Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '10

 
Kategori
Deneme
 

Süphan dağının boynu bükük çiçekleri

Süphan dağının boynu bükük çiçekleri
 

“Acılar insanı olgunlaştırır.”

“Acıyı bal eyledik.”

“Bu dünyada acı çekenler ahrette nutkuna ererler.”

“Allah derdi, acıyı sevdiği kullarına verirmiş.”

Gözlerimden bir damla yaş gelmedi. Hiç üzülmedim. Acının ne olduğunu bilmiyorum. Oysa acı çekmek çok güzel bir şeymiş. Olgunlaşıyormuşsun. Bal niyetine yiyormuşsun. Cennete gidiyormuşsun. Allahın sevgili kulu oluyormuşsun. Şimdi ben bütün bu nimetlerden mahrumum. Ne talihsiz kulmuşum yarabbi! Yalvarırım bana biraz acı ver!

Ya ben kafayı yedim ya da bu insanlar manyak!

Biber ağzımı yaktı. Acı bu mu? Hayır. Olur mu leyn! Ağuladı sanki, ağzım burnum yandı. Olsun, acı bu değil.

Kafamı duvara çarptım. Bir yanı şişti, öbür yanı kanadı. Çok canım yandı; feleğim şaştı. Geçmiş olsun ama acı bu da değil.

Arkadaş kusura bakma, ben bunların dışında acı bilmiyorum.

İnsanların acı dedikleri başka bir şey. Çoban koyununu kaybeder. Oturur, üzülür, ağlar. Çiftçi yağmur yağar tarlada ürünleri mahvolur. Üzülür, ağlar. Garibin ayakkabısı yırtılmıştır. Parası yoktur, alamaz, üzülür. Adam 90 yaşında ölür; karısı niye öldü diye ağlar. Sanki 500 sene yaşayacak. Adamın evi yoktur kahreder ağlar. Çocuğu işsizdir, vurur şişenin dibine ağlar. Adam kızını evlendirmiştir; damadı kızını her gün döver. Aç susuz bırakır. Zavallı anne baba buna ağlar. İnsanların dertleri saymakla bitmez. Derin acılar da vardır. Yengesine âşık olan bir çocuk hatırlıyorum. Karasevdaya düştü. Derdini kimselere söyleyemedi. Verem olup gitti. Recaizade Mahmut Ekrem genç yaşta oğlu Nijad’ı kaybetti. Ağıtlar yaktı arkasından. Dağda kırda rasgetirsem bir dere/Gözyaşlarım akıtarak çağlarım/Yollardaki ufak ufak izlere/Senin sanıp bakar bakar ağlarım.

Allah Allah! Şunlara bak ya! Bizim bildiğimiz acı, acı değilmiş o zaman.

Evet, seninkinde sadece kesilen elin, kırılan bacağın acır. Onun ise yüreği acır. Senin kesilen, kırılan elin ayağın belki iyi olur. Yaralar kapanır. Ama onunkisi yürek yarasıdır; kapanmaz, kabuk bağlar.

İyi de bizim elimiz kesilince, kolumuz kırılınca, alıp doktora götürüyorlar. Bu onulmaz dertlere düşenleri de doktora götürsek ya.

“Duranlar oturmuş ağıtlar yakar, ağıtlar yakar/bu gören millet düğün mü sanar/benim emmim ölmüş ciğerim yanar/verem mi kanser mi yaram içerden...” Bu adama doktor ne yapsın?

Kız birine âşık olmuş anne babası vermiyor. Kız da oğlan da canına kıyıyor. Bu, olmuş yaşanmış bir olay.

Bi dakka, bi dakka! Anne baba neyi verecek. Seviyorsa çeker gider.

Sen uzaydan mı geldin? Türkiye’de yaşamıyorsun galiba. Bu ülkede gençler evlenirken anne babalarının rızasını almak zorundadırlar. Hatta çoğunun hangi okula gideceğini, hangi işte çalışacağını, doğan çocuklarının adını bile büyükler belirler.

Bu ülkenin insanları hani yüzyıllar boyunca medeniyetten uzak, dünyanın insan eli değmemiş bir bölgesinde yaşarken varlıkları yeni fark edildi de buraya mı getirildiler?

Mamut diyorsun yani. Bak aslanım, bu sözlerin nedeniyle sopa yersin. Seni eşek sudan gelinceye kadar döverler. Bu ülkenin insanları akla hayale gelmedik yanlışları yaparlar ama sen onlara yanlış yaptığında…

Bahsettiğiniz acıları bir türlü anlamıyorum.90 yaşındaki kocası ölen kadın niye ağlıyor?

Onu kaybettiği için tabii ki.

Ölmek kaybolmak mı? Yani bu durumun geride kalan kişilere bir acı yaratması mantıksız geliyor bana. Boşa ağlıyorlar. Ömür gitmiş, yol bitmiş. Adam ölmesin mi? Ama sanki bu acılar ağlamalar böyle gerektiği için yapılıyor gibi. Yani ölen kocanın arkasından ağladığını insanlara göstermek zorundasın sanki. İnsan kendi kendini zorlayarak ağlar mı? Böyle bir acı şekli var mı? Yani mecbur musun kocanın arkasından üzüldüğünü göstermek için sahte gözyaşı dökmeye? Peki, bu acılar insanların sağlığını, beden ve ruh yapısını etkilemiyor mu?

Ya nerden çıktın sen? Kafamı karıştırdın. Yürekten ağlıyorlarsa etkiler tabii ki. Ama sen diyorsun ya göstermelik yapıyorlar. Ağlamak bir gelenek olmuş. Ağlamazsan ayıplanıyorsun. Sağlığa gelince Halid Ziya Uşaklıgil’in Ecir ve Sabır diye bir öyküsü var. Tam hatırlamıyorum ama orada bir kadının genç oğlu ölüyor. Komşular eş dost kadına başsağlığına geliyorlar. Fakat gelenler tesellinin dozunu kaçırıyorlar. Acılı kadına ah vah çekip ölen çocuğunu anlatıyorlar. Sonuçta bu garip teselli gösterisinin verdiği ızdıraba dayanamayan kadın da hiçbir şeyi yokken hastalanıp ölüyor.

Türkiye’de çil horozunu tilki yedi diye ağlayıp verem olan insan var. İnsanların üzüldükleri şeyleri duysan gülmekten ölürsün. Hele kadınlar sanki ağlamak için yaratılmışlar. Gözlerine mil çekilesiceler vara yoğa ağlayarak adamı sinir ederler. Kadınların gözyaşlarının yarısı yalandır.

Yalandan ağlamak kolay olmaz herhalde. Köle İzaura Brezilya dizisinde gözleri yaşartmak için bir torba biber kullanıldığını duymuştum.

Ne biberi kardeşim. Tiyatrocudur bizim kadınlarımız, tiyatrocu. Bazen bir kadını ağlarken görünce babası falan öldü zannedersin. Ocakta yemeği yanmıştır oysa.

Acının mantıklı bir nedeni, karşılığı olmalı. Yani şimdi hani işte kocası ölen kadının yürek ağrısını gidermek için kadına aspirin falan versek. Belki ağrısı olduğu için ağlıyordur. Üzüntüler Türkiye’de nasıl gideriliyor?

Katlanarak canım, katlanarak! Bu gerçekten uzaylı galiba. Ya sen benle kafa mı buluyorsun? Kocası ölmüş kadına ağlamasın diye aspirin verilir mi?

Ya kusura bakmayın bu ülkedeki insanların durumunu anlayamıyorum. İnsanlarda acı çekmeyi kabullenme hatta alışma, sevme gibi bir durum var. Bazı müzik parçalarında acı çekmeyi öven sözler var. Yani acı çekme nasıl bir şey? İnsanların sürekli dertlerle uğraşıp ağlayıp sızlamaları bir hastalık mı yoksa hoş bir gönül yangını mı? İnsanlar bu acı çekmeden, ağlayıp sızlamadan rahatsız değiller gibi geliyor bana. Herkesin bin bir derdi var. Bu kadar dertle nasıl yaşıyorlar?

Kesin sen bu ülkeden değilsin. Çünkü Türkiye’de böyle konuşursan sana deli derler. Ama söylediklerin o kadar mantıklı ki. Aynen dediğin gibi. İnsanlarımız acı çekmeyi kabullenmiş, acıya alışmış hatta acıyı seviyorlar. Türkiye’de insanlar bu garip acılar nedeniyle aslında hem de erken yaşlarda sürüyle ölüyorlar. Mezarlıklarda yer yok. Hükümet Konya ovasının yarısını ölen insanlara tahsis etmeyi düşünüyormuş. Türkiye’de hayat talih, ölüm kaderdir. Felek diye birini duydun mu hiç?

Şu olmamış kavun…

Kelek değil felek. İnsanlar başlarına gelen bütün kötü olayları felekten bilirler. Kahpe felek onlara bu acıları çektirmektedir. Adam bitten pireden uyuz olur, suçu kahpe feleğin üzerine atar.

Belki adamın evine biti, pireyi felek götürmüştür. Hem kim bu felek dediğiniz? Bilim kitaplarında hakkında bilgi var mı?

Bilim kitaplarında değil ama kilim kitaplarında var. Safsata kardeşim safsata. Anlatamıyorsun insanlara! Allah’a karşı konuşamıyorlar. Onun iradesine karşı gelemiyorlar. Felek diye bir şey uydurmuşlar. Allaha söyleyeceklerini ona söylüyorlar.

Yani felek diye bir şey yok öyle mi? Olmayan bir güce mi kızıyorlar? Ya sizin bu insanlarınız eğitimli mi? Ayrıca ülkenizin insanlarını psikolojik testten geçirmek lazım. Davranışları hiç normal değil.

Eğitimli ama kardeşim gördükleri eğitimden insan doğruyu bulamaz ki. Referandumda oyunu kullanmayı bile beceremeyen bir insan parti başkanı. Belki yarın başbakan olacak; düşünebiliyor musun? Ülkenin en fazla okumuş kişilerinden birisi. Verilen eğitimi anla artık.

Sayın bayım, şimdi önyargılı olmamalıyız. İnsanların acı çekip ağladıkları olayları, durumları tek tek ele almalıyız. Kendilerini üzen hayat olaylarına karşı tepki göstermekte haklı olabilirler.

Aslında doğrusun. Fakir köylü muhtara gücü yetmeyince dağlara bağırıyor. Acı somut olmalı bir yeriniz yanmalı, kanamalıdır. Vücudunuz ezilmeli, kırılmalı ya da mesela kopmalıdır. Acı budur. Ama işte bunların dışında insanları inim inim inleten, genç yaşta mezara koyan acılar da vardır. Adamın çocuğu sakat doğar. Karısı kansere yakalanır. Evet, kendisinde hiçbir şey yoktur ama yüreği yanar. Hem bu öyle bir yangındır ki ömür boyu sürer.

Devlet, hastane, görevliler sadece bizlerin somut, basit acılarıyla ilgilenirler. Hastanede doktora “çocuğum sakat doğdu” desen ne yapabilir ki? Tedavi edilecek bir yönü varsa tedavi eder. Eşin ömür boyu yatalak olmak durumundaysa senin bu acını, çaresizliğini giderecek hiçbir şey yoktur. Böyle durumlarda insanlar kaderleriyle baş başa bırakılırlar. Türkiye’de insanların başına bu olaylar daima gelir. Bu nedenle insanlar için farklı bir acı kategorisi oluşmuştur.

Bir de bizim halkımızın çektiği bu acıları örneğin bir İsveçli çekmez. Yine eklemeliyiz ki bizler acıyı hayatın bir gereği olarak görüyoruz. Yine çoğumuza göre acı çekmek kaderimizde var ve acı Allahın sabrımızı ölçmek için bize verdiği bir şey. Oysa hayatın içinde acı yoktur. Acı varsa akılsızlık vardır. Hata vardır. İhmal vardır. Öyle sıkıştıkça ikide bir sorunları Allah’a havale edenlere ise diyecek bir şey bulamıyorum. Acı çeken insanların olgunlaştığı varsayımı da saçmadır. Ne olgunlaşması, acılar adamı yer bitirir. Sonuçta acı kabul etmememiz gereken bir şeydir. Çaresiz değilse acıya katlanan aptaldır. Kötü şeyler katlanılarak değil, yok edilerek ortadan kaldırılır. Acı bizim kaderimiz falan değildir. Hiç kimse kusura bakmasın, tamam kabul acı çekmek bazen çaresizliğimizdir ama bazen de salaklığımızdır.

İşte bu şekilde insanlar yanlış davranışlar sonucu oluşan olayların getirdiği acılara duçar olurlar. Burada yanlış davranışların olmaması esastır. Lakin hamileyken günde iki paket sigara içen kadının çocuğunun sakat doğmasında suçlu bellidir. Önemli olan acılara katlanmak değil, acıları yaratan olayları önlemektir. Unutulmamalıdır ki hayatın %75’i elimizdedir; %25’ine şimdilik gücümüz yetmiyor. Devlet, adamın bacağının kopmasına engel olacağına sakat arabası yapıyor.

 
Toplam blog
: 6332
: 653
Kayıt tarihi
: 21.09.08
 
 

Sadece sayfalarda kalan yazılar şaheser olsalar bile önemsiz ve anlamsızdır. İnsanlara ulaşan ve ..