Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Kasım '08

 
Kategori
Güncel
 

Tabu mu sevgi mi?

Tabu mu sevgi mi?
 

sevgi seli


Mustafa’yı henüz izleme şansım olmadı. Günlerdir gidenlerin tepkilerini okuyor ve dinliyorum. Başta iki oğlum olmak üzere, pek çok güvendiğim insanın olumsuz tepkilerine rağmen, kendi izlemediğim bir film hakkında bir şey yazmak istemedim şu ana kadar.

İki oğlum filmi gördükleri andan itibaren, her konusu açıldığında; “çok fena anne, çok fena" diye ortalıkta dolanıp duruyorlar. Objektif görüşlerindeki samimiyete inandığım blog yazarı arkadaşlarım, filmi izleyen pek çok sevgili dostlarım son derece rahatsız görünüyorlar. Yine de kendim izlemeden bir şey söylemem söz konusu olamaz. Aslında sabırsızlanıyorum da izlemek için ama şu ara sinemaya gitme fırsatım olmadı. Korsanı, CD si DVD si falan da daha piyasaya çıkmadı. Bu yüzden filmin içeriği ile ilgili değil yazacaklarım…

Mustafa gündemin ortasında balon gibi patlayıp herkesi şaşkına çeviren bir film. O kadar şaşıran şaşırana ki filmin sahibi Can Dündar bile epeyce hayret etmiş olanlara. Hürriyet’in Pazar ekinde Ayşe Armanla bir söyleşisi yayımlandı

Diyor ki;

Tabu neymiş şimdi anladım.

Aşağıdaki yazım, Mustafa filminden çok, bu söyleşide takıldığım noktalarla ilgili olacak.

Söyleşinin ilk sorusu, belgeye dayanan her şey belgesel midir?

Dündar bu soruyu sormayı bile çok cahilce bulmuş. Bu zaten yıllardır tartışılası bir konuymuş. Belgesel subjektif olabilirmiş ona göre. Yani elimize Albert Einstein’ın şu meşhur dil çıkaran fotoğrafını alıp, buğulu bir sesle;

-Bu adam kafasında hunisi eksik bir geri zekalıdır. Ahanda işte bu da belgesi. Bakınız resim 1) A… diyebilirmişiz.

Kendisini eleştiren köşe yazarlarına da epey şaşırmış, hatta kızmış. Diyor ki beni eleştirmesinler, onlar da kalkıp daha iyi bir Atatürk filmi yapsınlar.

E oldu…! Ben de hastamın etkisinden memnun kalmadığı bir ilaç falan verirsem, hastaya geç tezgaha daha iyisini sen bul diyeyim..:))

Oysa herkes işini yapıyor. O filmini yapıyor, eleştirmenler de eleştirilerini. Onun subjektif bir belgesel yapmaya hakkı var ama hiç kimsenin objektif bile eleştiriye hakkı yok.

Sayın Dündar filme yapılan eleştirileri haksız buluyor. Anlatmak istediğinin, çıkarılan sonuçlarla ilgisi olmadığını savunuyor. Filmi izlemediğim için onun yarattığı Atatürk figürünün ne kadar budanıp vasatlaştırılmış yada yüceltilmiş olduğunu bilmiyorum. Ancak kendisi;

-“ Budana budana vasat bir figür kalmış. Benim isyanım buna. Yazık günah adama. Ama anlaşılan bunları çok iyi anlatamamışım filmde.”

diyerek bizim şu ana kadar tanıdığımız Atatürk portresini vasat bulduğunu, kendi yarattığı portrenin daha iyi bir portre olduğunu savunuyor

Ve yine

-“ Özel hayatını anlattığımız söyleniyor, ama aslında film onu anlatmıyor. Başka bir mücadele var Atatürk'ün hayatında, ben onu fark ettim ama gelen tepkilere bakıyorum da filme çok yedirememişim.”

-“ Demek ki becerememişim”

gibi cümlelerle sanki biraz da günah çıkarıyor.

Ben Can Dündar’ın yeteneğine kendisinden fazla güveniyorum. Ne anlatmak isterse onu anlatabilecek yetenekte bir araştırmacı gazeteci olduğunu düşünüyorum. Hele de onda, o buğulu ses ve o romantik anlatım biçimi varken, başarısızlık ihtimalini sıfıra yakın buluyor, dilediğini anlatabilme başarısını da tamamen teslim ediyorum.

Zaten kendisi de söyleşinin devamında ;

-“Haklısın. Belki de tamamen bunun üzerine bir film yapmalıydım. Ama sen de kabul et ki bu kolay bir mesaj değil”

diyerek asıl vermek istediği mesajın filmini yapamadığını değil, bu mesajdan çekindiği için yapmadığını ifade ediyor.

Söz ettiği mesaj neydi derseniz Can Dündar buna;

-"İktidarı, gökyüzünden yeryüzüne indirme meselesi."

diyor.

Yani daha basit bir anlatımla özet olarak laiklik.

Yani Atatürk’ün meclis kürsüsünden o tarihte söylemeye cesaret ettiği;

-“"Biz ilhamlarımızı gökten değil, yeryüzünden alıyoruz, bizim ilkelerimiz gökten indiği sanılan kitapların dogmalarıyla bir tutulmamalıdır"

cümlesindeki mesajı vermek o kadar da kolay değilmiş. En azından Mustafa’nın insan (!) yönünü anlatmak kadar kolay değilmiş Can Dündar için.

Yine aynı söyleşiden anlıyoruz ki; Biz bugüne dek Atatürk’ün içki ve sigara içtiğini, boyunun çok uzun olmadığı, sesinin kalın olmadığını bilmiyormuşuz. Belki belki İlber Ortaylı bilirmiş ama çoğumuz yeni duymuşuz..:))

Bir arkadaşının oğlu demiş ki "Atatürk gibi ben de karanlıktan korkuyorum. Demek bu anormal bir şey değil..."

Evet bir çocuğun karanlıktan korkması anormal bir şey değil. Ama burada çocuk Atatürk’e değil Atatürk çocuğa yaklaştırılıyor sanki.

Ve biz bugüne kadar tanıdığımız Atatürk’ü sıkıcı buluyormuşuz. Bu zayıflıklarını öğrenince kendimize daha yakın hissedip daha çok sevecekmişiz.

Hem sonra Kennedy ile Napolyon ile ilgili yapılmış böyle çoook filmler varmış. Ama bilmiyoruz tabi bu liderler, o filmler yüzünden daha çok sevilmişler mi? Can Dündar burayı es geçmiş.

Söyleşinin en sonunda Ayşe Arman şöyle soruyor;

-Said-i Nursi belgeseli için Fethullah Gülen'den para mı aldınız?

-Hay Allah, ne feci laflar bunlar! diyor Sayın Dündar

Sonra devam ediyor;

-Mümkün mü böyle bir şey? Benim yazılarıma bak, Fethullah Gülen-Amerikan ilişkisi üzerine en az on tane yazım vardır. Ayıplamaz mı insanlar? Bu soru bile ne kadar ağır geliyor. Elbette böyle bir şey yok

diyor

Ve devamında da

-Said-i Nursi'yle ilgileniyorum çünkü merak ediyorum.

diye de ekliyor.

Filmle ilgili beğenilerimi ve itirazlarımı filmi izledikten sonra yazabilirim. Ancak Can Dündar’ın bu söyleşideki söylemlerinden bazılarına oldukça ciddi itirazlarım var.

Bir kere Atatürk’ü üstün insan olarak kabul etmeyi hiç de sakıncalı bulmuyorum. Tanrı, put, ilahi varlık DEĞİL, üstün İNSAN olarak tanımlıyorum onu… Bunun tuhaf bir yanı yok. O hakkını bütün dünyanın teslim ettiği bir DÂHİ sonuçta. Kaldı ki; sanat yanı benden çoook üstün olan Sezen Aksu’nun bu anlamda benden üstün olduğunu ya da ne biliyim ünlü bir atletin, sporcu yanının üstünlüğünü bile kabul ediyorum. Dünyanın hakkını teslim ettiği bir dâhiyi mi, devlet adamlığı, devrimciliği, komutanlığı konusunda üstün insan kabul etmeyeceğim?

Ayrıca Atatürk’ün bugüne dek bize öğretilmiş şekliyle sıkıcı olduğu söylemine hiç de katılmıyorum.. Her sabah sınıfa girdiğimde karşımda gördüğüm o aydınlık yüzlü fotoğrafı asla dayatma olarak kabul etmedim. Görüntüsü her zaman bana aydınlık geldi, içimi ferahlattı, onu gördükçe, bilinçaltımda bir İNSAN ın neleri başarabileceği fikri içimin umutlarını kabarttı. Fotoğraflarını o zaman da çok severdim, şimdi de çok severek ve isteyerek eczaneme asıyorum.

Can Dündar’ın insanların üzerinde bu kadar negatif elektrik oluşturmayı başarabilecek bir Mustafa filmi çekebilirken, Atatürk’ün “iktidarı gökten yere indirmek” söyleminin altını çizen bir filme cesaret edememesine ve “kabul et ki kolay bir mesaj değil bu” demesine gerçekten çok ama çok şaşırdım. Hani hiçbir şey tabu olmamalıydı da, hani her şey didik didik didiklenebilmeliydi? Demek laiklik ilkesinin altını çizmek ve göksel yönetim anlayışını didiklemek Mustafa’yı didiklemekten daha zormuş Sayın Dündar için. Asıl tabuları farklı Dündar'ın.

Bir de genel olarak İNSAN yanı, İNSAN yanı diye tutturulmuş bir söylem var. Bir insanın insan yanı sadece hüznü, yalnızlığı, zaaflarımıdır. Başarıları, zekâsı, mutlulukları hatta kahramanlıkları insan yanı değil de ne yanıdır?

Ama Can Dündar’ın asla anlamadığı şey bunlar değil. Ben bunların çoğunu bilerek ve isteyerek söylediği ve yaptığı kanısındayım. En çok ama en çok TABU sözcüğüne takıldım ben.

- Tabu neymiş şimdi anladım

diyor.

Bence hiçbir şey anlamamışsınız Sayın Dündar.

Tabu sandığınız o şey SEVGİ. Ne komplo teorisi, ne bize öğretilmiş sıkıcı tabular gibi karmaşık bir şey bu. Bu tepkinin nedeni çok çook basit birşey. Bir milletin, bütün yeteneklerini milletine adamış bir dâhiye olan SEVGİ si, MİNNET i, VEFA sı.

Can Dündar’ı, hatta büyüklüğü anlamında biraz da beni şaşırtan bu güç asla TABU değil. Belki ölümünden sonraki ilk yıllar için saklanmış bazı belgeler olabilir ama ben Atatürk’ün ilk gülen resmini bir 29 ekim sabahı Cumhuriyet Gazetesinde yarım sayfa boyunda göreli en az yirmi yıl oluyor neredeyse. Biz bilmiyor muyduk bunca zaman içkisini, sigarasını, boyunu posunu, sesini? Elbette biliyor ve olduğu biçimiyle bağrımıza basıyorduk. Sayın Dündar’ın anlattığı yeni bir şey yok. Gösterilen tepkinin nedeni bunları bilmeyişimiz değil, sadece zayıf yanlarını bir araya getirerek bir imaj sarsılması yaratılması ve bir milletin minnet duyduğu Ata’sını iyi güzel yanlarıyla hatırlamak istemesi. Benim dedemin zayıf yanlarını gösteren bir film çekilse benim sevgi dolu tepkimden farklı bir şey değil. Bu bir sahip çıkma, bu milletin Atatürk’ ü ne kadar içselleştirmiş olduğunun bir yansıması.

Bu filmi görmeden, sadece yansımalarıyla bile sevdim aslında. Minnet, sevgi vefa konusunda ulusuma olan güvenimi ve umutlarımı tazeledi..:))

 
Toplam blog
: 54
: 1158
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

7 Ocak 1960... Hayatın öğrettiği herşeyi okumak ve yazmak için buradayım.....