Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '13

 
Kategori
Siyaset
 

Sünnilik mi? Vehhabi/ Selefilik mi?

Sünnilik mi? Vehhabi/ Selefilik mi?
 

Bu ay, Hitit üniversitesi İlahiyat fakültesi öğretim üyelerinden sevgili dostum Doç. Dr. Hilmi Demir’in “Uluslararası Strateji ve Güvenlik Araştırmaları Merkezi” (USGAM) da yayımlanmış bir makalesini önemine binaen siz saygı değer okuyucularımla paylaşmak istiyorum. Bu makale Türkiye’de çok az insanın farkında olduğu ciddi bir düşünsel/politik tehlikenin kısaca analizini yapmış olmasından dolayı ciddiyetle okunmayı hak etmektedir. Umarım okuyunca siz de bana hak vereceksiniz sizi yazıyla baş başa bırakıyorum.

“ Her adlandırma bir çeşit tahakküm kurmadır. Bir şeye isim vermek, bir olayı adlandırmak onu tahdit etmek ve onu diğerlerinden ayırmak anlamına gelir. 11 Eylül saldırılarından bu güne değin Ortadoğu merkezli radikal dini hareketlerin ve terör saldırılarının nasıl adlandırılacağı konusunda Batı merkezli bir kavramlaştırmanın baskın ve belirleyici etkisi, entelektüel dünyamızı adeta teslim almıştır. Kanaat teknisyenleri aracılığıyla Uluslararası dış politikamızda “Mezhepler savaşı”, “Sünnilik-Şiilik Savaşı” gibi söylemler hızla sürüme sokuldu. Bir zamanlar daha çok Filistin meselesiyle duyduğumuz Hamas ve Hizbullah gibi örgütlerle yalnızca Şii devrimci yapılara ait olan bu radikal ve militarist askeri söylem 11 Eylül saldırılarıyla ve özellikle de Suriye’deki iç savaşla birlikte el-Kaide, en_nusra gibi örgütlerle birlikte Sünni dünyaya da yayılan ve Sünniliği de tanımlayan bir kavram olmaya başlamıştır.

Bu gün artık her kez İslam dünyasının, Sünniliğin de içinde yer aldığı bir mezhep savaşına doğru sürüklenmeye başladığı konusunda hem fikir gibidir. 11 Eylül saldırılarıyla birlikte Batı medyasının çoğu tarafından olan bitenin aslında bir medeniyetler çatışması olduğu tezi artık şimdi çok daha güçlü bir şekilde kanıtlanmış gibidir. Batılı oryantalizmin ürettiği İslamofobia’yı gittikçe güçlendiren bu söylem artık İslam korkusunun yalnızca Şiiliğe ait olmadığını aslında İslam’ın kendisinde de bir iç mesele olarak görülmesi gerektiğini tüm dünyaya salık vermiyor mu? Gerçekten Ortadoğu’da Sünniliğin de içinde yer aldığı bir mezhepler savaşı mı oluyor? Yoksa bu söylem olup biteni gizlemenin ve ABD Pasifik’e çekilirken Ortadoğu’yu yeniden ve çok parçalı olarak dizayn etmenin bir aracı mı?  Bu sorulara ancak Müslümanlar için Mezhep ve Sünniliğin gerçek anlamını ortaya çıkaracak Teo-politik bir analizden sonra cevap verebiliriz.

İslam dünyasındaki gruplaşmaların ve farklılaşmaların tarihsel yapısı dikkate alındığında İslam coğrafyasında kimliklerin mezhepler üzerinden kendilerini kurmadıkları görülecektir. Ayrıca Sünnilik bir adlandırma olarak kullanılsa da dış dünyada delaleti olmayan sözde-sanal bir isimden başka bir gerçekliğe işaret etmemektedir. Bunun nedenlerini şu şekilde açıklayabilirim:

I. Mezhepler 19. Yüzyıla kadar İslam dünyasında gruplaşmanın ve farklılaşmanın önemli bir nedeni olsalar bile İslam’ın ilk döneminde Hariciler ve III. Yüzyıldan sonrada Şiilik dışında Mezhep kavramı siyasal bir güç olarak var olmamıştır. Batı’da Protestanlık ve Katoliklik arasında olduğu gibi doğrudan Mezhepsel nedenlerle İslam dünyasında devletlerarasında her hangi bir savaş vukua gelmemiştir. Safevilerle Osmanlılar arasındaki savaşta bile mezhepsel etkilerin ikincil kaldığı artık bilinmektedir.

II. Sünni denilen dünya en genel anlamıyla Şiiliğin dışında kalan Müslümanları tanımlamaktadır. Bununla birlikte Sünnilik bir Mezhebi değil daha çok farklı mezhep, grup ve tutumlara sahip bir konsensüsü ifade etmektedir.   Bir ana cadde olarak Sünniliğe bağlanan birçok tali yol bulunmaktadır. Ehl-i Sünnet olarak da isimlendirilen bu ortak çatı tarihsel süreçte değişerek 19. Yüzyıla kadar geniş ve oldukça renkli bir yapı kazanmıştır. Osmanlılar içinde Sünniliğin içinde yer alan Mezhep ve grupların bazısını sayarsak bunun ne kadar renkli olduğunu anlayabiliriz.

III. Selçuklu ve Osmanlı’da Sünniliğin ne kadar renkli olduğunu Davud El-Kayseri, Sadreddin Konevî, Molla Fenarî ve İbn Kemal Paşa’nın yazdıkları eserlerdeki Felsefe, Tasavvuf, Kelam ve Fıkıh geleneğindeki zenginliğe bakarak anlamak mümkündür. Devrin büyük sima ve âlimlerinin eserleri ve eserlerindeki zenginlik bugünün Sünniliğine oldukça geniş gelecektir.

IV. 11. Yüzyıldan 18. Yüzyıla kadar toplumsal alanda farklılıklarını koruyan ve Sünni dünyada yaşama imkânı bulan mezhep ve tarikatların önemli bir kısmına şu şekilde işaret edebilirim: A. İtikadi Mezhepler: Matüridilik, Eş’arilik, Zeydilik; B. Fıkhi Mezhepler: Hanefilik, Şafilik, Malikilik, Hanbelîlik; Tarikatlar: Nakşîlik, Kadirilik, Vahdet-i Vücutçuluk, Mevlevilik ve Bektaşilik.

V. Sünnilik Ehl-i Kıble (Müslümanım diyeni) tekfir  (kafirlikle itham) etmekten uzak durmuş, iç savaş tasvip edilmemiş ve yönetici zalim ve fasık da olsa ona uymak esas kabul edilmiştir.

VI. 18. Yüzyıl sonrası Vehhabiliğin etkisi ile birlikte Mezhepler olumsuzlanmış ve 19. Yüzyılda başlayan İçtihat tartışmaları ile birlikte Mezhepler tarihin çöplüğüne atılmıştır. Bu gün bu Mezheplerden Şiilik ve onun kolları ile daha sonra kurulan ve sürekli meşruiyet sorunu yaşayan Vehhabilik dışında hemen hemen hiçbir Mezhebin bir fonksiyonu ve karşılığı bulunmamaktadır. Müslümanlar bireysel uygulamalarda ve ibadet alanında kısmen Fıkhi mezheplere uymakta iseler de, dünyayı algılama, dini anlama ve yorumlama konusunda bu mezheplerin İslam dünyasının düşünce hayatını yönlendirmede bir rolü bulunmamaktadır. Hele hele kurucu bir siyasi kimlik olma gibi bir iddiaları ise hiç yoktur. Özellikle de Türkiye’de ne ilahiyat eğitimi ne de din eğitim bu mezheplerden birinin sistematiğine göre verilmektedir.

VII. Bu gün dini devrimci örgütlerin çoğu Vehhabi/Selefi networküne bağlı gruplardır. Vehhabi/Selefiliğin Sünnilik içinde yer alıp alamayacağı (en azından Osmanlı ulemasının çoğu tarafından) tartışılmıştır. Modern bir olgudur ve asla tarihte tezahür etmiş ve yapılanmış Ehl-i Sünnet ile doğrudan ilişkilendirilmez.

VIII. 20. Yüzyılda Vehhabiliğin Selefiliğe evirilmesiyle İslam dünyasında Sünnilik bir orta yol görüşü olmaktan çıkmış ve mezhep sistematiği tamamen terk edilmiştir. Dolayısıyla bu gün İslam dünyasında ve Türkiye’de Müslümanların zihin dünyasında Sünnilik oldukça dar bir çerçevede algılanmaktadır. İslami amel, pratik ve inanç alanlarını mezhepler değil bunun yerine modern İslamcı gruplar, cemaatler, tarikatlar ve büyük oranda da Selefi düşünce doldurmaktadır

Sonuç olarak İslam dünyasında mezhep savaşlarından bahsetmek ve Sünniliğin bu çatışmanın tarafı olduğunu söylemek Batılı Oryantalizmin 11 Eylül sonrası İslam medeniyetini toptan suçlu ilan etmek için ortaya koyduğu kirli stratejiye katkı sağlamaktan başka bir şey değildir. Sünniliğe atfedilen devrimci silahlı örgütlerin çoğu Vehhabi/Selefi gruplardır.  Bunları Sünnilik içine yerleştirmek aslında çıktığı andan itibaren meşruiyet krizi çeken Vehhabi/Selefiliğe İslam dünyasında meşruiyet sağlayacaktır. Bu nedenle Anglo-Seleficilik bu söylemi basın medya aracılığıyla gündemde tutmaya özen göstermektedir. Böylece bu söylem hem Batının İslam’ı ötekileştirmesine hem de Selefiliğin Sünnilik içinde alan kazanarak İslam medeniyetinin dönmemek üzere tarih sahnesinden geri çekilmesine hizmet etmektedir.

Konunun Türkiye tarafına gelirsek, 2009’dan itibaren yapılan yeterlilik sınavlarında ve iki ciltlik diyanet ilmihalinde Ebu Hanife’nin mezhebi olan Mürciliği  Ehl-i Sünnet dışı ilan edip aslında tarihte hiçbir mezhep tasnifi içinde yer almayan Selefiliği ehli sünnet şampiyonu ilan eden diyanet işleri başkanlığının bu söylemin karşısında Türkiye’de Sünniliğin o tarihsel zenginliğini korumasına imkan bulunmamaktadır. Sürekli alan kaybeden Hanefi-Matüridilik kaybettikçe Anglo-selefi söylem Türkiye’de alan kazanmaktadır. Artık tüm Sünni dünya yeni sıcak çatışmaların operasyon alanıdır.” 

 
Toplam blog
: 30
: 3349
Kayıt tarihi
: 09.08.08
 
 

Çorum doğumluyum, üniversite mezunuyum... tarih, felsefe, sosyal psikoloji, soyoloji,  din. ve si..