Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Mart '21

 
Kategori
Anılar
 

TAKIM ELBİSENİZ

2010 sonrasında bir meslek dalının yıldızı öyle parlamıştı, parlatılmıştı ki insanlar bir umut peşinde koşuyorlar, haberlerde söz konusu işi yapan kişilerin kazanacağı paralardan abartılarak bahsediliyordu.

Tabi işin içine girmeden bilemezsiniz? Genelde kanallar haber verirler ama gerçek çoğu zaman çok başka olabilir.

Neydi o meslek dalı; hatırlayın: “İş Güvenliği Uzmanlığı” idi. Her yerde açılan hazırlama kursları vardı. İnsanlar kurslara yazılıyor sonrasında sınava giriyor, sınavda başarılı olanlar ise C sınıfından başlamak üzere uzman sıfatına haiz olmuş birer uzman olarak sahada kendilerine gelecek teklifleri bekliyor olma hayaliyle yanıp tutuşuyorlardı.

Sözü uzatmayalım ben de söz konusu kurslara gittim önce C sonra da yükseltme sınavına girerek A sınıfı belge almaya hak kazandım…

Kamuda çalışan birinin özel sektöre hizmet vermesi pek olanaklı değildi tabi bize teklifler gelmedi. Nitekim yine de bazı teklifler yapıldı. Bunlar günlük saatlik seminerler şeklinde olabiliyordu. Yine bu seminerlerden birinde bizi davet eden eğitim kurumu yetkilisi arkadaş; “burada fazla zamanımız yok, öyle ki işçiler için bir saatlik izin alınabilmiş, dolayısıyla zaman yok, sen de süreyi fazla uzatma sakın” diye tembih edip duruyordu.

Bir saatte seminer sadece sohbet olabilirdi. Ya da bir hikâye anlatılabilir biraz sohbet edilebilirdi. Koskoca eğitim öyle bir saate sığar mıydı? Beni bir düşüncedir almıştı. Geldiğime pişman olmuştum doğrusu.

Seminer başladı ve ben işçilere işçiler de meraklı gözlerle bana bakıyorlardı. Söze “arkadaşlar aslında süre çok kısıtlı ve sizlere de benim bu kadar kısa sürede bu konuyu enine boyuna anlatmam imkânsız ama bundan sonra elinizden geldiğince kendinizin gerek iş güvenliği gerekse ilk yardım eğitimlerine gereken önemi göstermenizin yararınıza olacağını önemle belirtmek isterim.” Şeklinde bir giriş yaptım.

Beni davet eden arkadaş “hızlan, hızlan” dercesine gözümün içine bakıyordu.

“Arkadaşlar bu kadar sürede benim size tüm kuralları anlatmam, bu konuyla ilgili tüm bildiklerimi aktarmam imkânsız ama ben yine de elimden geleni yapmaya çalışayım.”

Arkadaş hala gözlerime bakıyordu. “Hızlan uzatma!”  “İçimden tövbe, tövbe, nereden geldim ben buraya.”

Şimdi bu kadar yolu gelip size bir şey anlatmamak da olmaz en doğrusu ben size yaşanmış bir olay anlatayım.

“Zonguldak’ta üç arkadaş sahilde yürürken içlerinden birisi diyor ki ya arkadaşlar ben takım elbise almak istiyorum benimle gelip bana yardımcı olur musunuz? Arkadaşları elbette deyip, dalıyorlar sahile paralel ana caddedeki Sarar mağazasına.”

“Arkadaşları bir takım elbise almak isterken gaza gelmiş olmalı ki bir tane daha alıyor. Kravat gömlek ayakkabı kemer her şeyiyle tastamam olan tam iki tane takım elbise alıp çıkıyorlar mağazadan.”

“Aradan zaman geçiyor arkadaşlar takım elbise alan arkadaşlarının aldığı takımları niye giymediğini soruyorlar.”

“Bazıları vardır, yeni aldıkları eşyalara bir türlü kıyamazlar.  Arkadaşları da ne derlerse desinler yeni takım elbise alan arkadaşlarına takımları giydiremiyorlar. Bazen tabi sürekli spor kıyafetle gezmeye alışmış birine takım elbise giydirmek, onu sokak ortasında gelinlikle gezdirmek gibidir. Bir genç kız gelin olmadığı halde gelinlikle dolaşmak ister mi? Doğrusu bilemiyorum. Bunu kızlara sormak lazım.”

“İşçiler bu hikâyenin sonunda ne olacak, bizimle ne alakası var dercesine soran gözlerle bana bakıyorlardı.”

Bense devam ettim:

“Bu iki arkadaş ne yaptıysa, neler dedilerse ne diller döktülerse arkadaşları bir türlü takımların birini dahi giyip sokakta dolaşmıyor.”

“Efendim bu ben diyeyim altı ay, siz deyin üç ay böyle devam ediyor.  Adam Nuh diyor Peygamber demiyor. Giymiyor, giymiyor.”

“Gel zaman git zaman bu takım elbise alıp da giymeyen adam bir kalp krizi geçirip ölüveriyor. Tabi arkadaşlarının ölümüne çok üzülen iki arkadaş defin, cenaze derken ailenin acısına ortak oluyorlar ama bir yandan arkadaşlarının acısı belleklerinde dururken normal hayatlarına devam ediyorlar.”

“Yine böyle zamanlardan biri eskiden üç arkadaş olarak çay içtikleri sahildeki çay bahçelerinden birinde otururken, dikkatlerini uzaktan gelen bir çift çekiyor. Biraz daha dikkatli bakınca bayanı tanıyorlar. Erkeğin koluna girmiş kendilerine doğru yaklaşan çiftin merhum arkadaşlarının eşi olduğunu görüyorlar. Ancak yanındaki erkeği tanımıyorlar, erkek pek tanıdık değil de tanıdık olan bir şey daha var!”

“İşçiler meraklı gözlerle bakmaya devam ediyorlar…”

“Bilin bakalım bu tanıdık şey nedir diye soruyorum?”

İşçiler yine cevap vermiyorlar ama meraklandıklarını gözlerinden anlıyorum.  Onların yerine ben cevap veriyorum.

“Ne olacak merhum arkadaşlarının beğenerek aldığı takım elbiselerden birincisi.”

“Değerli arkadaşlar, bu hikâye gerçektir ve yaşanmıştır. Bu hikâye bizzat olayı yaşayan merhumun arkadaşlarından birisi tarafından anlatılmıştır. Ben de size anlattım.”

“Şimdi sizler her gün evinizden çıkıyorsunuz ve işe geliyorsunuz. Yaptığınız bu işlerde hayatınızdan daha önemli ne olabilir? Cevabı hiçtir. Bu işinizi savsaklayın demek de değildir ama dikkatli olmanız ve eve sağ salim geri dönmeyi başarmanız halinde yepyeni takım elbiseleriniz sizin sırtınızda eskiyebilecektir.”

“İşçilere son uyarıyı çok şiddetli bir şekilde yapmam ve oradan hızla ayrılmam gerekiyordu.”

“Aksi halde takım elbisenizi başkaları giyer.”

İşçiler itiraz etmek istiyorlardı. Hatta içlerinden bazıları bu çok ağır oldu, falan demeye başlamıştı ki işçiler kendine geldiğinde biz arabaya binmiş dönüş yolundaydık.

 

https://www.youtube.com/watch?v=mYQKhL8mbXU&list=PLtSXrLrYlAL5qcpdK26bmxGQ1PUoJqJB2&index=4

 

 
Toplam blog
: 2271
: 163
Kayıt tarihi
: 15.10.14
 
 

Bugünün doğrusu yarının eğrisi, dost görünenler düşman ve herşey aslında zıddı olabilir. Büyük ih..