın’ın imgelerinde. Yara Bandı adlı şiirinde ise Kız Kulesi’ne bakarken bisikletten düşüyor şiirinde biri Sunay Akın’ın. Herhangi bir Kız Kulesi sever şiirsever olabilirdi o düşen kişi. Hiç kimse olmak istemezse, ben olabilirdim en azından. Asansör adlı şiirinde ise koparıyor Sunay Akın iyice beni. ……/çocuğunu asma köprüde sallayan/bir annedir İstanbul/ki onun/içi süt dolu/biberonudur Kız Kulesi/soğusun diye suya tutulan…

Ancak o güzel imgelerinin, Kız Kulesi restoran olunca tarihe karışmasını hazmedememiş ve “İmge Soykırımı” adlı bir şiir yazmıştım. Sunay Akın alçılı bembeyaz Kız Kulesi’ni öyle sevmiş, öyle sevmiş olmalıydı ki, o kadar güzel imgeleri bir araya getirdiğinden, başta kendisinin olmak üzere, diğer şairlerin nazarı değmiş olmalıydı diye düşündüm. Şiirin başına bir de sitem eder gibi “al şimdi kına yak” gibilerinden not düştüm: Sunay’a kına diyerek. Sizlerle paylaşmak istiyorum bu şiirimi. Çünkü biraz sonra Sunay Akın hakkında hiç de iyi şeyler söylemeyeceğim, eleştirinin dozunu kaçıracağım. Çünkü onu belki gereğinden fazla seviyorum, dost acı söyler. BÜYÜK HARF olarak yazılı olanlar Sunay Akın’ın Kız Kulesi restoran olup işletmeye açılınca soykırıma uğramış olan imgeleridir. Kız Kulesi’ni bembeyaz alçılı haliyle bilmeyen bir kuşak yetiştiğinde, yarın bir gün diyecektir ki, “bir şair Kız Kulesi’ne nasıl böyle saçma sapan imgelerle şiir yazma gafletinde bulunabilir?” Oysa ki, bu güzel imgeler benim olsaydı belki katil olurdum. Ama benim payıma İmge Soykırımı’nı yazmak düştü, katil olmak değil. Belki soykırımcıların ispiyoncusu olmuşumdur, kimbilir?

İmge Soykırımı

Sunay’a kına

Restoran olduğunu işitince Kızkulesi’nin
Atıverdi tepesi Çamlıca Tepesi’nin

DENİZE DÜŞEN BİR OYUNCAKtı
Belki ama kırıldı
Balonlara atış yaptırırken
Kıyıdaki tüfekçiler
Balonları ziyan olmasın diye
Hedef Kızkulesi’ni seçtiler

CEMAL SÜREYA VAPURU da
DANSA KALDIRAMAYACAK onu
Çünkü artık Kızkulesi
Kirli bir mutfağı andıran
İstanbul Boğazı’nın
Rüküş şef garsonu

İşte şimdi eridi
Boğazın üresi bol
Sıcak sularında
ESKİMO ŞAİRİN
ŞİİR OKUNABİLECEK
YEGANE KÜÇÜK BUZDAĞI

Evet İSTANBUL'UN
YARAMAZ ÇOCUĞUydu
ÇOCUĞUN ALÇIYA ALINMIŞ
ELİydi Kızkulesi
Şimdi ziyaretçilerinin
Ağız şapırtısı eşliğinde
Atacakları imzalarıyla
Alçının beyazı kaybolacak

Ve İÇİ SÜT DOLU BİBERONdu ki
SOĞUSUN DİYE TUTULDUĞU suda
Unutulmuştur artık
Açlıktan öldüğünde bebek
Unutkan anne İstanbul
Hıçkırıklara boğulacak

Şairlerin de nazarı
değermiş meğer
O şeye, haddinden fazla
şiir yazarlarsa eğer

Naci ELMALI

Ancak yukarıda bahsettiğim program dahilinde ailecek Sunay Akın’ın Abbasağa Parkı’ndaki dinletisini izlemeye gittiğimizde ben kendi adıma çok üzüldüm. Çünkü Sunay Akın’ın, neden uzun süredir şiir kitabının çıkmıyor olduğunu çok daha iyi anlamış oldum. Sunay Akın şiiri bırakmış, boksa başlamış, bütün enerjisini antrenmanlara harcıyor. Yalnız Sunay Akın normal bir boksör gibi boks maçı da yapmıyor. Çenesiyle ve belden aşağı vurarak boks yapıyor. Çene kaslarını daha güçlü kılmak için spor yapıyor, televizyonlarda konuşuyor, kanaldan kanala koşuyor, zıplıyor, hopluyor. Evet, yanlış duymadınız. Boksör olmuş Sunay Akın, artık şiir yazmıyor. Televizyon programları hadi neyse, Hıncal Uluç’u yanında meze niyetine bir yere kadar kabul edebilirdim de, sahnede şov yapmasını içime sindiremiyorum bu çok sevdiğim şairimin. Seyirciye kaşığıyla verdiği çok emek gerektiren araştırmalara dayanan aydınlatıcı bilgileri sapıyla çıkarıyor, Sunay Akın. Evet, çok gurur duyarak söylediği gibi, cinsel objelere sarılmadan karşılıklı güzel aydınlanma yaşanabileceğini kanıtlıyor sahnede bir derece ama, yine de Cem Yılmaz, Ferhan Şensoy vari seyirciyi aşağılama ve alaya alma yöntemlerini pek güzel uyguluyor. Midesine, midesine çalışıyor izleyicinin, yeri geliyor bir aparkat savuruyor, yeri geliyor bir sol çıkıyor. Kokuyor sahne şovu Sunay Akın’ın, vurduğu yumruktan değilse de, kokudan seyircinin burnunun direği sızlıyor. Çünkü kendisi bir şair. Sadece cinsel objelerle belden aşağı espri yapmamakla övünüp, diğer bütün aşağılık objeleri sahnede kullanmak da neyin nesi?

Efendim, Sunay Akın’ın boksa başlaması elbette gerçek değildir. Görsel efektlerle dolu, eğitici, hoş sahne şovu sırasında kendisi gibi bir şair olan Arif Dino adlı şairimizin aynı zamanda boksörlüğünü gıyabında eleştirmesine bir atıftır. Arif Dino’nun şiirlerini çok acımasızca eleştirmiştir. Oysa yine aynı şovda “Nazım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek’i birbirine yumurta gibi tokuşturmayalım, üstlerine kuluçkaya yatalım, sonuçta hepsi bizim şairlerimiz” diyen de kendisiydi. Sahne şovu diyorum, zira izleyiciden rica etmişti; demişti ki “sakın ola şimdi eve gidince birilerine Sunay Akın’ın standup’ını izledim demeyin, çünkü ben burada Türkçe konuştum, siz de dilinize sahip çıkın” “Bana meddah diyebilirsiniz” mesajları vermiş ve onlar gibi kapanış yapmıştı “sürçü lisan ettiysem af ola” Oysa ki, meddahlar seyircileri aşağılamadıkları, “işte bunun için siz oradasınız, ben buradayım” diyerek, aradaki mesafenin altını çizmedikleri halde bir mütevazı duruş sergilemek adına “sürçü lisan ettiysek af ola” derlerdi. Sevgili Sunay Akın’ın seçiminden dolayı, Sunay Akın sahnededir ve seyirciler seyirci koltuğunda. Bunun altı bu tip esprilerle çizilmez, çizilmemelidir. Tespit ettiği harika şeyler vardır ama bunlar araştırmacı gazetecilik gerektiren işlerdir, şairlik değil.

Bir Beyaz Şov’da, Cem Yılmaz gösterisinde, Ata Demirer gösterisinde, hatta önce tiyatro sanatçısı, senarist, oyun yazarı, sonra şair olan –benim sıralama yapmam yanlış ama buradan öyle görünüyor- Yılmaz Erdoğan gösterisinde inanın, gidenler biliyor, onca gülüp geçmekten öte kimsenin aklında bir şey kalmıyor. Ancak Sunay Akın öyle güzel şeyler sunuyor ki, beynimize kazınıyor. Bu eğitici şovundan diğer şovmenlerin sadece belden aşağı esprilerini dışlayıp, diğer ucuz yöntemlerine başvurması, –bu işin erbapları için ucuz yöntem değil, uygulayıcısı şair olunca, ucuzluyor, işin erbapları beni anlayacaklardır; herkes işini yapsın anlamında- seyirci ile arasında kültürel bir mesafe olduğunu vurgulaması, seyirciye “şu kitabı okudunuz mu, bu kitabı kaçınız okudunuz” az kitap okuyan, cahil cühela gibi davranması inanılır gibi değil. Hele “ben soru sorduğum için buradayım, siz oradasınız” demesi içler acısı. Bakın o kadar hafızası kuvvetli biri olmamama rağmen aklımda neler kalmış Sunay Akın’dan. -Müjdat Gezen ile ilgili olanı kısaca anlatıp, diğerlerini üstü kapalı geçeceğim, zira bu bilgiyi satıyor, bunlar için sahne alıyor Sunay Akın.-

1) Nazım Hikmet’in şiiri yüzünden askerlikten atılan ve Nazım’la birlikte hüküm giyen Ömer Deniz’in tahliye sonrası geçimini sağlamak üzere tahta oyuncak atölyesinde çalıştığını, onun yanına bir gün küçük bir çocuk geldiğini ve çalışmak istediğini çok güzel, tiyatral bir dille bizlere sunan Sunay Akın, o çocuğun bir oyuncak atölyesinde çalıştığı halde hiç oyuncağı olmadığını, Ömer Deniz’in ona bir gün bir kukla yaptığını ve o küçük çırağın o gün bugündür kukla oynattığını çünkü o kişinin Müjdat Gezen olduğunu söylediğinde bütün izleyicilerin gönlünü fethedebilmiştir. –Benim dahil-

2) Mustafa Kemal’in hayatını henüz küçük bir çocukken Ali Rıza Paşa tarafından uçağa binmesinin engellenmesine nasıl borçlu olduğumuzu, uçağa binme korkusu olan Mustafa Kemal’in buna rağmen İstikbal Göklerdedir deyişini mizahi bir dille sunuyor,

3) Viyana kuşatması sırasında küçük bir kasabayı ellerinde tutan 20 Yeniçeri askerinden birinin, kuşatma püskürtüldüğü sırada sarhoş olduğundan bir yerde sızmış olan Ali’nin kaçan arkadaşları tarafından bulunamayışı trajikomik bir dille anlatılıyor, kendisi kasabalı tarafından linç edilmemek için nasıl bir kiliseye sığınıyor ve din değiştiriyor çok hoş anlatıyor Sunay Akın.

4) Aynı kilisede papaz olmak için eğitim gören ve yasak olduğu halde kilisenin bahçesinde sigara içerken yakalanan çocuğun kiliseden kovulmasını, sonra o kovulan çocuğun ileride karşımıza nasıl Hitler olarak çıktığını, ense tıraşından tanıtıyor biz seyircilere.

5) Sahibi bir Rum olan Nisuaz Pastanesi’nde şairler toplanırmış. Şair Arif Dino’da orada olurmuş. Şairler yazdıkları şiirleri birbirlerine okur, tartışırlarmış. Şair Arif Dino şiir yazarken herkes susarmış. Zira kendisi 1.90 boyunda ve 130 kilo ağırlığında bir boksörmüş. Sıkıysa konuşsunlarmış. Şiiri bitince bağırırmış, “bitti, okuyayım mı” diye. Sıkıysa “okuma” desinlermiş. Büyük bir heyecanla okurmuş Arif Dino şiirini: “döner kebap dönmez oldu” ….Şiirin bu kadar olduğunu, yaza yaza Arif Dino’nun bunu yazdığını alaylı bir ifadeyle anlatıyor Sunay Akın. Biz de öyle öğreniyoruz. Eee ne de olsa, tersi olsaydı biz sahnede olur, Sunay Akın izleyici koltuğunda olurdu, bu da onun ifadesi. Bir kişi hem nasıl boksör olur, hem nasıl şiir yazarmış. Yazarsa işte böyle yazarmış. Duyduklarıma inanamıyordum. Sevdiğim bir şaire tırmandığı yer alçak geliyor olmalıydı ki, ölmüş, kendisine yanıt veremeyecek bir başka şairin üstüne basıp daha yükseklere tırmanmak için çabalıyordu. Ama herkes çılgınca alkışlarken, benim gözlerimde sanki Muavenet Zırhlısı batıyordu.

6) Bir yabancı şairden bahsetti adını hatırlamıyorum koptum çünkü, o da şiiri bırakmış ve boksa başlamış. Avrupa şampiyonu ünvanlı bir boksörleymiş ilk maçı ne şans. Sonucu bizlere sordu. Kim kazanmıştır, diye, çünkü maç anında bitmiş. Ben şair olanın kazandığına dair el kaldıranlardandım. Çünkü faşisttim, çünkü karınca kararınca şiirler yazıyordum, çünkü benim olabilmem için şairler kazanmalıydı, nakavt olmamalıydı, hele bir başka şair tarafından, belinden aşağıya vurulmamalıydı. Bu esprileri Cem Yılmaz yapsa gerçekten gülünecek şeylerdi, ama boksu, sana yanıt vermesi mümkün olmayan ölmüş şairler üzerinden eleştirmen sana göre değil sanki Sunay Akın. Yoksa ben bir dev aynasında kendime diye bakıp, seni mi görüyorum?

Daha pek çok şey vardı Sunay Akın’ın eğitici şovunda. Sunay Akın için artık “eğitici şovmen” diyeceğim. Çünkü bıktım Godo’yu bekler gibi yeni bir şiir kitabının çıkmasını beklemekten. O, bu güzel enerjilerini harcayacak yeni kanallar bulmuş, o kanallara akıyor ne yazık.

Sunay Akın’ın yukarıda bahsettiğim şiirlerini sevmesem, onu bir şair olarak bilmesem, Cem Yılmaz’a taş çıkaran, Beyaz’ı suya götürüp susuz getirecek, bir de üstüne üstlük izleyiciyi bilgiye boğan bir standup izlediğimi düşünecektim. Özellikle standup diyorum zira kendi dinletisinin tanıtımını yapan broşürde dahi böyle yazıyordu ne yazık. Ancak onun çok iyi bir şair olduğunu bildiğim içindir ki, neden enerjisini araştırmacı gazeteci gibi harcadığını, neden televizyon programlarında Hıncal Uluç’la karı kız muhabbetine indirgenecek şiir muhabbeti yaptığını bir türlü anlayamıyordum. Hele Arif Dino’ya neden belden aşağı vurduğunu hiç anlayamayacağım. Zira, seyircilerin arasında bir boksör olup olmadığından korktuğunu da şovuna bir espri olarak eklemeyi unutmamıştı, ama esas korkması gereken Arif Dino’nun ruhu, sızlayan kemikleri olmalıydı.

BEDDUA

Döner kebap dönmez olsun

Taştan mantar tarlası

Çok yaşasın ölüler!

Arif Dino

Şiire saygı babında, alay ettiğin şairin hiç değilse şiirinin adını zikretme nezaketini gösterseydin, bunu da öğrenseydik. Haddim olmayarak senin kara sularına girip, mağdur şairimizin şiirinin adının Beddua olduğunu görünce, kimin bedduasını alıp da uzun süredir şiir kitabının çıkmadığını, o güzel imgelerinin neden soykırıma uğradığını ve olanın zavallı Kız Kulesi’ne neden olduğunu şimdi daha iyi anlamış oldum. Şiirin iki mısrası daha varmış, bize devamını okumadın, o kadar da kısa değilmiş şiir yani.

 
Toplam blog
: 2
: 2438
Kayıt tarihi
: 27.06.07
 
 

*Aklımın hamalı, vicdanımın kölesi, nefsimin çobanıyım. Metin'den olma, Ümran'dan doğma. 14 Mayıs 19..