Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ekim '15

 
Kategori
İnançlar
 

Sürdürülebilir Müslümanlık

Sürdürülebilir Müslümanlık
 

Dindarlıkla ilgili son zamanlarda kafama takılan soruları cevaplamaya çalışırken, bir türlü doğru tanımlamayı bulamıyordum. Ama aslında fazla uzağa gitmeye gerek yok, çünkü diğer birçok konuda olduğu gibi dindarlık veya Müslümanlıkta da var olabilmenin yegâne yol sürdürebilir olmaktan geçiyor.

Dindar olmayanlar veya dinden hoşlanmayanlar için, günümüz uzay çağında dindarlığın zaten uzun süreli var olabilmesi mümkün değildir. İnsanların eğitim düzeyi arttıkça ve teknoloji geliştikçe, Allah kavramı ve ona bağlı manevi değerler de önemini ve anlamını yitirecektir. Sonunda, “ne cennet ne de cehennem, üzerimizde sadece gökyüzü olacak, uğruna öldürecek veya ölecek ve de din diye bir şey kalmayacak, herkes bugünü, barış, kardeşlik ve birlik içinde yaşayacak”. (John Lennon’ın şarkısını severim, o ayrı.)

Dindar olanlar içinse eğitim düzeyi ve teknoloji geliştikçe, Allah kavramı çok daha iyi anlaşılacak, Kuran’ın birçok gizemi çözülecek, dindarlar her anlamda bilgili, donanımlı ve de bilinçli olacak. Bilim eşittir dinsizlik denklemi anlamını yitirecek, gittikçe maddileşen ve bireyselleşen dünyada maneviyatları ve dayanışmalarıyla dindarlar, insanlığını yitirmeyen yegâne toplum kesimi olarak varlığını sürdürecek.

Şimdi bu konuda sabaha kadar tartışılabilir, ancak tartışılmaz olan bir gerçek varsa, o da dindar olanlarla olmayanların bu dünyaya bakış açılarının çok farklı olduğudur. Ancak bu ortak noktalarda buluşmanın imkânsız olduğu anlamına da gelmemektedir. Tam aksine temel konulardaki farklılık karşılıklı baskı ve tartışma aracı olmaktan çıkınca, insanların ortak sorunlarda ve çözümlerde buluşmaları aslında sanılandan çok daha kolaydır. Zor olan ve çok daha fazla enerji ve zaman gerektiren, sürekli kavga halinde olmaktadır. Bu açıdan kuşkusuz zoru başaran bir milletiz. Bu konudaki rekorumuzu da kimseye kaptırmaya niyetimiz yok gibi.

Kavga çıkmasının en önemli nedenlerinden biri de, bir kesimin diğerine hükmetme, ona tüm değerlerini kabul ettirme arzusudur. Bilindiği üzere bu kırılma gittikçe daha da alevlenerek laik-muhafazakâr eksende yaşanmaktadır. Ancak bu çıkmaz bir sokaktır, çünkü günümüz liberal iletişim çağında kimsenin kimseye zorla bir değeri empoze etme şansı kalmamıştır. İnsanları ancak kazanabilirsiniz, yaşantınızla ikna edebilirisiniz. Bunun da ilk adımı, gerçek anlamda beraber yaşamayı başarmaktan geçmektedir ve de karşınızdakini yaşatmaktan.

Bu nedenle sürdürebilir Müslümanlık, her şeyden önce düşman şablonundan vazgeçmeyi gerektirir. Her olumsuzluğu bir düşmanın varlığına bağlamak, hiçbir yanlıştan ders almamaya neden olduğu gibi, gerçek anlamda düşman yaratmaktan da başka bir işe yaramaz. Zaten bu düşmanlık şablonu değil midir, bütün bir bölgeyi kardeş üzerinden birbirine kırdırtan.

Evet, eleştiriler çok acımasız hatta haksız olabilir, ama emin olun eleştirinin her türlüsü, hak edilmeyen veya doğru olmayan övgüden iyidir. Birincisi en fazla incitir, ama çoğu zaman yanlışları görmenin ve dolaysıyla düzeltebilmenin en iyi yoludur. İkincisi ise kör eder, yanlışları görememenin ve - en kötüsü - daha da büyük yanlışlara düşmenin yolunu açar. En kötü düşmandan daha sinsice zarar verir. Bu bağlamda sürdürebilir Müslümanlık her şeyden önce eleştiriye açık, övgüye ise mesafeli durmayı gerektirir.

Bunun için de tarafsız medya şarttır, çünkü en iyi eleştiriyi medya yapar. Doğrudur, medya çok büyük bir güçtür ve baskı aracına dönüşebilir. Ancak bunu bahane ederek, her türlü muhalif medyayı yok etmek ve sadece yakın görülenleri suni olarak güçlendirmeye çalışmak, değil Müslümanlığa hiçbir şeye hizmet etmez. Bu ancak kendi bacağına kurşun sıkmak anlamına gelir. Bir nevi intihardır.

Beğenilmeyen gazeteyi basmak ve beğenilmeyen gazeteciyi dövmek ise, iyi veya kötü olmanın çok ötesinde, şu soruyu akla getiriyor: İktidar olmuşken, kendini ifade etmenin bunca yolu, yordamı, programı ve köşesi varken, kaba kuvvete başvurmak niye? Gerçek öfke, o gazete ve gazeteciye mi yoksa bir türlü o standardı ve etkiyi yakalayamamış olmanın ezikliğine mi? Bu bağlamda sürdürebilir Müslümanlık,  hele ki günümüzde, her şeyden önce gerçek anlamda bilgi, donanım ve birikim ve de asgari tarafsızlığı gerektirmektedir.

Mademki Müslümanlık gibi hassas bir değer temsil ediliyor, o zaman nasıl görüntü verildiğine de iyi bakmak gerekiyor. Dindarın dindarla kavgasını artık tüm dünya ibretle izler hale geldi. Pensilvanya’da Türkçe seçim billboard’unun ne işi var örneğin? Gören Amerikalılar hayretler içersinde, film parodisi gibi. Bu nasıl çocukça kindar bir dindarlıktır?  Bu nasıl bir Müslümanlık anlayışıdır?

Her sevilmeyen tanınmış ismin ardından nefret dolu başlıklar atarak veya tüm dünyanın lanetlediği terör saldırısının kurbanlarının saygı duruşunu “Allahuekber” eşliğinde ıslıklayarak,  sakın ola ki kendi içimizde ve dünyada Müslümanlara saygı beklenilmesin. Günümüzde sürdürebilir olanından geçtim, salt asgari Müslümanlık bile, değil karşısındakinin acısına saygısızlık etmek, en azından susmayı gerektiriyor mu? Yoksa bize farklı mı öğretilmişti?

Yaşam tarzı olarak uzak, ancak destek bakımından iktidara yakın duran bazı isimlerden farklı olarak, samimiyetinden şüphe etmediğim eski bakanlardan Nihat Ergün, hem en sevilen ve hem de en nefret edilen parti olarak birinci çıkan AKP’nin fabrika ayarlarına geri dönmesini tavsiye etti. Gerçek dostane tavır budur. Bu bağlamda Müslümanlığın da fabrika ayarlarına geri dönmesine acilen ihtiyaç var diye düşünüyorum. O zaman zaten otomatikman sürdürebilir de olacaktır. Çünkü düşmanlık ve nefret uyandıran ne varsa, aslında Müslümanlıkla da ters düşmektedir.

Sürdürebilir Müslümanlığı yaşarsanız, sürdürebilir solculuğu da talep edebilirsiniz örneğin. O da nedir diye soracak olursanız, kendi dindar solcu olarak tanımlayan birinin CHP’nin merkez binasında namaz kılacak küçük bir oda rica etmesine hemen atarlanmamaktır. Başörtülü kadınları değiştirmek için değil, oldukları gibi parti saflarına kabul etmektir. Kurbanın, usulüne göre doğru kesilmesi şartıyla, tüm dünyadaki fakirlerin ortak oldukları yegâne et olduğunu görebilmektir. Teravih namazında, gündelikçi kadınla yan yana gerçekleştirilen ibadetin ne kadar “eşitlikçi” olduğunu kavramaktır. Batı’nın da orucu sağlık anlamında keşfettiğini duyunca, hemen itiraz etmemektir. Kısaca dinle ilgili her şeye “gerici” damgası vurup, burun kıvırmamaktır.  

Belki biraz olsun bu konuda birbirimize doğru adım atmayı başarırsak, bu ülkede hep beraber sürdürebilir şekilde yaşamayı da başarabiliriz. Umarım ve dilerim.

Bu yazdıklarımın resimle ne ilgisi var diye soracak olursanız:

Birincisi, eller devasa uzayı keşfederken ne kadar küçük kavgalara takılıp kaldığımızı görmeniz için.

İkincisi, Hubble’dan gelen bu nefes kesici resme bakarken, yüz trilyonlarca yıldızın Kâbe’yi tavaf eder gibi döndüğünü gördüğüm için.

Zuhal Nakay

 
Toplam blog
: 102
: 618
Kayıt tarihi
: 24.08.13
 
 

Mimar / Blog Yazarı ..