Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Ekim '13

 
Kategori
Güncel
 

Sürüp giden direnişler ne anlama geliyor?

Sürüp giden direnişler ne anlama geliyor?
 

Eylem


Türkiye'de yaşıyorum ve olanları izliyorum.

Son bir kaç aydır kitlesel muhalefetin kabul edilebilir eylemselliğin dışına çıkarak, şiddet üretmeye başladığını görüyorum.

Ve bu şiddetin savunulabilir olmadığını ve sadece, hedef aldığı iktidara değil tüm topluma zarar verdiğini düşünüyorum. Şiddet yoluyla sonuç almayı umanların, çevreye verdikleri zararın faturasının hepimize kesildiğini anlamalarını ve iktidar mücadelesini aklı selim sahibi insanlar gibi meşru zeminde vermelerini tavsiye ediyorum. Böyle dememe rağmen süregiden bu eylemlerin, sandık yoluyla iktidar olmaya yönelik bir çaba olduğuna da inanmıyorum.

Taksim'deki Gezi Parkı Eylemi'nden sonra genişleyen iktidar karşıtı protestolar belli aralıklarla tekrarlanarak ülke geneline yayılmaya çalışılıyor. Ali'nin hatırasını, Veli'nin ölümünü, Dursun'un yaralanmasını anma, resmi bayramları kutlama, ağaç kesilmesini, yol açılmasını protesto etme gibi gerekçelerle hayata geçirilen bu eylemler artık, medya ve toplum tarafından kanıksanmış, hatta bazan tepki çeker hale gelmiş olsa da hala sürdürülüyor.

Şu an, bu eylemlerin bir uzantısını Ankara'da ODTÜ'nde görüyoruz. Eylemin bahanesi, Ankara Büyükşehir Belediyesi'nin ODTÜ arazisinden yol geçirmek istemesi oluyor. Ve üniversitede, günlerdir bunun kavgası veriliyor. Ancak bu kez alternatifsiz değiller. Arazinin altından tünel geçirilebileceğine dair tavsiyeleri var!

Dikkat çekici olan, benzer her protestonun ardında bir şeyleri engelleme amacı yatmasıdır. Gerek ODTÜ'nde gerekse, Taksim'de, bunu net biçimde görebiliyoruz. Muhalif kitlenin, meydan düzenlemelerine, çevre yollarına, köprülere, hava alanlarına, "ağaç veya doğa katliamı" kaygısıyla karşı çıktıklarını, yani asıl amacın bu olduğunu sanmıyorum. Bunun, engellemeyi meşrulaştımaya yönelik bir bahane olduğuna inanıyorum. Asıl maksadın, bu tür eylemlerle iktidarı iş yapamaz duruma getirerek ona boyun eğdirmek olduğunu düşünüyorum.

Çünkü ağaçları keserek yeni yapılara yer açan yalnızca hükümet ya da Ankara ve İstanbul belediyeleri değil. Son otuz yılda Edremit Körfez'inde, kaç dönüm arazinin ilk ve ikinci sahiplerinin talebiyle imara açıldığını, böylelikle kaç bin zeytin ağacınının katledildiğini yalnızca Allah biliyor. Doğa katliamı bahanesiyle hükümete yüklenenlerin arasında kimbilir kaç kişinin işte bu zeytin tarlalarının üzerine yapılmış evi veya dairesi vardır. Başka bir deyişle çevre, orman ağaç ve sit alanı benzeri savlarla iktidarın ve iki büyük belediyenin faaliyetlerini engellemeye çalışanların niyetlerinde ne kadar samimi oldukları tartışılabilir.

Binlerce ağacın kesilerek yerine üniversite yapılmasına ses çıkarmayan çevrecilerin, iktidarın tasarrufları konusunda ileri derecede hassas davranması yukarıdaki iddiamı kanıtlamaktadır. ODTÜ haberini izlerken oradaki direnişin, çevreyle bağlantısının ne denli yapay olduğunu görme bahtsızlığını da yaşadım diyebilirim. Bazı gençlerin, kökü açıkta kalmış ve hasar görmüş fidanları, açılan yolun üzerine dikmeye çabalamaları, ciddiyetten ne denli uzak olduklarının açık işaretiydi. Asla yeşermeyecek bu fidanları toprağa gömerek iş yaptığını sananların bu sanal davranışlarından samimi bir çevre duyarlılığı çıkarmak mümkün değildi. Bu kısım, malesef kara mizaha konu edilecek kadar hazindi.

Gördüklerim, çevre hassasiyetiyle hareket ettiği düşünülenlerin samimiyeti konusunda beni ikna etmiyor. Çünkü doğaya ve çevreye saygılı olan insan çevreyi asla berbat edemez. Cadde ve sokakları yürünmez hale getiremez. Saksıları devirip içindeki ağaçları yerlerde sürükleyemez.

O zaman, direnişi organize edenlerin başka bir amacı olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Diyelim ki, bunların amacı bir siyasi partiyi, demokratık seçimle iktidara taşımaktır. Sık sık mitingler düzenlemelerinin, kitleleri zamanlı zamansız sokağa dökmelerinin sebebi budur.

Normal insanlar, yerli yersiz protestolarla yollarının kesilmesinden, sokaklarına barikat kurulmasından, mülklerine, araçlarına zarar verilmesinden ciddi biçimde rahatsız olurlar. Önlerini kesenlerden, hareket alanlarını sınırlayanlardan hazzetmezler. Hele şiddet ve terör üretenlerden nefret ederler. Huzuru bozanlara ve onlara arka çıkanlara oy vermezler. Özetle taşlı, sopalı ve kavgalı mitinglerle seçim kazanılamaz.

Yeri gelmişken meselenin başka bir vechesini de ele alalım. Hani bazı bilge kişiler (27 mayıs 2013 te başlayan) Taksim Gezi Parkı eylemini, "özgürlük talebi"olarak niteliyor ya! Bir an için böyledir diyelim ve havai fişeklerle, molotoflarla ortalığı ateşe vererek, polise taş, bilya vs. atarak, otomobil, otobüs, işyeri demeden her şeye zarar vererek istenilenin alındığını düşünelim. Gerçekten bu, meşru bir hak olur mu? Devlet ve şahıs malını yakıp yıkarak, kırıp dökerek ikame edilen hakka, "hak" denilebilir mi? Bir pire için yorgan yakılabilir mi? Belli ki, Taksim harp meydanı değildi ve kimse düşmanla savaşmıyordu. Kanaatimce, masum insanların hukuku çiğnenerek, çevre tahribatı yaparak hak aranamaz.

O vakit bu eylemler: 1- Çevre duyarlılığı
                                    2- Demokratik seçim kazanma
                                    3- Demokratik hak amacı ve arzusu taşımıyor. İnceleyelim:

1- Çevre duyarlılığı olanlar en azından, konuyla alakalı alternatif bir proje sunar ve yetkililere, "eğer böyle yaparsanız daha iyi olur" diye tavsiyede bulunur. Ancak, sunduğu makul teklif kabul edilmediğinde, usülü dairesinde eylemini koyar. Zorunlu durumlarda doğaya müdahaleye karşı çıkmaz. Çevre hassasiyetiyle başladığı iddia edilen eylemlerde çevreyi koruma ve zarar vermeme gibi bir dikkat seziliyor mu? Hayır!

2-Demokratik seçimler yıl boyu taşlı, sopalı, molotoflu protestolar düzenleyerek değil, savunduğun partinin temiz, dürüst, çalışkan özgürlüklere saygılı olduğuna halkı ikna ederek kazanılır. Eylemcilerde veya yönlendiricilerde öyle bir çaba görüyor muyuz? Hayır!

3- Demokrasiyle yönetilen ülkelerde haklar, yargı yoluyla ya da meşru taleplerle elde edilmeye çalışılır. Taksim bağlantılı eylemler bize böyle bir mesaj veriyor mu? Hayır! Aksine, bir takım emirler veriyor.

Mesela, Taksim Dayanışma'sının hükümet için hazırladığı bildiriyi iyicene kısaltıp emir kipiyle verirsek durumu daha iyi anlayabiliriz:

1- Atatürk Kültür Merkezini yıkmayacaksın!
2- 3. Köprüyü inşa etmeyeceksin! ve dolayısı ile
3- 3. köprüye yol da yapmayacaksın!
4- HES leri durduracaksın!
5- Tutuklu eylemcileri salacaksın!
6- Eyleme müdahale eden polisleri ve amirlerini tutuklayacaksın! (1)

Gördünüz değil mi? Meşruiyeti kendinden menkul bir platform meclisi, yürütmesi, yargısı ve teşekkül etmiş kurumları ile kaim bir devlete nasıl da buyruklar veriyor. Sanki sıradan sivil bir örgüt değil de, ülke işlerinden ileri derecede sorumlu bir bakanlık! Peki bu neye delalet ediyor?

Bu, bu ülkenin geçmişinde, seçilmiş iktidarları yöneten, muktedir bir kesimin varlığına ve onun uzantılarının bidayetten gelen bu saltanatı kaybetmek istemediğine delalet ediyor. Gerçek şu ki, çeşitli platformlarda çeşitli nedenlerle eylemlerini sürdüren muhalif kitlenin ardındaki güç ağaçla, doğayla, seçimle, demokrasiyle falan ilgilenmiyor.

O, gücünün ve geleceğinin teminatı olan koltuğunun altından kaymakta olduğunu görüyor, kaybetmemek için tüm gücüyle direniyor. Protestoların, mitinglerin, (zaman zaman) savaşı andıran çatışmaların işe yarayacağını ve sonunda iktidara boyun eğdireceğini umuyor. Amacına erişmek için de tüm yolları meşru ve mubah sayıyor.

Düşünce farklılığından dolayı iktidar karşıtı eylem ve çabalara destek veren, hükümet yıkılırsa neler olabileceği hakkında en ufak bir fikri bulunmayan insanlar bu gerçeği ne zaman anlayacaklar merak ediyorum.

Resim: yenisafak.com

(1)- İsteyenler Taksim Dayanışma Platformu bildirisini aşağıdaki linkten okuyabilirler
http://gundem.bugun.com.tr/taksim-platformu-bulent-arinca-7-talep-iletti-haberi/653188

 
Toplam blog
: 462
: 707
Kayıt tarihi
: 28.04.07
 
 

Emekliyim. Herkes gibi benim de bir dünya görüşüm var. İnsanların farklı fikir ve inançlara sahip..