Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Şubat '18

 
Kategori
Anılar
 

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 2

Parmaklarımın arasında düşüncelerimin tümü bir zarfın içindeydi…
İki kişilik yaşamın öyküleri yazılmış bir yazgılar demedi…
Bir benim ömrüm, bir de bildiğim kadarı ile senin yaşantıların…
 
Çoğunda ben gölgesi, çoğunda da sen yaşamındaki şüpheli düşüncelerim…
Parçalanıyor düşüncelerim ve ellerimdeki titreyişler yalpalıyor sağa sola salınımlarla.
Kaç yılın kaç ayrılık yılındaki günlerin içine sığınan sen yaşantılarının bildiğim kadarları diğerleri de ispat edilememiş kuşkularla yaşamıma koyu bir perde örtmeye çalışan zamanların boşlukları…
 
Sevmek, komediye dönüşmüş olur olmaz zamanların anlarında bedenimde titremeler oluşturan yaşanmışlıkların içinde kalan gölgeli yaşam karelerinin fotoğrafları sanki…
İçimde suskunluk yaratan bilinmezliklerin endişe veren görüntülerinin beyin diplerinden fırlayıp, tekrar tekrar gözlerimde perdelenmeleri…
Çoğu küskünlükle geçmiş bir yaşamın ruhsal derinlikleri ve bunlar arkada kalan ruhsal ezilmelerdi…
 
Galiba yaşamımızda bir şeyler biteviye eksiliyordu…
Belki doğuştan bu güne eksilerek geldik de sevmeye veya sevilmeye eksilerek geldim…
Yaşam dünlerin eksilenlerini yüzüme vurdukça, galiba acılanmalarım böyle sebeplerle başladı hep. Eksildik, eksildim derken, bu günlere uzayan bu geniş zaman kırıkları hayatımızda var oldukça, eksilmelerimiz devam edip durdu…
Yaşanmışlıklarıma baktıkça, eksilenlerle beraber acılanmalarım hep arttı ve bu günler yaşamımızda hep eksildiğimiz günlerimiz oldu…
 
Uzakların en yakını, şimdi düşüncelerimle avuçlarımda gizli hasretin.
Şimdilerde zaman kovalamaca bu düşünceler, yol boylarınca uzayıp, tutunamayıp geri dönen, bir hasret buluşması bu, yılların üstün örtüp örtüp yüreğin diplerinde saklayan, düşlerle bir hasret buluşması bu…
Dünler vardı yaşamda, umutların salına salına tükendiği, sonra yarınlara sarktığı, tüm umutlar ki oralarda da tutunamayıp şimdilerde an zamanlarına düştü hasretin koyusu, hem de rengini koyulaştırıp, zifir koyusuna düşüp bedene darbe üstüne vurgun vurarak bu günkü yaşamın içine düştü… 
 
Bağışlanması imkânsız olan düşünce zamanlarının kendi kendine renk değiştirmesi ki buna yürek yırtılmaları ile dayanılmaz acılarla yokluğa zaman arayan…
Artık sabrın son gücü ve umudun son haline dönüşüp, dudak içlerini ısırmalarını yaratarak beden çöküşü bu yaşam zamanları…
 
Kusursuz bir yaşam şekli bu zamanda kaybolma düşünceleri ile umudun parçalanışları…
 
Ve bu zamanlarda kendini ruhsal yapıda özgür hissetmek, özgürce gülebilmek, ağlamak, yaşamın nefeslerinin tadını almak, sevmenin içindeki özgürlüğü hissetmek, sadece kendin için yaşamın dışına çıkmak ve sevmeyi, sevgiliyi hak etmek belki de ruhsal özgürlüktür…
 
Durup dururken kendime sordum “biz kaç kere, kaç gün mutlu olduk her ikimiz aynı anlarda?
Her ne kadar zamanı kendimize yönlendirsek de, yaşamı zorladığımız yıllar boyu, çilenin dibinde yaşam uğraşı verirken, hiç aklımıza mutlu olmak geldi mi?
Kime ve kimlere karşıydı bu uğraşlar içinde, kimlerin bam teline bastık, kimlere boyun eğmedik de bu çemberin içinde bulduk kendimizi ?
Yabani bir uğraştı bu, yokluklarda var olma savaşı…
Tek başımıza ve özgürlük halkası ile uğraş verirken, hangimiz yığıldık bu savaşın içine ve yıllarca kendimizi adamışken…
 
Olası en büyük karışık düşler sonrası uyandığım kendime has koyuluğu ile bir sabah vakti seni düşlerken, gece görülen kabus rüyalarımla bedenimin sarsılmalarına aldırmadan, karalığın yeni sıyrılmış güneşine doğru uzanan bu anlamsız zamanları düşlemem belki de ruhumdaki değişimleri artık yeni yeni fark ediyordum…
 
Sadece kendimin kendime ait bir zaman dilimindeki huşu içindeki sabah kuşlarının kendi seslerine, kendilerine verdikleri farklı ses tonları ile cevaplarının arasında kendime acımadan ziyade geçmişin kayıplık zamanlarının sanki vurgunu içindeydim…
 
Ben de kuşlar gibi kendi düşüncelerime sesli cevaplar verirken, açık olan penceremden güneşin doğuşundaki ulvi güzellikler arasında, öfke düşüncelerimin pişmanlığa dönüşmesini engellemek için tek cümleye sığındım, “yaşandı ve nefesler alındı, geriye kesik nefeslerle düşünceler kaldı” cümlesinin öfke tırmanışını bastırmaya çalışıyordum…  
 
Soğutulmuş bir bardak süt ile kendi yorgunluğuma, ruhsal öfkelerimden kurtulup, günün akışını düşlemeye başladım…
 
Yaşamın arda kalan zamanlarında nefes alırken, vaz geçtiklerimle, tesirinden çıkamadıklarım ve yalnızlığın gizeminden çıkıp, yaşamın kıvrımlarında tutunabilmek için, içinde bulunduğum şartları parçalayıp bölmek ve ayrıntılarını yok etmek için verdiğim uğraş yaşamın içinden karşıma çıkanları yok sayabilmek için “hak etmedim ki” diye isyanı kendime olan bir cümleden artık kurtulmak istiyordum…
 
Kendimi kalabalık guruplardan ayrıştırarak, sadece ruhum ile savaş halindeydim…
 
Belki de kaybettiklerimin arkasından pişmanlıklarımı yok etmek, apayrı bir güç istiyordu ve ben tüm benliğimde bunu başarmaya çalışıyordum…
 
Sadece acıyor, acınıyordum sevgili sana… 
 
Tüm bunlara sebep olman ihanetin bedeli ile beni karşı karşıya bırakman, o kadar da kolay hazmedilemiyordu…
Belki sen bu sıkıntıları yaşamamı da planlamıştın.  Belki de kendine göre haklılıkların vardı. Ama beni bu ezintinin içine atman, haksızlıktı…
 
Biliyorum senin de çektiklerin bu tutumundan doğandı belki de ama senin acılanman, benim hak ettiğim yaşamın içinde pek de hak ettiğim değildi…
 
Acılar ve suskunluklarımız, kendi benliğimizi aştıkça, bedenimizdeki çürümeye dönüşmüş vaz geçişler git gide zorlaşıyordu… 
 
Ne kadar çok şey vardı vazgeçemediğimiz, ne kadar çok anı yığını vardı, her gün içinde birer birer çekip dinginliğini bozduğumuz yaşam şartlarına sebep oldukça, zorlaşıyordu yaşam da nefes almalar ve boğulurcasına içimize çektiğimiz “ah” nefesleriydi asıl benliğimizden yıpranmalar yaratan…
 
Unutmaktı çözüm veya unutabilmekti bu işin tüketilmesine giden yolculuk ve biz her anı girdabında yığılıp kalıyorduk şartların gömütüne…
Şartlar ve şartlarımız hiç birbirimize uyum sağlayamadı ve zaman ileriye doğru çoğaldıkça, benliğimizde ezile durduk ve gün geldi ağlamalarımıza sebep olan bu yaşam zamanlarımızı atlatmak da oldukça zor girdi hayatımıza ve yaşamımızdan 
birçok şeyi veya nefes alma zamanlarını yıllar geçtikçe yok sayabilirdik… 
 
Yok saymak… Benliğimizden neleri alıp götürdü, neleri başarısızlıkla içimizde ezdi…
 
Mesela sevgili, birbirimizi gördüğümüz o ilk anları, ilk gülümsemelerimizi ve ilk defa telefonlarda ses hafızamızı elde ettikten sonra, bu günlerde onları yok sayabildik mi? Birbirimizin ses tınısını unutabildik mi? 
Beraberce sevip dinlediğimiz Sezen Aksu ve Kayahan şarkılarını, hayatımızdan çıkarabildik mi? Yok sayabilmeyi başarabildik mi?
Yüzümüzün gülümseme mimiklerini hafızamızdan bu kadar öfkeye rağmen, atabildik mi, düşüncelerimizde yok sayma isteği ile bizi rahat nefes almalara terk etti mi? 
Zaman sevgili, gittikçe düşüncelerimizde yok sayma isteği ile bizi rahat nefes almalara terk etti mi?
 
Artık öfke zamanlarını unutup geçmişin gülümseme zamanlarına yönelme zamanı artık galiba çaresizlikler olsa da yaşam bu olmalı sanki…
 
Ölü bir zaman boşlukları bunlar, düşüncelerin, çapını aşması sanki veya sadece bir kabullenemeyiş, bedenin ruhsal yapısında sarsıntılar yaratan…
Belki de en gerçeği yaşamın içinden çabuk geçemeyeceği ve yıllara saklana saklana yaşamla birlikte bir yolculuğu olacak sanırım ama gerçeklik bu…
 
Belki de gerçeklik geceleri ortaya çıkıp olanca düşüncelerin arasında kendini gerçekleştiriyor…
Oysa korkardım çoğu zaman gerçeklerle yüzleşmeye veya gerçeğin içindeki gerçek doğruluk nerede gizliydi…
Yanlışlara yabancı olmak istemememiz kadar doğruda da içindeki şüpheler kalkıncaya uğraş gerekti… Veya doğrunun içindeki bilmediğimiz anlardaki zamanın içinde neler vardı? 
 
İnanmışlık çoğu zaman gözlerimizi karartmamıştı, işin farkına vardığımızda ise pişmanlık kelimeleri girmez mi hayatımıza?
Sevgideki karlılık nerede son bulurdu ki farkında olmadan korkularımıza yenildik
 
Olmazsa olmazlarımızdı çoğu zaman hayatımızda ıskaladığımız düşünceler unutulmazlarımızla unutamadıklarımız, el kol yan yana iken, seçim yanılgısı değil miydi hayatımızı yıllara acı ile bölen…
 
Yaşama yeni bir bakış penceresi açmak, tüm yaşamın ardında kalan acıları ve de öfkeleri silebilir miydik?
Aslında yeni bir yaşam savaşına adım atmaktan başka bir istek yaşamıydı…
Sonucu şüpheli olan bir ayakta kalış mücadelesi olan bu düşler, tüm yaşanmışlıkları yok saymaya ulaşıyordu, işte kendimle kendime başlayan bir iç savaş ve de bir tedirginlik, bir korku çemberinin kırılmaya çalışılması gibi bir başlangıç isteği ama bir umut bu…
Geçen yılların önüne düş kırıksız geçme çabası…
 
Gözlerinin derinliklerinde veya buğusunda kendimizi kaybettiğimiz yaşam zamanlarında ne kadar kalabilmiştik, doğru zaman içinde…
 
Yorumsuz bir zaman kovalamacasıydı yaşamın bu kısmı…
 
Sanki yabancıyım bu gün kendime…
Olur olmaz yerlerdeyim, aklıma gelmesi mümkün olmayan şeyleri yaşıyorum…
Sevgim ve yasım var, derken bile, kararsızlığım üstümde. Yarın, yarın ne olacak, umurumda değil, kendi kendime kitaplarla yolculuk yapıyorum, kendime ir cümle daha seçemedim bile,  sadece bir soru ile yetindim,  yarın ne olacak bilmiyorum ama
“sevgim ve yasım var” içinde hâlâ dolaştığım cümle oldu…
İki kelimenin anlamını da yaşamış olmaktı asıl düşüncelerimde dolaşıp duran zaman ki kolay geçecek kadar da değildi… 
 
Yer gök ve güneş, bu üçleme arasında yaşamam, senin sebeplerinle daha da zorlaştı... 
Artık varlığın sadece bende çöküntü yaratır...
 
Senden sonra zaman benden yanaydı, arkada bıraktığın enkazı temizleyip durdu...
 
Her an bir yerlerden düşebilirim, her an bir yerlerde kaybolabilir, tüm eski yollar bana yabancı kalıp, yol ayrımlarında gideceğim yer yönü ile kararsız kalabilirim…
Tüm eski yollarda, anılarda kaybolabilir, düşüncelerimle boğulacak gibi olabilirim…
Zamanı şaşırır, zamansızlıklardan şikayet edebilirdim…
Doğrusu bu dalgın düşüncelerle yaşamın içinden dökülebilirim…
Eskilerin yaşamışlık terleri ile bu gün olsa yine ıslanabilirim demek de garip geldi ruhuma…
 
Sen sevgili, tüm zamanlarımı doldurmuşken sade ve korunmasız olarak yaşama dolmak, istemek de olası değil… 
Yalnızlıkların içinde baş döndürücü yaşamda var olmak pek de kolay olamasa gerek…
 
Mustafa Yılmaz
 
 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..