Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ocak '14

 
Kategori
Eğitim
 

Süpermen'i beklerken....

Süpermen'i beklerken....
 

Bıraksak hepsi birer Süpermen olabilecekti...


Bildiğiniz üzere 24 Ocak Cuma günü ilkokul, ortaokul ve lise öğrencilerimiz en en en yeni eğitim sistemiyle ilk karnelerini aldılar ve yarıyıl tatiline girdiler. Eğitim sistemimizdeki bu kadar büyük değişikliklerden sonra ben de herkes gibi çocuklarımızın durumunu çok merak ediyordum doğrusu. Sonunda Süpermen’leri yaratmayı başarabiliyor muyduk? Bir umut var mıydı? Çevremdeki veli, öğrenci ve öğretmenlerden öğrencilerimizin durumlarını sordum soruşturdum.  Karnelerine de bir göz attım ve sonunda iki ay önce yazdığım yazıyı şimdi sizinle paylaşmaya karar verdim.

Süpermen’i yaratmak için 60 yıl önce erkenden kalktık ve önce “Köy Enstitülerini” kapattık.

Sonra Süpermen’in bu topraklarda doğması için olanca gücümüzle çalıştık.

Öğretmen Okulları açtık. Önce; 4 yıllık üniversite eğitimi görenleri, sonra 2 yıllık mezunları ve ardından da 2 ayda yetişenleri öğretmen yaptık.

Ardından herkesi öğretmen olarak atadık.

60 yıldır öğretmenin iyisini, kötüsünü, çalışanını, yatanını ayırmadık,  “hiç bir şey olamazsam öğretmen olurum en azından bir maaşım olur” diyenle, özveri ile çalışan idealist öğretmenlere aynı maaşı verdik ve aynı statüye sahip kıldık. Hatta canla başla çalışan öğretme manyağı öğretmenler, diğerlerine göre hep alt statülerde (sadece öğretmen olarak) kaldılar. Çünkü öğretme işini hep çok sevdiler...

Sistemin yükünü taşıyan, herkesten daha düşük maaş alan ve bu duruma itiraz eden öğretmenleri uyardık, kınadık, sicilini bozduk ve sürdük.

Sokağa çıkıp bu durumu haykıranları ıslattık, gazladık ve dövdük.

Daha da olmadı memuriyetten attık.

Halbuki orta öğretime giriş (SBS) ve yüksek öğrenime giriş sınavları ile tüm öğretmenlerimizin performanslarını ölçmek mümkün ve bu defalarca yapılmış iken, bu tür araştırma sonuçlarının üzerine yatmayı tercih ettik. Çünkü okul devletin, öğretmeni seçen devlet, yöneticiyi atayan devlet, maaşını ödeyen devlet, öğretim programlarını hazırlayan devlet, yatırımcı devlet, işletmeci devlet, denetleyen devlet, diploma veren de devlet olduğuna göre bu başarısızlığın faturasını kime kesecektik bilemedik. Böyle bir durumda bu başarısızlık en suçsuza (öğrenciye olmadı öğretmene) fatura edilir muhtemelen.

Bu başarısızlıktan dolayı batıda ve özel sektörde veliler tazminat bile talep edebilecekken, bizde maalesef böyle bir kültür gelişmediğinden “veliler eğitim için ödedikleri vergileri geri almak şöyle dursun, aradaki farkı kapatmak için kat kat fazlasını dershanelere öderler.

Toplum olarak, sokakta sigara içen, otobüste büyüklerine yer vermeyen, dersine geç gelen, arkadaşına küfür eden çocukları uyarmayı bıraktık. Kopya çekeni, kavga edeni, arkadaşını döveni ve sırasını kıranı affettik. Biz affettikçe daha da disiplinsizliğe eriştik.

Anne baba olarak; çocuğumuz sabah evden çıkınca nereye gidiyor? Kitap ve defterlerini yanına almış mı? Arkadaşı kimler? Nerelere takılıyor? Devamsızlığı var mı? Notları nasıl? Ne sorduk, ne izledik nede Veli toplantılarına katıldık... Akşamları “bu gün ne ders işledin” ya da “neler öğrendin” diye sormayı bıraktık… Eskiden öğretmene; “Eti senin kemiği benim “ diyorduk, şimdi “ Davul senin sırtında ama tokmak bende” diyoruz.

Kendi kendine “hıyar” bile yetişmezken, “Saldım çayıra Mevla’m kayıra” mantığıyla okula yazdırarak ve sonrasında sistemi hiç sorgulamayarak çocukların iyi bir insan olacağını sanıyoruz.

Okula devam oranını artıracağımıza, devamsızlık süresini % 50 artırdık.

Yeterince dersliğimiz olamadığı için, ilköğretimde kalmayı yasakladık. Yetmedi... Kışla/hapishane tipi zevksiz, ruhsuz ve sevimsiz okullar yaptık. Çocukları bu okullara doldurduk, hücre gibi bu sınıflara tıktık. Gene yetmedi... Açık Öğretim Üniversitesi ile başlayıp, Açık İlkokul, Açık Ortaokul, Açık İmam Hatip Orta Okulu, , Açık Lise, Açık İmam Hatip Lisesi, Açık Meslek Lisesi açarak, her şeyi açık açık açığa attık. Hatta ve hatta kapısında “Parası olana diploma verilir” türünden yazı olan kurumlara da izin verdik. Ancak mevcut çocukları okutacak derslik hala bulamadık ama biz anne babalara en az üç, beş çocuk yapın dedik durduk.

Liselerde; öğrenmesi gerekenin % 40’ini ezberleyenleri otomatikman sınıf geçirdik. Doğrudan geçemediyse yılda iki defa yapılan ortalama yükseltme sınavları ile geçirdik. Gene de geçemediyse Ağustos ve Eylül aylarında 3, 5, 8 dersten af’lar çıkarttık, sorumlu tuttuk ama gene geçirdik. Bilmeyi öğrenmek sandık. Çok çalışıp iyi öğreneni de mezun ettik, aylaklık edip dalga geçeni de...

Öğrenciyi “teyp kaseti”, eğitim sistemini “kaset doldurma işlemi” olarak gördük. Kayıt ettiğimiz şarkılar kasette çok cızırtılı çalıyor olsa da “dolby digital” olarak etiketledik ve piyasaya sürdük.

Sonuç olarak öyle ya da böyle mezunlar arasında bir fark olmadığı için, parası ve dayısı olanları işe aldık ve böylece çocuklara bilginin ve performansın hiç de önemli olmadığını anlattık. Çocuklarımızın öğretmenlerine yıllardır ödediğimiz ücretle de bilginin bu ülkede ne kadar değerli olduğunu ispatladık.

60 yıldır; öğrenmenin ve öğretmenin ne kadar gereksiz bir şey olduğunu çocuklarımıza anlattık durduk. Çocuklara çalışın diyemedik... Çünkü hepimiz hiç bir başarının cezasız kalmadığı bir ülkede yaşıyorduk. Onlar çalışmadılar, biz “çalışın” diyemedik. Her başarısız yılsonunda önce öğretmeni ve öğrenciyi suçladık. Sonra geçmeyi kolaylaştıracak düzenlemeler yaptık. Bu da çözüm olmadıysa ya derslerin içeriğini azalttık ya da başarısız olunan dersleri ortadan kaldırdık. Bunlar da yetmeyince her seferinde olduğu gibi eleğimizin deliklerini büyüttük. Ama sistemi bir bütün halinde sorgulamayı ve yeniden yapılandırmayı hiç aklımıza getirmedik.

Önceleri terör bahanesiyle, sonrasında da siyasi tercihlerle “köy okullarını” kapattık. Anne sevgisine, sıcaklığına ve yakınlığına ihtiyacı olan körpecik bedenleri doğal çevrelerinden koparttık başka topraklarda yeşertip büyütmeye çalıştık. Ama nafile... Sevgisiz büyüyen çocuklarla, saygısız bireyler ve toplumlar yarattık...

Eğitimi ekonomiye benzettik. Kaliteden çok sayılarla uğraştık. “5+3 olsun” dedik olmadı. “8+3 olsun” dedik gene olmadı. “5+3+3 olur mu acaba dedik... hiç olmadı. “4+4+4 olsun bari” dedik, “kredili sistem” dedik, modüler sistem, ders geçme, sınıf geçme, kaynaştırmalı sistem, OSONOR, Limme, 3308, “UMEM” dedik, “uzaktan eğitim” ,  “Akıllı Tahta”  ve Tabletle Eğitim” dedik... Olur mu acaba?

Olmaz olur mu? Oldu tabi.

Biz “Süpermen’i” beklerken, milyonlarca “Ağustos Böceğimiz” oldu.

HAYIRLI OLSUN.

 
Toplam blog
: 41
: 2690
Kayıt tarihi
: 29.04.12
 
 

Gazi Üniversitesi, Teknik Eğitim Fakültesi'nden 1984 yılında mezun oldum.  Ardından Ankara Üniver..