Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Kasım '11

 
Kategori
Deneme
 

Sürgün

Sürgün
 

Doğum tarihim tam olarak tarih sayfalarına yazıldığım an ile başlar. Tam tarihi hatırla(ya)mıyorum, fakat sanırım milattan öncesiydi. Yok, yok, yanılmış olmalıyım, sanırım milattan sonrasıydı. Belki de, tarih sahnesinde rol almaya başladığım anda zaman denen kavram henüz yoktu. Ve her şey, siyah-beyaz bir arka planda çekilen renkli savaş filmleriyle başlamıştı. Kırmızı çok da yakışmıştı üzerimize ve ortalık inanılamayacak derecede, yine kırmızının hâkim olduğu, akışkan ve gittikçe katılaşıp kayganlaşan bir sıvı ile doluydu. Üzerimdeki giysiler delik deşik olmuş ve de sırılsıklamdı. Ne dersiniz, belki de vurulmuşumdur ve bu satırları bu dünyada var olmadan, belki de yazı bile icat edilmemişken yazıyorumdur sizlere… 

Sabahın erken saatleriydi ve penceremden yansıyan güneş ışığı uyku anımda, dünyama hâkim olan karanlığa, artık gitme vaktinin geldiğini işaret ediyordu. Gözlerimi açtığım anda gördüklerime inanamamıştım ve hafızamı yoklamaya başladım birden. Göçebe bir yaşamın izlerini taşıyan eskimiş bir çadırın içinde buldum kendimi. Dışarıda ise bir karmaşanın olduğu gelen seslerden belliydi. Birileri beni mi çağırıyordu? Bir türlü anlayamadım, derken çadıra yanaşan biri: “Hadi çabuk ol, kumandan seni bekliyor. Savaşacağız, yine akın var…” dedi ve aniden ortalıktan kayboldu. Tanıma(ya)dığım bir ses ve de tanı(ya)madığım bir simaydı bu. Etraftaki gürültü rahatsız ediyordu beni ve kulağımda çınlayan “…yine akın var.” sözü beni hem ürkütüyor, hem de düşündürüyordu. Acaba bu çıkacağım akınlardan kaçıncısıydı ve de kaç kişiyi vurmuş, kaç kez vurulmuştum? İnanın ben de bilmiyordum.  

Çadırın dışına çıktığım anda bir hayal kırıklığı daha yaşıyordum ve görmüş olduğum her şey beni yeni bir hayal kırıklığı ile karşılıyordu. Ortalık toz dumandı. Askerler bir ip gibi sıraya dizilmiş, atın üstündeki kumandan sürekli bir şeyler söyleyip duruyordu. Beni gördüğü anda susup öylece baktı ve hiç beklemediğim bir anda, sert bir şekilde: “Nerdesin sen? Bilmiyor musun bugün sefere çıkacağımızı?” diye sordu. Şaşkın gözlerle süzerken etrafı sol elime bir kılıç, sağ elime ise bir kalkan verdiler. Öylece baktım bir an, dalıp gittim çok uzaklara. Son bir talimat geldi ve vakit kaybetmeksizin yola koyulduk. Günlerce, belki de haftalarca at üzerinde bilinmeze doğru durmak bilmeksizin gidiyorduk. Ucu bucağı olmayan bir yoldu bu ve nedensiz bir sonun başlangıcı ya da nedensiz bir başlangıcın sonu idi ulaşmaya çalıştığımız. Ölüm ve yaşam arasında yer alan ince bir çizgiydi tüm bu anlamsızlıklar içinde, zor da olsa anlamaya çalıştığımız.

Kafamı meşgul eden bu düşünceler silsilesi, ölmek ya da öldürmek uğruna çıkılmış olan bu yolda ayaklarıma dur dercesine, beni esareti altına alıyordu. Geçmiş olduğumuz bozkır alanlar ne kadar da boş bir hayat sürdürdüğümüzü anımsatıyordu bana her defasında. Düşünmeye devam ediyordum ki, birden durmuş olduğumuzu fark ettim. Gece karanlığı çökmüş ve etraf adeta ölüm sessizliğine bürünmüştü. Mola vaktiydi ve çadırlar kurulmaya başlanmıştı. Uyumak için yatağa girdiğimde, dışarıda nöbet tutan askerlerin gülüşmeleri geliyordu kulağıma. Bugün gülen bu yüzler acaba yarın da bu şekilde gülebilecekler miydi? Düşündükçe içinden çıkılmaz bir boşluğa düşüyor ve yolumu bir daha bulamayacak şekilde kaybediyordum. Tüm düşüncelere rağmen uyumak için gözlerimi kapadım ve kendimi olabildiğince karanlığın kollarına teslim ettim. Uyku tüm bedenimi esareti altına almışken, adeta beynimin içinde vızıldayan o aşağılık sivrisinekler damarlarımda dolaşan bütün kanı emip duruyordu. Altına saklanmış olduğum çarşaf ile korunmaya çalışıyordum ama nafile. Gözlerimden uyku akıyordu ve zaman su gibi akıp gidiyordu.

Zaman su gibi akıp gidi…

Yarım kalmış cümleler içinde boğulmuş bir şekilde uyanmıştım. Henüz uykuya doyamamışken uyandırılmış ve apar topar yola koyulmuştuk. Şimdi savaş zamanıydı. Herkese ne yapacağı ve nasıl hareket edileceği anlatılıyordu. Tek bir amaç vardı, öldürmek ve savaşı kazanmak. Ölmek de vardı elbet işin ucunda ama beyinlere nüfuz eden kazanma düşüncesi, bu olasılığın göz ardı edilmesini sağlıyordu. Kısa bir süre sonra bozkır alanlar yerini yerleşim alanlarına bırakıyordu. Savaş meydanına giriş yapmıştık ki, karşıdan büyük bir gürültüyle gelen kalabalığın saldırısı ile savaş başlamıştı. Artık herkes susmuştu ve kılıçların konuşma zamanıydı. İnsanlar kendini kaybetmişçesine bir diğerini öldürmek için çırpınıyordu. Adeta bir vampir misali kan emiyorlardı. Sağ elimdeki kalkanla kendimi gelebilecek tehlikelere karşı korurken, sol elimdeki kılıç ile etrafı adeta kırmızıya boyuyordum. Aynı zamanda da kırmızıya boyanıyordum. Derken nefes alışverişlerim düzensizleşti ve bedenimde derin acılar hissetmeye başladım. Sırtımdan giren bir kılıç karnımdan dışarı çıkmıştı. Ve bunu, başka başka kılıç darbeleri izledi. Öylece kalakaldım. Sanki bütün savaş sadece benim üzerimde gerçekleşiyordu. Tüm dünya bedenime, geçirmiş olduğum her saniye için bir çizik atıyordu. Ölüm, bir buz dağı gibi çok soğuktu…

Ölüm tarihim tam olarak tarih sayfalarından silindiğim an ile başlar. Tam tarihi hatırla(ya)mıyorum, fakat sanırım milattan öncesiydi. Yok, yok, yanılmış olmalıyım, sanırım milattan sonrasıydı. Belki de, tarih sahnesinden silinmeye başladığım anda zaman denen kavram henüz yoktu. Ve her şey, siyah-beyaz bir arka planda çekilen renkli savaş filmleriyle son bulmuştu. Kırmızı çok da yakışmıştı üzerimize ve ortalık inanılamayacak derecede, yine kırmızının hâkim olduğu, akışkan ve gittikçe katılaşıp kayganlaşan bir sıvı ile doluydu. Üzerimdeki giysiler delik deşik olmuş ve de sırılsıklamdı. Evet, vurulmuştum ve bu satırları bu dünyada var olmadan, belki de yazı bile icat edilmemişken yazıyordum sizlere… 

 Hayat, başlangıçların sonuna ya da sonların başlangıcına bir daha geri dönmemek üzere sürgün ediliyordu. Yaşamak için savaşmanın adeta bir kural haline geldiği dünyada barış içinde yaşamak her daim, bir şekilde sekteye uğratılıp mümkün olmuyordu. Yaşam süresince gülen her göz ardında yeni bir yalan saklıyor ve hayat, bu yalan çemberinin etrafında dönüp dönüp duruyordu.

 
Toplam blog
: 102
: 1428
Kayıt tarihi
: 24.06.11
 
 

Çukurova Üniversitesi Maliye Bölümü mezunuyum. 8 Nisan 1987 doğumluyum ve Adana'da Seyhan ilçesin..