Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '16

 
Kategori
Deneme
 

Suriyeli küçük bir kıza mektup

Suriyeli küçük bir kıza mektup
 

Üzerinden tam iki yıl geçti bakışlarının sade bir fotoğraf karesinde kalıcı bir iz bıraktığı o günün…

Sana Kilis’in ara sokaklarında rastlamıştım. O gün sevgili şair dostum Sinan bana refakat ediyordu. Kulağım onun bana anlattıklarını dinlerken, gözlerim ise devamlı dışarıda olanları keşfetmekle meşguldü. Meraklı bir şekilde tarihin yüzlerce yıllık yapılarını inceliyor, bu şehrin otantik sokaklarında zaman geçiriyordum. Bunun dışında elbette en mühim olanı, yani kendi yurtlarından kalkıp, dilini ve kültürünü yeterince bilmedikleri bir ülkede mülteci hayatı yaşamak zorunda bırakılan binlerce Suriyelinin trajik hikâyelerini de yerinde gözlemleme fırsatına sahiptim. Gördüklerim hiç de iyi diyebileceğim sahnelerden oluşmuyordu. Korkunç bir çaresizliğin ve ümitsizliğin savurduğu bir halkın içinde dolanıyordum ne de olsa. Şehrin birçok yerinde Arapça tabelaları görmek mümkündü ve bu da gösteriyordu ki kendi topraklarına dönmek hususunda ümidini yitirmiş insanlar, geldikleri bu yörede bir iş tutturma gayreti edinmişlerdi. Bu yerleşik olma fikri, kuşkusuz yerli halkın hoşuna gitmiyor olabilirdi, ama gelin görün ki insanların akıllarından geçenleri tam olarak anlama yeteneğine sahip değiliz. Mesela o gün tanık olduğum bir diyalogda; sevgili Sinan, idaresi altında Suriyeli göçmen çalıştıran bir yerliye onlara ne kadar yevmiye verdiklerini sorumuş, yanıt olarak ise ederin yalnızca yarısının verdiliği karşılığını almıştı. Haklı olarak buna tepki göstermiş, ama sarf ettiği sözlerinin, karşısındaki kişinin düşüncelerinde en ufak bir değişiklik yaratmadığını görünce ise bundan sadece hicap duymuştu… Lakin dünyanın her yerinde olduğu gibi bu şehrin de fırsatçı/sömürücü insanlarının yanı sıra hakkın ve hukukun yanında saf tutan namuslu insanları var ve bu bile dünyanın neden dönmeye devam ettiğini açıklıyor. Çünkü dünya, bu iyi insanların hatırı namına devinimini sürdürüyor...

Aslında bunları anlatmayacaktım, ama konu konuyu açınca ister istemez sözlerim bu bahsin içine girmiş oldu. Neyse, ben yalnızca senden, senin minik kara gözlerinden bahsetmek isterim sevgili küçüğüm. Evet, ne demiştim? Sana Kilis’in ara sokaklarından birinde rastlamış, savaşın asla çirkinleştiremediği o güzelim yüzüne dikkat kesilip, hemen bir fotoğrafını çekmek istemiştim. Bu, epey zor oldu, zira benden korktun o an. Sana bir kötülük yapacağımdan çekinip, hemen içeri kaçtın. En fazla dört ya da beş yaşında olmana karşın, ortalama bir insanın ömrüne ancak sığdırabileceği kim bilir ne çileler çektin, kahredici olaylara tanık oldun… O yüzden bu çekingen ruh halini gayet iyi anlıyordum. Sabırlıydım, senin yine fakir yuvanın paslı demir kapılı eşiğine çıkmanı bekledim. Heyhat! Yine o sevimli minik yüzün aydınlıkta parıldamıştı. İkinci kez elimdeki makinenin kamerasını sana çevirdiğimde sen yine korkup, içeri girmiş ve beni yalnız bırakmıştın. Belli ki senin güvenini kazanmak, hiç de sanıldığı gibi kolay olmayacaktı. Fakat ben de az inatçı değildim… Sana gülümsemeye devam ediyordum. İstiyordum ki benden kaçmayıp, senin de tıpkı benim gibi bana gülümseyerek karşılık vermendi. Bir süre daha bekledim ve sen yine eşikte güzelim yüzünü bana gösterdin. İçimden, ‘umarım yine içeri kaçmaz’ diye mırıldandım ve sen, sanki bunu duymuşçasına kapının eşiğinde kalıp, bana bakmayı sürdürdün. Yavaşça elimdeki makinenin kamerasını sana çevirip, bir avcı sessizliği içinde avını ürkütmeden deklanşöre bastım ve bunca sabırlı bekleyişimin sonunda nihayet başardım. Fotoğrafını çektim. Mutluydum, nasıl çıktığını merak edip, eserim olan fotoğrafa hemen baktım.

Gözlerim o an senin fotoğrafının üzerinde dinlenirken, yüreğimde tahrif edemediğim bir acı belirmişti. Aslında hiç de iyi bir iş çıkartamamıştım. Çünkü fotoğraf karesinde apaçık konuşan gözlerin, sana bir cehennem yaratan biz yetişkinlerin tüm kötülüklerini haykırıyordu sanki. Bağırıyor, isyan ediyordun. Bir çocuk masumiyeti içinde değil de, ufacık yüreği ateşteki kor gibi dağlanan genç bir kadın olgunluğu ile bu bedbaht/kederli yaşantımızı sorguluyordun. Gülümseyen çocukların birer birer eksildiği bu zamane çağında senin soru soran gözlerin aslında bize her şeyi fazlasıyla anlatıyordu. ‘Keşke, keşke bu acılar içinde kıvranan dünya yalnızca sizin idarenizde olabilseydi.’ diye geçiriyordum içimden. Güne oyun sesleri ile uyanıp ve yine oyun sesleri ile yataklarımıza dönebilseydik. Her şey sadece bir yanılsamadan ibaret olsaydı. Keşke… Keşke…

Başımı fotoğrafından kaldırıp, gözlerimi sana çevirdiğimde, sen ne yazık ki artık yerinde değildin ve kapı ardına kadar kapanmıştı. Aramızda hepi topu on dakika süren, ama bana asırlar gibi gelen bu anıyı hayatım boyunca unutamayacağımı biliyorum. Kendime bazen sorduğum zamanlar oluyor; Acaba seni en son gördüğüm yerde misin hâlâ? Şayet orada değilsen, peki neredesin şimdi küçüğüm ve ne yapmaktasın? Gözlerin, en çok onları merak ediyorum. Onların içi gülüyor mu yoksa biz insanlara soru sormaya devam mı ediyor? Daha ismini bile bilmiyorum, nasıl akıl edemedim sormayı. İsmin nedir küçüğüm? Eminim ismin de en az senin kadar güzeldir… Ah küçüğüm, içim nasıl yanıyor bilemezsin. Sözcüklerim, bu lanet savaşları bitirmeye yetmiyor. Sadece benim istemem yetmez ki, herkesin barışı çağırması gerekir. Oysa savaş tamtamları, barışı isteyenlerin çığlığını bastırmaya devam ediyor. Hem de yakarak, yıkarak, dağıtarak, yok ederek…

Bizi bağışla sevgili küçüğüm, bağışla! Sana işte böylesi bir dünya hazırladık. Fazlasıyla acı, fazlasıyla zorba, fazlasıyla adaletsiz… Ama unutma ki, soluk alıp verdikçe umut da vardır. Herhal en güzel günler yarınlarda saklıdır… Gözlerinden, gözlerinden öperim ve şairin de dediği gibi en çok da burnundan… Dilerim, güzellikler içinde yaş alasın… Dilerim, ümidini yitirmeden büyüyesin…

25 Eylül 2016
İstanbul

 
Toplam blog
: 27
: 732
Kayıt tarihi
: 21.06.10
 
 

Edebiyat, edebiyat, edebiyat....  ..