Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '18

 
Kategori
Deneme
 

Suskunluklarımız Benlik Direncimizi Aştı 4

Kendimiz ve kendi kendine yaşar olmalıyız kendimizi tanıyarak…

Yaşamın içindeki yerimizdir aslında nefes almaya devam ettiğimiz… Ama düşlerimiz
Düşüncelerimiz ve kendimize aykırı düşünce guruplarımızdı aslında yaşamdaki yerimizi belirleyen…

Şüphesiz en büyük etken yan yana nefes aldığımız insanın düşünce ve davranışlarıdır hayatımıza yön veren…

Yaşamımızda birçok önemli olan zamanlar vardır.
Birçok insan vardır yaşamımıza dahil olup iz bırakan zamanları yaşadığımız…
Gülmelerimiz, hem de katıla katıla gülmelerimiz, gülme sebebini kendimiz, az bulup dudak uçlarımızda bırakırız gülmenin izlerini…
Bir de bizi cidden güldüren veya ara sıra gülümsetenler vardır…
Bizle beraber olanlar vardı bizi ara sıra gülümseten ve giderken arkalarında ufak gülümsemeler bırakanlar…
Veya…
Gittikleri anın başlangıcından başlayarak içimizdeki acılanmaları görmeze bırakarak çekip gidenler...

Sonrasında çekip gidenlerle, acılanmalarımızı haykırışlara , binlerce soruya bıraktıkları gibi, bizi duamız çıktığı kadar sessizliklere, ağlamalara itenler,
İz bırakanlar, unutulamaz sandıklarımızla, ardından öfkeye dönüşmüş düşüncelerle kendi kendimize titreyerek, haykırarak, gözlerimizi yumarak geceye konuşturanlar vardır bizi…

Arkalarından binlerce soruluk bir yaşam bırakanlar vardır…
Neden gittin ha deyip gecenin soğuğunda ayak topuklarımızla hurma ağacından düşen yeşil hurmaları bize öfke ile sorular sorarak kendi kendimize, tüm yaşantımızı sorgulayıp geçmişten bu günlere uzayan yaşam zamanlarımızın karelerine söylenerek o hurmaları ayak topuklarımızla ezdirenler vardır yaşantımıza dahil olmuş...
Arkalarından bakakaldıklarımız, onlara yaptıklarımız, onlara söylediklerimiz cümlelerin içinde bir zamanlar kaybolurken, bu zaman diliminde öfkeden kızarmış yanaklarımızın halini görmeden söylediğimiz tüm cümlelere öfke ile göz yaşlarımızı yapıştırarak hırsla bastığımız asfalta veya kaldırım taşlarına konuşurcasına terk ettiğimiz mahalle veya yollara hayıflanarak kendimize acılanmalarla yaşama düşmüş soğukluğumuz basıp geçer ellerimizi yumruk haline derilerimizi donmasını aşar geçer bu iç donuklukları…

Hani neredeler şimdi uğruna hayatımızı gözden çıkardıklarımız?
Neredeler şimdilerde inleme seslerimizi görmeze gelip, yaşantıları ile bize caka satanlar?
Uğruna ölürüm, yoluna dökülürüm, sesin nefesim olur diyenler?
Nerede göz göze zaman hesabı yapamayarak düşler kurduklarımız?
Nerde gözümüzün rengini, şeklini, yüzümüzdeki duruşunu ezbere tarif edenler?
Kaç yaşam zamanına düşmüş bu gidenin ardına yapışmış düşünceler?
Ve nasıl kendimizi oyalayıp, unutulası düşlerdi diyebileceğimiz zamanlar?

En güzel yaşam günümüzdü doğduğumuz gün sonu belli bir zamana kadar uzayan yılların düşleri bile bu günlerde bizi mutluluğa veya o düşüncedeki gülüşlere götürüyorsa, bu günkü acılanmalarımıza sebep olan hangi düşlerin kurmacasında şimdilerde?

Nerede şimdilerde çok sevildiğimizi haykırarak söyleyenler, ıssız dağların arasındaki ovalara bizi ne kadar çok sevdiğini haykıranlar?

Hiç birine artık güvenebileceğimiz zaman kesiti kalmadı…
Hepsi sönük sevinçlere düşmüş, yorulmuş zamanların içinde kalan bezgin nefeslerde var olmaya çalışmak mıydı bu yaşamın bu günlerine sarkan nefes almaların önemi?

Ben seni çok sevmiştim derken zamanı söylemeyen sevgili…
Unutma ki yaşam sevmekten ibaret olmayıp, sevilmeyi de beraberinde taşırdı…
Ben de seni sevmek derken, büyüklüğüne gizlenen sevgili…
Yaşamın sadece sana ait olduğunu sanıp, kendini beraberliğe taşımayan sevgili, ben de seni çok sevmiştim sevgili ama bu günlerde anlıyorum bu cümlenin anlamsızlığını,
Çünkü yaşam ömrü el ele tamamlamayı severdi, elleri kopuşanlar zamanın hırçınlığında kaybolur ve sen bunu en iyi bilenlerdensin…

Zaman sonu acımasızlığı öğretirken bana, sabır etmekle yaşamın şartlarında var olmayı öğretti…
Elbet bir gün bir yerlerde karşılaşacak cümlelerimiz, onlar da yazımdaki içtenlikleri ve de gerçeklikleri ile hak kazanacaklar…

Uzaklar ve uzakların da ötesinde olmak kurtuluş değildi yaşamın acılanmalarından…
Ben acılanma günlerinin içinde o kadar dolanmama rağmen, seninkilerinin yanında şaşkınım çünkü çok az acılanma ile karşılaştım…
Yaşam ikimize de acılanmaları öğretir ve içinde tutarken eminim ki çok adil davrandı bize…

Artık karanlıkları ve karanlık yolları, o yollarda uzaklaşmaları seviyorum.
Kendime yazdığım cümleleri okuyup, düşünüyorum. Olmayasıya şeylerin peşinden gidiyorum. Aşktan uzak, sevilmeden şüpheli yaşıyorum, sadece kendime hediye ettiğim zamanları boş boş yaşıyorum, kaybolup, kaybolup uzaklara gidiyorum…
Kendime özel, kendimle bağdaşan her şeyin, benim olduğunu sanarak kendime yaşıyorum. Uzakların içindeymiş gibi soluk alıyorum, küçük, küçücük şeylerle mutlu olmayı özlüyorum ve kendimi yaşamın içinde güçlü hissediyorum…

Bazen en olmadık bir zamanda düşüncelerimizde harmanlanmış, düşler dolaştıkça, sebebini bilmediğimiz bir ruh sıkıntısı ile bir şeyler için harekete geçip, en önemli sandığın bir şeye karar verirsin, aslında en doğru sandığın bir şeye karar verirsin, en doğru sandığın şeyi yapar ve o doğruda uğraştıkça kendine göre doğru ama son dönemdeki yaşama göre yanlıştı bu hareket…

Doğruya doğru koştukça asıl olan farkındasızlıkla yanlışın içinde gittikçe derine dalıyordu…
Belki de içinde bulunduğu şartları düşündükçe, haklılık içinde var olduğunu hissediyordu…

Ve yıllarca bu yanlışın batağına bulandı…
Bulunduğu durumu fark ettiğinde, ise artık kazandıkları kaybettiklerinden çok azdı veya hiçti…
Hiçlik içinde bulundu yıllarca yaşamında…
Belki de biri tarafında artık hiç kimseydi…
Hiçlik veya hiç kimse olmak, en yakınına inanmanın son değer ölçüsüydü…

Yıllar veya uzun zaman ölçüsünün en uzununda yaşadı, bu en ağır şartları tüm değerleri yok olmuştu, en çok değer verdiğinin karşısında…

Artık çok şeyini yitiriyordu, kaybedeceği çok az düşleri ve de yaşamları vardı, gün gün eriyordu sevgide ve sevgi adına yanılmışlıklarla, her an önemini, her an zamanında da güvenini yitirmişti hem kendi adına hem de sevgi adına...

Sevgi yanılma ve güven boşluğuna düşmeydi bu.
Güven boşluğu ki bastıkça derinleşen bir hiçlik ölçüsü…
Ve bu şartların getirdiği şefkat ve aşırı güvenle geride kalıp, elde kalanları gördükçe, kayboldu hayatın heyecanlarında…
Aslında duygu ve duygusal olmanın kırılganlığıydı bu…
Güven duygusunun ezilmişliği ile yaşama yeniden tutunma amacı vardı. sadece rahat yutkunmak nefesi ciğerlerine doldura doldur yutkunmak…

İç huzuru ile pişman olmamak geçmişin hata yollarına tekrar basmamak. Sevgideki güvene inanmak bedeli ne olursa olsun sarsıntısız bir güven duymayı yaşamaktı artık yaşamın geçerli yaşam sebebi…

Yaşamın kırılganlığıydı bu pişmanlıklarına rağmen kendinde tutukladığı güven duygularını gene de kaybetmemesi gerektiğini kabul etti çünkü artık yaşamda pişman olacak kadar var olamazdı…
Çünkü geriye dönüşte uzundan da çok uzun yaşam zamanı gerekti…

Yaşamımda hiçbir zaman sükûnet kelimesini içeren cümleler varlığını sürdüremedi…
Hep heyecan ve kaybetme korkuları veya ihanete bağlı kaybedişlerle yaşamımın alt üst olduğu zamanlarda yaşadığım bulanımlar veya bunlara bağlı pişmanlıkların sebep olduğu zorlu üşünce günlerinin içinde nefes almak hiç sükunete ulaşamadı…

Aslında iç huzurlar sükunetin peşinden gelebiliyordu ve onu da yakalamak hayatın büyük şanslarından bir kaçı olabiliyordu…

Düşündüm de çok sevdim çok acılandım sözü bana göre ne kadar doğruydu? Yaşam bir var oluştaki nefes alma zamanları değil miydi sevmenin etkinliği? Yaşanan ömürde devam edebiliyor muydu pişmanlıkların içinde olan etkenler, sevmek ile oluşmuyor muydu veya sebebi yok edilebiliyor muydu?

Kendimize yabancı olmaya başladığımız zamanlar ertesinde, aslında başkalaşmalarımız veya bir başkası gibi yaşama düşmemizdir aslında sükûnetimizi kaybetmeye başladığımız zamanlardır bu sürede nefes alışlarımız…
Kendimize başkalaşmanın içine düşme zamanlarıdır yalnızlaştığımız süreler…

Bildiğim yaşanmışlıklarımın içindeki tüm düşüncelerimi yazarken, bu sevginin içindeki tüm düşüncelerimi yazarken, bu sevginin içinde kalan bilmediğim olayları düşlemenin zorluğunu yaşarken, tam emin olmadığım kim bilir ne kadar zamanı bilmeden yaşadım…
Ustaca üstü örtülmüş olayları bu günlerde tekrar tekrar düşünürken, bunların son oyunlara benzeyen kurgular olduğunu anladığımdan bu günlere artık geçmişe pek de saygım kalmadı demek bile gereksizdi…

Aşk yaşanabilinen güzellikler kadar güzeldi ve arkalarına sığdırılmış riyalar parçalanmış sevgilere ulaştıkça perişanlık yaşanan zamanlara yayılıyordu…
Keşke hiç yaşanmamış sayılabilse, ruhsal yapıda…

Aslında sevgideki benim çaresizliklerim ve zaaflarımla, bağımlılığımdı seni güçlü bir gladyatör yapan…

Acımasızlığın, ön plana çıktıkça, güçlendiğini sanmandı senin de bende gün gün çöküşe düşmen…
Zaman bunu göstermiştir, senin çaresizliğini görmem, beni eskisi gibi perişan etmiyordu…
Acılanmaları içe içe, eskisinden çok daha fazla güçlenmem, tabiatın kuralıydı çünkü acı daha büyük acılarla yön ve şekil değiştiriyordu veya çok daha fazlalıkla mutluluk hisleri acıyı silip, söküyordu…

Acıların üstüne basa basa kahramanlıkların balonları çabuk patlardı…
Bu kadar anlatımların ardında kaç yıl kaç uzun yıllar kalmıştı bu anlatımların nedeni neydi?

Aslında yaşamımız gücümüz ile ölçülebilir güç derken, yapımızdaki tel taşları kuvvetinde anlatılır…
Ama gerçek var oluştadır…

Hep korkular ve ardına sığınan yalnızlığın belki de sonsuzluğuydu içime sinen başkalaşım ve kendime yabancılaşmam…

Zorunlu veya saklı gülüşlerim olurdu hep, kendi yalnızlığımın içinde dağılmaya yüz tutmuşken, yaşamın içindeki varlığımla sadece acınılası bir başkalaşım veya kendine acınan bir başkası olma hisleri…
Akşamüzerleri güneşin çekilme saatlerinde olurdu hep bu zaman kovalamacası ve geçmişe ait göz uçlarından sarkan an düşünce fotoğrafları ve en azından var olmuş mutluluk gülümsemeleri…

Ve gün biter, zaman boyut değiştirir, insanı masumlaştırır, ve yalnızlık, hislerini beslerken…
Aslında kendine muhtaç ve nefesine hasretmiş gibi, yığılır kalır bedenin ilk fırsatta bir köşeye sığınmayla…

Tüm toplamında yalnızlık korkularındakiler kalır yanı başına iç hesaplamaların başlarken…
Ve zaman kendine doğru durur geçmez artık vakit…

Öyle zamanlar olur ki içimizde ki önemseme duygusu dağılır. Kendimize güvenimiz tükenir. En sevdiğimizin önemi kalmaz. Ve onun her hareket ve sözünde şüphe dolu düşüncelerle onunla ruh yakınlığımızı bozarız…
Öyle bir an oluşur ki içimizde en önem verdiğimiz hayallerimizden bile kopuşur…
Tüm hayalleri baştan aşağı boş sayarız ve kendimiz boşluğun ve onun da dibi neresi ise oraya doğru pervasızca atarız…

Belki de kendimizi her konunun içinde yersiz ve yetkisiz görüp, bir boşluk düşüşüne yol açarız…

Zordur boşluklarda volta atmak…
Zordur düşünce anlamı aramak…
Tüm yetikliğimiz bitmiş, kendi gücümüzde yetiksizlik hissi ile varlık düşmesi yaşarız…
Aslında bir çöküntüdür bu veya hayal yıkıklığıdır. Farkında olmadan kendimizi suçladığımız…
Cesaret ve azimdir bizi eski yerimize taşıyabilecek güç...

Şu an aklıma bir cümlen geldi, rasgele zamanlarda, yazları olur olmaz zamanlarda söylerdin yüzüme buğulanmış gözlerini kısarak… Ve hep derdin benim beklemediğim anlarda “sen gülünce içimden kuşlar havalanıyor,” dediğin anda ben basardım kahkahayı. Ve “bu gidişle dallarında tünekleyen kuş kalmayacak bu da yumurtasına oturmuş kuş hiç kalmayacak” dediğimde feryat figandı gülmelerimiz…

Mustafa yılmaz

 

 
Toplam blog
: 53
: 110
Kayıt tarihi
: 21.10.11
 
 

Hayat mı hırçındı yoksa yazı mı? ..