Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '16

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

Suriyeliler ve İtici Güçler!

Suriyelilerle ilgili bir tartışmadır gidiyor. Ancak tarihi gelişimi, bölgenin yapılanması, bölgesel hareketlerin kronolojik olarak tanımlanması yapılmadan bölge ve ülke hakkında işkembenden atılmaması gereken, dikkatle yönetilmesi gereken süreçleri yaşıyor ve doğrusu aktör olmadığımız halde aktörmüş gibi davranmaya çalışıyoruz. Bu süreç, Suriye’deki oluşumlar 1.Dünya Savaşı Sykes-Picot (İngiliz ve Fransız devletleri), 2. Dünya Savaşı ile değişen bölgesel çıkarlar, enerji politikaları ve Baba Esad’ın Türkiye politikası, Fransa’nın bölgesel etkinliği analiz edilmeden bölge hakkında karar verilemez.

Suriye 1910 yılında Osmanlı’ya ait bir eyaletti. Muhtemelen şu anda yaşayan halklar Suriye’de yaşıyorlardı. Bugün de orada yaşayan halklar Türkmenler, Türkler, Sünni Araplar, Kürtler, Ermeniler, Alevi Araplar belki daha başkaları da olabilir ancak aşağı yukarı bölge halklarının bu gruplardan teşekkül ettiği biliniyor.

Bölge 1.Dünya Savaşından sonra Hatay da dâhil olmak üzere, Fransa işgalinde kaldı. Fransızlar bölgede tutunabilmek adına muhtemelen şöyle bir taktik izlemiş olmalılar. Sünni Araplar müttefik seçilemezdi onların diğer Sünni Araplarla güçlü bir müttefik kurabilme ihtimalleri olurdu. Aynı şekilde bölgede bulunan Türk ve Türkmenlerle ittifak yaparak ülkeyi yönetebilirlerdi. Bu da riskli bir durumdu. Zira Hatay hızlı bir şekilde Türkiye ile birleşme kararı almış, Türkiye ile hiç ayrılmamışçasına birleşivermiş tüm emekler boşa gitmişti. Bölgedeki Müslüman Kürtlerle ittifak yapabilirlerdi. Ancak onları da tercih etmediler. Kürtleri tercih etmemelerinin büyük ihtimalle en büyük nedeni Kürtlerin İngilizlerle temasa geçmesi olabilir. Bu durumda kısa zamanda Kuzey Iraktaki Kürtlerle ittifaka geçebilir, bölgesel çıkarları İngilizler lehine değişebilirdi. Fransızlar da nüfusun en azı olan Suriye Alevileri ile bölgeyi yönetme girişiminde bulundular. Bölgede bulundukları 1947 yılına kadar bölgesel güç olan Fransa Suriye’den ayrıldı. Ayrılmasının nedeni bölgesel güç anlamında ABD Fransa’nın ve İngiltere’nin yerine geçti. Dolayısıyla Fransa Afrika’daki sömürgelerine çekilirken,  1918 yılından 1947 yılında aktör olan Fransa’nın ABD’nin zoruyla Suriye’yi görünüşte terk etmesi gerçekte ise kurduğu düzenin devam etmesi, yönetici sınıfın aynı kalmasıyla Fransa bölgesel etkinliğini sürdürmeye devam etti. Bölgeden ayrılan İngilizler son bir hamleyle bölgeye daha önce yaptıkları anlaşmalar gereği ve Yahudilerden alınan nakit paralar karşılığında Arap dünyasının tam da göbeğine İsrail devletini kurarak, İslam dünyasına göre tam kalbine bir süngü sokmuş, Hazinelerini tekrar doldurmuş, Hitlerin ırklarını yeryüzünden silmeye ant içtiği, büyük bir kısmını da gaz odalarında yok etmeye çalıştığı Yahudiler yüzyıllardır devam eden vatansızlık özlemine son verilmiş oldu. Bu tarih aynı zamanda Yahudiler için de bir milattı.  Buraya kadar itiraz edilebilir bir şey olmayacağını, olayların aşağı yukarı bu minvalde olduğu söylenebilir. İtirazı olanlara saygımız sonsuzdur.

Baba Esad’ın Suriye’nin başında olduğu zamanlarda ve en son Org. Kıvrıkoğlu’nun Suriye’ye aleni tehdidine kadar Türkiye’de binlerce masum cana, öğretmen, doktor, asker, polis, Kürt ve Türk çok sayıda insanı katleden Abdullah Öcalan’ın örgütünü bizzat yönettiği ülke olmaya devam etti.

Baba Esad öldükten sonra yerine geçen oğul Esad ile birlikte normalleşen ilişkileri arttırma, ticari ilişkilerin geliştirilmesi isteği son derece mantıklı ve güzel, güzel olduğu kadar uzun zamandır özlemi duyulan bir manzaraydı. İç savaş başlamadan önce birçok işadamımız bizzat Suriye’nin çeşitli şehirlerinde ticari üsler kurmaya başlamış, vizesiz turlar devam ediyordu. Herkes geleceğe dair umutluydu. Nihayet özlenen tablo gerçek olmuştu. Herkes mutlu mesuttu. Ta ki, Arap Baharı denen yapay döllenme gerçekleşene kadar. Tam olarak ben bunları hatırlıyorum. Büyük Ortadoğu Projesi hayata geçmiş hatta söylenenlere göre bize de başkanlık görevi verilmişti. Birinci aşamada başkandık ve birçok terör eyleminden kendimizi koruyabiliyor, buna karşın Suriyelilere bakıyorduk. Son tahlilde bize başkanlığı verenler almış olacaklar ki, ne yaptıysak kimseye yaranamadık. Ne Suriye’ye yarandık, ne Amerika’ya yarandık. Ne de kendi turistimizi, kendi insanımızı yüz dolardan yatırdığımız otellerde ulaşım dâhil yarı fiyattan da aşağı konaklattığımız Ruslara yaranabildik. Sonuçta dünyayı dizayn eden güçler aralarında anlaşınca biz ihanetin ortasında kalakaldık.           

ABD, PKK’nın Suriye koluyla doğrudan, PKK ile de dolaylı olarak anlaştı, Türk askerlerini vurmaya devam ediyor. Her yıl milyarlarca doları sadece otomobillerinden almak için ödediğimiz Almanlar Ermeni olayına girdi. En son Fransa tüm Türkiye’de bulunan konsolosluklarını süresiz olarak kapattığını duyurdu. Suriye’deki olaylardan bize Güneydoğu Anadolu’da son bir yıl içinde yeniden hortlayan terör, binden fazla şehit, beş binden fazla yaralı ve bedensel engelli, bölgede bitme noktasına gelen ticaret, Ankara ve İstanbul’u kana bulayan terör, teröristler kaldı. Öyle ki, PKK, Allah’a inanmam diyor bize vuruyor. IŞİD Allah, Allah nidalarıyla bize vuruyor. Vuranların sopa olduğunu biliyoruz, sopayı kimin tutmadığını da biliyoruz ama sopa yemeye devam ediyoruz. Somut kayıpları soyutlarla kapatmaya çalışan bir büyük grup ise o kadar kayba rağmen büyüyor da büyüyor. Türkiye’nin mevcut durumu Marşal Planı anlaşılmadan anlaşılamaz. Türkiye’deki ihtilaller Natoya girdikten sonra düzenli aralıklarla yapılmıştır ve bu da Nato’daki pozisyonumuz anlaşılmadan anlaşılamaz. Nato’ya girişimiz Rusya’ya karşı kurulan yeşil hat projesi kapsamında çevirme harekatı diyenler Amerika’nın Japonları bombalamak suretiyle savaşın kaderini bir anda değiştirmesini Amerika’nın Rusları Japonların elinden alan ve savaşı Ruslar lehine bitiren Amerika’nın nedense Rusya ile düşman olduğuna inandırırlar. İnanırsanız? (1) (2),

Suriye’den Türkiye’ye giriş yapan milyonlarca Suriyeli var. Eğer Suriye normalleşirse ve oradan dengeyi bozacak şekilde nüfus bozulursa bu durum 1989 yılında Bulgaristan’da yapılan kritik hatanın bir benzerini oluşturur. O zamanlar soydaşlarımızın ülkemize transferi güzel bir hamle gibi görünürken, geldiğimiz bu noktada bunun bir hata olduğunu söylemek abartı olmasa gerek. Öyle ki, soydaşlarımız eğer bir müddet daha Bulgaristan’da kalabilselerdi, şu anda iktidarın en güçlü ortağı belki de iktidar olabilme şansları varken ne yazık ki göçle Bulgaristan’daki Türk nüfus otomatikman seyreltilmiş demektir. Suriye’de akıllı politikalar izlemek, 1989 yılında yapılan hataların tekrarlamaması, hatalardan ders alınması Türkiye gibi büyük bir devletten beklentidir. Türkiye Suriye’de var olmak istiyorsa Sünni Araplar ve Türkmenlerin güvenliğine ve güvenli bir şekilde orada kalabilmeleri açısından ileriye yönelik olarak bölgede oyuncu olmaya devam edebilecektir. Gerçi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde dahi oyuncu olamaz ve Akdeniz havzasındaki milyarlarca metreküp gazdaki haklarını tamamen yitirmeye doğru ileler, bölgede Rusya, Çin dâhil büyük güçlerin cirit attığı önemli çıkarlar, zengin doğalgaz kaynakları bulunmaktadır. İngilizler Kıbrıs’tadır. Hatta Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde İngiliz Sterlini konuşulur. Bölgenin zengin doğalgaz kaynaklarını ne Kürtler, ne Türkler ne de Ermeniler bölgenin asli unsurları olsalar da bir kuruş dahi kazanç sağlayamayacaklardır. Bu da ancak her ülkeden seçilmiş koyun postuna bürünmüş yerel maşalar vasıtasıyla olmakta olabilmektedir. Ve aynen böyle de oluyor. Ne dersiniz?  Dünya beşten büyüktür doğrudur, ancak 1947’den bu yana sadece onlar nükleer güce sahip ve dünyayı onların çıkarları yönetiyor. Büyüklerin birbiriyle kavga etmesi olmaz, sayıları az olduğundan, çıkarları aynı olduğundan ya anlaşırlar ya anlaşırlar.  Gerisi şu kadar Suriyeli Türkiye’de işe girmiş, işten çıkmış bunlar işin ufak ve basit ayrıntılarıdır. Almanya’da üç milyon Türk var ve Alman ekonomisine kayda değer katkı sağlıyorlar. Bakmayın siz milletin sloganlarla konuştuğuna, sadece 2012 yılında eğitimin 12 yıl olması yaklaşık üç yüz ila dört yüz bin çırağın üretimden çıkması demek oldu. Bunun üretime ihracata katkısı, eğitim maliyetine katkısı Suriyelilerin yıllık maliyetinden çok daha fazla oldu. Dağlara odaklanmak güzel, dağlarda neler var onu anlamak zor.

Tehdit Suriyeliler değil, gerçek tehdit tarih boyunca bölgede yaşayan en zayıf devlet olan Türkiye'ye başı önce içeride devşirilmiş(doğan görünümlü şahinler, kartal bakışlı kargalar, kuzu postuna bürünmüş kurtlar) hainler, sonra halen cap-canlı ayakta olan "Haçlı" zihniyetidir. 

Suriyeliler gelin bohçası elinden alınmış, kapı dışarı edilmiş sürgün olarak geldikleri ülkemizde kendilerinden kalan yerleri, toprakları, zenginlik kaynaklarını elinden alınmış insanlardır. Bizlerse kapitalizmin  görevlendirdiği bakıcı toplumuz. Baktığımız halkla ekmeğimizi paylaşmak zorundayız. Emir büyük yerden olmalı, zira bu ülkede kardeş kardeşle dahi miras yüzünden birbirini boğazlarken, kendi ekmeğini Suriyeli ile zor paylaşır ya ikna edenler sağolsun!

 

(1)https://tr.wikipedia.org/wiki/1946_%C4%B0ran_krizi

(2) http://www.tarihbilimi.gen.tr/makale/turkiyenin-natoya-girisi/

(3) http://dersimiztarih.net/3-unite-soguk-savas-donemi.html

(4) http://www.academia.edu/9633153/ABD_N%C4%B0N_ORTADO%C4%9EU_POL%C4%B0T%C4%B0KASINDA_%C4%B0K%C4%B0_DOKTR%C4%B0N_EISENHOWER_VE_CARTER_DOKTR%C4%B0NLER%C4%B0

(5) http://egetarih.net/ii-dunya-savasi-1939-1945/

(6) http://www.turkcebilgi.com/filistin_tarihi_-_israil_devletinin_kurulu%C5%9Fu

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..