- Kategori
- Güncel
Suyu çıktı bu işin
Artık gına geldi her yıl oynanan oyundan. Oylansa ne olur, oylanmasa ne olur. Ne tarihe tanıklık açısından, ne de siyasal konjonktür açısından, içeriği sıfırlanmış olan bir sava dönüştü Ermeni soy kırımı tasarısı.
Amerika da idareyi maslahatçılık yapmaktadır. Komisyonlarda kabul. Temsilciler meclisi genel kurulunda ret. Tavşana kaç, tazıya tut misali gibi bir şey. Bu konudaki görüşlerimi “Tarihi Olayların Değerlendirilmesi” başlıklı yazımda açıklamıştım bir yıl önce. Savım, doksan yıl önce yaşanılan cehalettin, bugün konuşulmasının bile bir anlam taşımadığı ilkesidir. O kavga, bugünkü neslin şiddetle ret ettiği bir olaydır.
Anlamsız oylamanın üzerinde durmayacağım. Bazen tuhaf duygulara kapılarak düşünüyorum. Yaradanın beni yarattığı dişi ve erkek spermaları, arkadaşımın annesinin rahminde döllendirilmiş olsa idi, ben ne olarak doğacaktım. Düşündükçe, dünyaya insan olarak gelen canlının, başka adlarla anılmasının yersizliğini vurgulayabilmeliyiz. İnsanı, içinde yetiştiği toprakların kültürü ile yoğrulan canlı varlık olarak kabullenmenin ve evrensel kültürün bir parçası olarak görülmenin zamanının geldiğini söylemeliyiz.
Biri okul arkadaşım, diğeri ülke sevdalısı, bir şair. Doğduğumuz yer, Malatya’nın Arapgir ilçesi. Kırk senedir birbirimiz görmüyoruz. Kullandığımız sözcükler ortak, duygular ortak. Gönüllerimiz konuşuyor bizlerin. Bazen telefonda, dakikalarca şiirden edebiyattan konuşuyoruz, yaşadığımız coğrafyanın bitkilerinden, sokaklarından, dağlarından dem vurarak. Türkülerimizi mırıldanıyoruz birbirimize. Geçmişi anımsarken, yaşamımızdan kesitleri aktardıkça, birlikte üzülüyoruz, birlikte mutluluk tümcelerini sıralıyoruz.
Kim olduklarını mı soruyorsunuz? Ülkemin insanı, birlikte yaşadığımız Ermeni kardeşlerim Jinever Kürkçüoğlu ve Kirkor Yeteroğlu. Jinever ortaokul arkadaşım, kardeş diye seslenirdik bir birimize. Öğretmen oldu, yüzlerce çocuk yetiştirdi bu ülkeye. Kirkor, kuyumculuk mesleğini yürütürken duygularını dizeye döktü, çeşitli dergilerde şiirleri yayınlandı. Yetiştiği toprakların aşkı ile yaşıyor, kültürüyle yoğruluyordu. “Kırık Düven Eski Türkü Dedem” adlı şiirinde yaşamını ve yöresini çok güzel betimlemiştir.
Son yaprağıydı ağacın
Gövdesinde onulmaz sızı.
Bin dokuz yüz üçte baktı dünyaya
Göçüşü ilk haziranı ikinci binyılın
Omzunda taşımıştı çocukluğumu
Geçerken karasu ırmağını
Kanatlarında boy vermiş
Gençliğim keven…
Kızgın öğlen güneşi
Öterdi ardıçkuşu
Hayatı derin yarıklarda.
Yaşanılan toprakların, bundan güzel anlatımı olur mu? Keven sözcüğünün yaşamdaki anlamını, o bölgedeki insanlar bilir. Hayvanları otlatırken, lastik ayakkabılarımızın yırtıklarından, kaç kez keven dikenleri batmıştır ayaklarımıza. Kenger kesi de(Dikeni) öyle. Keven çıkarırken yere yuvarlanmanın zevki de bir başkadır.
Hayvanlarımız için önemli bir besin maddesi olan keven için, türkü bile söylenmiştir yöremizin sanatçıları tarafından.
Kevengin yollarında
Çimeydim göllerinde
İlik düğme olaydım.
O yarin kollarında
Kevengin tütsülenmesi sırasında çıkan kokuya bayılırım. Herkese, ballandıra balandıra anlatırım. Kengerin sakızı çok güzeldir. Körpe iken, kökünü yemeye doyum olmaz. Ya ışkın otu. Ekşi olduğu için, öğlenin sıcağında susuzluğumuzu gideren bir dağ sebzesidir.
Bu duygularla yaşayan insanlar için, oylamanın bir önemi var mı diye düşündüm. 8.03.2010