Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ekim '12

 
Kategori
Magazin
 

Suyu çıkartılan festivallerin içyüzü...

Suyu çıkartılan festivallerin içyüzü...
 

Bu yazıyı ‘Altın Koza’nın ardından yazacaktım aslında.

Öyle ya, açılışındaki gaflarla dolu sunumuyla ortalığı karıştırıp Uluslararası Fuar ve Kongre Merkezi’ndeki özensiz ödül töreniyle göz kamaştıran(!), hemen her dalda çifter çifter dağıtılan ve hak edene verilmeyen ödülleriyle tepki yaratan ‘Altın Koza’ için birkaç söz etmemek olmazdı.

Hele ki, “Bu filmleri kendileri jürilik yapsın diye çektiğimi zanneden gerzeklerden çok sıkıldım artık. Bundan sonra Türk festivallerinde yarışmak yok” diyen Zeki Demirkubuz ile “Edebiyatçı olamamış 50’lik tiplerin sinema yazarı olması var. Kişiselleşmiş bir zavallı saldırganlık ve kadınsı kıskançlık içindeler..." sözleriyle, oyunculuğun değerini rolün süresi ile ölçen sinema yazarlarına tepki gösteren ‘Gözetleme Kulesi’ filminin oyuncusu Laçin Ceylan festivallerle ilgili görüşlerimde ne denli haklı olduğumu ispatlamışken…

Lakin filmden ziyade ‘Belediye’ yarışlarına dönen festivallerden ‘Altın Portakal’ın da ağızlarda bırakacağı tadı beklemeyi tercih ettim.

İyi ki de beklemişim. Böylece bir yazıyla iki ‘altın’ vurmak mümkün oldu.

 

Festivaller Kime Yarar Sağlar?

Malum festivallerimizin, her yıl bir aksiyon yaratması adettendir.

Dolayısıyla ne Altın Koza’nın ödüllerine, ne de Hülya Avşar’dan ibaret hale getirilen Altın Portakal’ın film değerlemelerine değinmeye gerek yok.

Asıl önemli olan maydanozun, yok festivallerin kime yarar sağladığı!

Kime sağlamaz ki…

Mesela bolca eleştiriye hedef olan ve Zeki Demirkubuz’dan sıfatını bulan jüriye… Boru değil bu, jüri!

İcabında, elediği film gider yurt dışında ödül toplar ve Oscar temsilcimiz olur.

İcabında, transparan kıyafetlerle vücut şov yapar…

İcabında, Atilla Dorsay’ın ‘Bir bardak suda fırtına kopartıyorlar’ dediği ‘Derin Düşünce’yi, sanki yurdumuzda ensest rezaleti hiç yaşanmıyormuş gibi, olay yapıp psikologlara izleterek rapor alma merakına kapılır. Jüri üyelerini dış kapının mandalı durumuna sokan bu merakın ardından sütten çıkmış ak kaşık misali ahkâm keser… Yararını da, medyanın gündeminden inmeyerek, madden hisseder.

Jüriler, jüriliklerini uzman görüşleri eşliğinde ededururken festivallerin film galaları da illa ki mini mini elbiseleriyle bacak bacak üstüne atma merakındakiler için büyük reklam fırsatı doğurur. Baldır bacak sergileyip objektiflere poz verilerek selülitli güzellikler, derin dekolteler pervasızca sergilenir. ‘Teşhircilik olgusunu akla getirenler için de uzman raporu gerekir’ dedirten bu sergilemeyle gözlere ne derece ziyafet çekildiği meçhul.

 

Festivaller Siyasiler İçin De Büyük Nimettir…

Programda vazife icabı yapılan rutinler, beraberinde farklı manzaralar doğurur. Konukların çoğu, çook meşgul olduğundan bir avuç kişiyle Anıt’a çelenk konulur, mezarlık ziyareti yapılır… Övgü konuşmalarıyla ‘oylar bize’ havası estirilen ‘kebap’ gecelerdeyse, tekmil konuklarla zevk-ü sefaya dalınır…

Komşu belediyeleri de bu sanatsal seferberlikten nasiplendirmek elzemdir. Maksat gezi olsun.

Festivallerin siyaseten en yararlı kısmı, kortejlerdir.

Sanatçıdan ziyade araçlardan gül atmayı, ‘halkı sevindirme üstünlüğü’ olarak algılayanların doluştuğu kortejler, siyasilerin gövde gösterisine dönüşürken avam taifesine de büyük nimettir. Böylece herkesin gerçek yüzü görülür.

Dans topluluğu gösterilerini izlemek için doluşan kalabalığı, festival kortejine ilgi sananlar, ellerinde kadeh balkondan gül fırlatırken de ‘bulutların üstünde gezme’ ruh halini korurlar.

Kendilerine, aşağıdakilerin arasına karışıp konuşmalara kulak kabartarak ayaklarını yere basmaları şiddetle tavsiye olunur.

Araya ‘Savaşa Hayır’, ‘Derdini Marko Paşa’ya Anlat’ türünden sloganların serpiştirildiği, kadının, ayrımcılığın ve daha pek çok ‘altın kaz’ misali nimetlerinden faydalanmaya müsait konunun ‘tema’ edinildiği festivallerde, himaye edilecek bir eski oyuncuyu öne çıkartmak bilhassa şarttır.  

Himayeye alınmış yetim durumuna sokulan Yeşilçam’ın komedi emektarıyla el ele, kol kola pozlar verilir. Bu manzara karşısında, ‘Lal Gece’den önce neredeydiniz, diye sorsak yeridir… Buralara asla davet edilmeyen sanatçıların akıllara bile düşmediğini hatırlatarak!

Siyasetin sanatla kucaklaştığı festivallerde, sansasyonel Jüri Başkanı’na tek başına ödül verdirilirken davete icabet eden Parti Başkanı’na aynı onurun bahşedilmemesiyse tam bir muamma.

Hangi akla hizmet ettiği belli olmayan bu ayıba gelen eleştirilerin yoğunluğunu vurgulamakta fayda var. Siyasi görüşlerini bilemem ama pek çok izleyici, Altın Portakal töreninde Kemal Kılıçdaroğlu’nun Selçuk Yöntem’le birlikte sahne almasını yadırgamış! Bizden iletmesi.

 

Festivallerin Turist Ömerleri

Gelelim, organizasyoncusundan iletişimcisine, cümlesine nimet olan festivallerin turistlerine…

Kimler çağrılır festivallere? Bunun cevabı çok basit.

Her yıl ihmal edilmeyen aynı sanatçı(!) listesindekiler ve belli kuruluşlardaki şahıslar. Onun ötesinde, festivali düzenleyenlere yakın hatırlı kişiler ve yarışmacılar.

Öyle ki, genelde festival işini üstlenen şirketteki görevlilere hoş görünmeyi gerektiren bu davet işi tam bir adam kayırmacılık ve kimi oluşumların direktifleri doğrultusunda yapılıyormuş havasını yansıtır dışarıdan bakana… Bir de iktidarın akreditasyon ayrımcılığından dem vurulur. Aynı şey değil mi?

Tecavüzcüsü, hapçısı, eskinin yan rol oyuncularından aynı isimleriyle hatır-gönül davetlilerinin aboneliğinde yaşanan festivaller, bu şahıslar için boş boş arz-ı endam edip bedavadan tatil yaşama tatminini gayet güzel yerine getirir.

Oradan oraya koşup haber yapmaya çalışan muhabirler, kameramanlar ikinci sınıf vatandaş muamelesine tabi tutulup kıyıda köşedeki otellere atılırken boş işlerden sorumlu pek çoklarını en lüks yerlerde konaklatmayı ilke edinen festivallerde yabancı konuklar da bir âlemdir.

Sanat ayağına teşrif edenler içki kadehlerinde kaybolup çevre gezileri yapmaya meraklı olduklarından ortalıkta çok görünmezler. Ancak özel durumlarda kendilerine rastlanır. Kısacası onlar için de festival demek, ‘turistik keyif’ demektir.

Tabi, yerlisiyle yabancısıyla tüm bu kadrolu turistik keyiflerin bedelinin halkın cebinden çıktığını, sanat aşkıyla yanıp tutuşanlar hiç düşünmez.

 

Uluslararası Nire, Festivallerimiz Nireee…

Koza’sından Portakal’ına, sunucu acemiliği başta olmak üzere düzgün bir organizasyonu beceremeyenler…

Sinema kamuflajıyla gövde gösterisi yapmayı, ortamın getirisinden alabildiğine yararlanmayı, sanatı magazine indirgeyip şımarıklık ve ukalalıkların sergilenmesine çanak tutmayı ‘uluslararası’ marifet sayanlar…

Bunların tamamı, üç beş yabancıyla ‘uluslararası’ boyuta taşınan ‘yarar’ çarkının nimetlerinden nasiplenenler.  

Beş liraya film biletiyle övünenlere tavsiyem, 10 milyon bedava biletin dağıtıldığı Londra Festivali’ndeki kültür-sanat anlayışını örnek almaları…

Ve filmlerin aşk, komedi, tartışma, gerilim gibi gruplandırılarak sunulduğu; Sundance, Cannes, Venedik, Toronto festivallerinde dikkat çekenlerin katıldığı, festivallerin festivali ‘56. Londra Film Festivali’nin uluslararası boyutundaki anlayışa odaklanmaları.

Bunca kıyametin kopartıldığı, filmlerin değil de ‘jürinin festivali’ haline getirilen festivallerimizde, yetenekli jürilerimizin seçtiklerinden hangisinin ‘festivallerin festivali’nde yer aldığını da düşünmek lazım.

Neyse ki, Ben Affleck’in İstanbul’da çektiği ‘Argo’ Londra Film Festivali’nde gala filmi oldu da...

Ödül alanının bile şok yaşadığı, çoğunun iki lafı toparlayıp konuşamadığı, kayırmacı zihniyetin ve siyasetin hâkimiyetindeki festivalcilerimize geçmiş olsun. Üç maymunu oynayanlara da yazıklar olsun...

 

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..