Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ekim '06

 
Kategori
Yemek - Mutfak
 

Sütlaç ve kazlar

Sütlaç ve kazlar
 

Canım sütlaç istediğinden değil, mecburiyetten sütlaç yapmaya karar verdik.

Birlikte kaldığım meslektaşım ZZ, pek de yapmadığı bir şey yaptı. Benden habersiz bir galon (yaklaşık 4, 5 litre) süt almış. Aynı gün, bende bir galon süt almıştım.

Akşama doğru, her birimizin elinde birer galon süt ile karşılaştığımızda, ''ne yapacağız bunca (9 litre) sütü '' diye aynı anda tepki gösterdik.

- ZZ; sütlaç sever misin ağam?

- Yapmasını biliyor musun? Dedim.

- ZZ; Sen o işi kardeşine bırak, sana öğle bir sütlaç yapacağım ki, parmaklarını da yiyeceksin.

- Peki, iyi olur deyip, gazeteye göz atmak için odama çekildim. Bir süre sonra mutfağa gittiğimde gördüğüm manzara şöyle idi;

ZZ, bir elinde 4,5 litrelik süt galonu, diğer elinde iki kiloluk pirinç torbası, tezgahta bir poşet toz şeker, ocağın üzerinde asgari 6- 7 litrelik tencere. Tencere gırtlağına kadar dolu vaziyette olmasına rağmen süt veya şeker ilavesine rast gele devam ediyordu.

Bay ZZ, şeker, süt ve pirinç oranını ayarlamak için durmadan, biraz şeker, biraz süt, biraz pirinç olmadı, biraz daha şeker, biraz da süt, azıcık pirinç derken, kaynamakta olan tencere içindeki bulamaç ocağın üzerine doğru akıyordu.

- Bu ne vaziyet ZZ, yaptığın şeyin sütlaç olduğundan emin misin? Diyerek, yarı şaşkın yarı alaycı bir kahkaha attım.

- ZZ, ''sen hiç merak etme, yediğin zaman konuşursun''. Dedi ve dolu tencerenin kapağını kapatıp, ocağın altını kıstı, bana dönerek,

- ''Biraz bekleyeceğiz, sen tabak, kase gibi eline geçen kapları masanın üzerine diz, tencereyi boşaltmamız gerekiyor'' Diye aşçıbaşı edasıyla talimat verdi.

Yarım saat sonra tencerenin kapağını açıp, ''hım bu iş tamamdır'' diye mırıldandı.

- ''Tabakları getir ağam!'' emri üzerine, tabaklardan ikisini uzattım. Kepçeyi bulamaç dolusu tencereye saplayıp çıkardığı nesneyi tabaklara zorlukla boşaltıyordu. Üçüncü tabağa sıra geldiğinde, kepçeye siyah pirinç taneleri takılmaya başladı. Hafifçe dönüp bana baktı, benim tepki vermediğimi görünce kaldığı yerden işine devam etti.

Kaplar kısmen siyah, kısmen beyaz pirinç bulamacıyla doluyordu ki, ( tencerenin de yarısı boşalmıştı) ''ağam, bu kısmına fırında sütlaç denir''. Diye espri yaptı.

Tencerenin üçte ikisi boşalmıştı. Artık siyah beyaz pirinç bulamacı yerini kapkara çamur yığınına bırakmıştı…

İlk parti sütlaçtan bir kaşık alıp tadına bakmak istedim, O da ne! padişah macunu kıvamında, sakızımsı bu nesne yenilir gibi değildi.

- Pirinçler pişmemiş dedim.

- Bir şey olmaz, bu kısmı yenilir dedi ZZ.

- Fakat çok tatlı olmuş, ağda kıvamında bu? Yarısı Beşiktaşlı, kalanı zenci, bu yenilmez artık, bir sürü malzemeyi de heba ettik dediğimde cevaben;

- ''canını sıkma, birazdan bizimkiler gelir, onlara yuttururuz'' dedi.

Bizimkiler dediği, aynı sokakta oturan 3 meslektaşımızdı. Akşam bu arkadaşlar geldi. Salondaki yerlerini aldılar. ZZ, alışık olmadıkları ölçüde gelenleri ağırlamaya başladı, bir taraftan masaya kaşıklar, bardaklar diziyor bir yandan da şakalar yapıyordu.

Misafirler şaşkın, biri birine manalı bakışlar atarak, “ne oldu bu çocuğa doğum günü mü, başına taş mı düştü” diye, yaman bir merak içinde bana soru soran gözlerle bakmaya başladılar. Ben tembihli olduğum için cevap vermekten kaçındıkça, misafirler iyiden iyiye huylanmaya başladılar.

Bu sırada ZZ yüzünde sinsi bir gülücük, elinde ” alacalı“ sütlaçla dolu 4 tabakla içeri girdi. Tabakları masaya dizdiğinde, misafirler işin rengini biraz olsun anlamaya başladılar.

- ''Bu ne ZZ, hayrola bizi zehirlemeye mi karar verdin?'' sorusuna,

- ZZ; ''üzümünü ye bağını sorma'' yanıtını yapıştırdı.

Misafirler hala tedirgindi. Zira, ZZ misafirlerin pekte görmedikleri türden bir ilgi gösteriyordu kendilerine. Durumu açıklamak bana düştü.

Doğal olarak, sütlaç tabakları geldikleri gibi geri gittiler.

Ertesi gün, bir kazan dolusu sütlaç bozuntusu, bu bulamaçtan kurtulmanın bir yolu bulunduğunu anlamıştık. İki poşete doldurduğumuz bu nesneyi alıp, yanı başımızdaki parkın yolunu tuttuk. Parkın içindeki suni gölde, gürültü kıyameti kopararak yüzmekte olan bir sürü kaz ve ördek vardı.

Bu yaratıkların, bir parça yem için yapmayacakları şey yoktu. Elimizdeki poşetleri görür görmez, yanımıza doğru hücuma geçtiler. Daha poşetlerin ağzını açmadan saldırdılar ve poşetleri oracıkta parçaladılar.

Fakat, gagaları bir anda kilitlenmiş gibi açılmaz oldu, kopardıkları ağda kıvamındaki sütlaç gagalarını yapıştırmıştı. Çare olarak, suya dalıp gagaları arasında tuttukları lokmayı suda çözmekte bulan bu zeki yaratıklar, tekrar karaya çıkıp bir lokma daha alıyor ve tekrar suya dalıyorlardı. İki dakika içinde ortada poşet bile kalmamıştı.

Sütlaçtan, ancak böyle kurtulmuştuk.

Not: Bu yazının konusunu başlığını “sütlaç ve kazlar” olarak yazdım, ancak pak içime sinmedi bu. Hem bir oyun olması açısından, hem de bir şeyi başkalarıyla paylaşmak adına bu yazıya;

1- Sütlaçtan Kurtulmak,

2- İsrafın İzalesi,

3- Yiyemeyenin Malını Yerler,

4- Haddini bilmek, ya da

5- Bilmediğin Şeye Burnunu Sokmak,

6- Ve ya, sizin uygun bulacağınız başka bir başlık yazmayı düşünüyorum. Benimle paylaşır mısınız?

Bu arada, Cumhuriyet Bayramınızı yürekten kutluyor, Ülkemiz ve Ülkemizin insanlarına hayırlı olmasını diliyorum.

 
Toplam blog
: 5
: 908
Kayıt tarihi
: 21.09.06
 
 

1952 Kars doğumluyum. TEKEL Genel Müdürlüğü Başmüfettişi ünvanıyla emekli oldum. Bir yıl (1992 -1993..