Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tablodaki masal

Tablodaki masal
 

Dün gece yazı yazmaya çalışıp kâğıtları anlamsız cümlelerle doldururken, gökyüzünde özgürce uçan bir martıya takıldı gözlerim. Öyle güzel anlattı ki denizi, sessizce dinlemek kaldı bana. Bu haftaki yazımda martının masalını yazmak istedim bende.

Evren görebildiğimiz sürece bize eşsiz güzellikler sunar. Önünden öylesine geçip gittiğimiz pek çok şeyin bir hikâyesi vardır aslında. Kimisi hepsine arkasını dönerken kimisi de benim gibi denizi katar hikâyelerine. O kadar çok sever ki onun deli dalgalarını bir şehre tutsak kalması bile acıtır canını. Yıllardır deniz deyince aklıma onun kayalıklara olan o eşsiz ve divane aşkı gelir. Son zamanlarda soruyorum sessizce “deniz hiç büyümez mi? Onun da değişmez mi doğruları, aşkları, düşleri…” Belki de kayalıklar umutlarını yitirmiş, hareket etmekten vazgeçmiş ve düşlere inanmayan sıkıcı imgelerdirler. Dolunaysa vazgeçmiştir denizin aşkından. Onun her daim yüzünü dönebileceği yıldızları, parıltılı ışıkları vardır ne de olsa. İçine zehir katmak varken neden sevsin ki dalgalarını yitirmiş denizi. Uğraşamaz şimdi onun dalgalarını kıyılara vurdurmakla. Oysa martı hiç bırakmaz denizi, asırlardır her yolculuğunda uğrar onun göklerine. Denizin fark etmese de en iyi dostudur hep martı. Üstelik onda deniz de olmayan bir şey de vardır; uzaklara gidebilme gücü, korkulanı yapabilme yetisi vardır. Deniz gökyüzüne doğru bakar ve martının gösterişli kanat çırpışına dalar gider. Der ki “o ne kadar da asil”. Hiçbir zaman teslim olmaz çünkü martı. Uzak diyarlara gidebilir, başka denizlerin üstünde dans edebilir. Dönüp dolaşıp denizine dönecektir belki ama deniz yine de bir parçası olup, aynı zamanda da olamayan martıya dalgın dalgın bakmaktadır. Deniz, gözlerini uzak diyarlara çevirip martının salınışına bakakalsa da dalgasız bir şafak vakti, martı bambaşka bir ruhla uçmaktadır bugün gökyüzünde.

Martı der ki; “Çok az konarım senin üstüne. Oysaki bilirsin ben en iyi seni tanır ve en çok seni severim. Korkarım aslında konduğum denizin benim denizim olmama ihtimalinden. Bu yüzdendir uzak diyarlara uçuşlarım. Başka diyarların şarkılarında dans edişlerim”. Martı da bilir aslında en güzel tablonun deli dalgalar üstünde sörf yapan bir martının resmedildiği tablo olduğunu. Köpükler onların masallarıdırlar çünkü. Belki de masalın en güzel anı da burada başlar. Zıtlıklar birbirini bu tabloda tamamlar. Şimdi deniz için dalgalarını yükseklere savurma vaktidir. Uçmayı ve dans etmeyi öğrenmeye ihtiyacı vardır. Martınınsa aynı sularda kanat çırpmaya duyduğu derin bir özlemi… Çünkü o da bilir ki sürüden ayrılabildiği takdirde özgürdür.

Şimdi çalan şarkı eski diyarlardan bir egzotik koku getirir gibi dünyaya. Masal bu ya martı göklere özgürlüğünü kanıtlamış. Böylece ihtiyacı kalmamış uzak diyarlara yalnız başına gitmeye. Üstelik buzsuz bir dansa da fazlasıyla kendini kaptırmış. Denizse tinsel bir müziğin egzotik dansını yapmayı, kayalıkları ufaltmaktan çok daha etkili bulmuş. Sadece görebilenlere gözüken bu eşsiz resmin içinde yalnızca masallara inananların görebileceği düşsel bir resim saklı. Bestelenmiş en güzel şarkının tüm notalara inat özgürce yinelendiği, hiç denenmemiş dansların edildiği bu büyülü koyda yaşayan martı ve deniz, yüzleri insanlara dönük, şarkıları az paylaşılır bir cennet tablosu çizerler. Kim bilir hangi asrın kaçıncı çeyreğinde birileri bu masalın tablosunu bulur? Hangi şehrin kaç bin sayıdaki insanı bu tabloyu görüp her deniz kenarına geldiklerinde bu eşsiz dans için bir şarkı söylerler? Kim bilir belki de siz onlardan birisinizdir. Bakmak lazım…

 
Toplam blog
: 18
: 984
Kayıt tarihi
: 14.04.07
 
 

Yazmak uzun soluklu bir süreç bende; tarihini hatırlamadığım kadar küçükken başlayan, asla vazgeç..