Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Haziran '06

 
Kategori
Mizah
 

Takıntılar

Bilim adamları “obsesif” diyorlar. Türkçe meali “takıntılı” oluyor olsa gerek. Yani, bir şeylere hastalık boyutunda takıntı yapan kişi filan gibi bir şey… Peki bir şeylere takmak ne zamana kadar normal, ne zamandan sonra bir hastalık hali? Hatta bir şeylere takmanın bizzat kendisi normal bir şey mi?
Okuldayken, “Hoca bana taktı” cinsinden bir şey de değil bu takıntı mevzuu. Normal insanların (Neye ve kime göre normal?) dert etmediği şeyleri dünyanın en önemli sorunu haline getirme becerisinden(!) bahsediyorum. Herkesin şu veya bu şekilde takıntılı olduğu bir şey vardır. Birisi çıkıp, takıntısını söyleyince, hangimiz “Aaaa? Ben de öyleyim vallahi!..” demeyiz ki?

* * *Geçtiğimiz yıllarda bir televizyon programında izlemiştim. Müjdat Gezen’in simetri takıntısı varmış. Savaş Dinçel bir gece Müjdat Gezen’in evine gelmiş. Geç saatlere kadar oturmuşlar, sohbet, şamata, gırgır v.s… Savaş Dinçel’in aklına bir fırlamalık yapmak gelmiş. Sabah karşı giderken, pencerenin önüne gelmiş ve karşıdaki camii göstererek, “Müjdat” demiş, “Bu camiin minaresi eğri valla!.. Sence de öyle değil mi?..” Sonra da çıkmış gitmiş. Müjdat Gezen uyuyamamış, sabaha kadar camiin minaresine bakmış, gerçekten eğri mi diye.
* * *Çamaşır asarken, çamaşırın rengine göre mandal kullanan bayanlar olduğunu biliyor muydunuz?... Hatta bazı bayanların, tuttuğu takımın rengine göre de mandal seçtiklerini?... Mesela Galatasaray’ı tutuyorsa, sarı bir çamaşırı lacivert veya mavi
mandalla asmamaya özen gösterdiğini; Fenerbahçeli ise sarı çamaşırla kırmızı mandalın asla buluşmadığını?...

* * *Benim odamda bir dolap vardır. Sigaralarım o dolapta durur. Sefa’nın sigarası bittiğinde gelir, bu sigaralardan alır. Giderken de her seferinde dolabın kapağını açık bırakır. Açtığı bir kapağı tekrardan kapatmamak onun için normal bir durumdur. Benim için ise o kapak her zaman kapalı durmalıdır. Tartışırız her zaman. Sefa, “Olum dolabın içinde sigaradan başka bir şey yok. Açık dursa n’olur, kapalı dursa n’olur?” der. Neden o kapağın kapalı olmasını istediğime anlam veremez.
Dolap ve masa çekmecelerinin az ya da çok dışarıda kalması da beni rahatsız eder. Çekmeceler, yerine iyice oturana kadar iteklenmeli, kenarından köşesinden kağıt, bez v.s. sarkmamalıdır!
Bu durum bir takıntı mıdır bilmiyorum. “Ben tertibi, düzeni severim arkadaş!” deyip işin içinden sıyrılabilirim aslında ama… Sürekli dolap kapaklarını, masa çekmecelerini kontrol etmek, gözünü onların üzerinden ayırmamak da pek normal bir şey olmasa gerek!
Hadi, takıntı olduğunu kabul edelim… Peki hastalık mıdır? Psikiyatriste gitmem gerekebilir mi?
Bilmem ki!
* * *Aramızda kalmak koşulu ile bizim Sefa’nın bir takıntısını anlatayım size. Galatasaray’ın iddialı, önemli, kritik maçları, Sefa’nın en stresli olduğu zamanlardır. Maçı pür dikkat izler, gözünü ekrandan ayırmaz, adeta ekranın bir parçası olur. Böyle maçlarda Galatasaray bir gol attıysa… Sefa için o an her şey durur, donar, sabitlenir. Bardağındaki çay yarımsa bir yudum daha almaz, yenisini doldurmaz; yemek yiyorsa bırakır, çatalını bıçağını değdirmez; koltukta uzandıysa, asla kalkıp oturmaz, yatmaya devam eder… V.s. v.s. Yani, bir şeylerin değişmesi, o andan daha farklı hale gelmesi durumunda uğurun bozulacağına ve Galatasaray’ın yenileceğine inanır. Kendisine, “Öyle saçma şey mi olur olum. Ne alakası var?” diye takıldığımızda, “Pisipisine kaybettiğimiz maçların neden gittiğini sanıyorsunuz? Falanca maçta dayanamayıp kebabımdan bir yudum almıştım… Filanca maçta garson bardağımı almıştı… Öteki maçta oturduğum koltuğu değiştirmiştim… Beriki maçta şu oldu, bu oldu…” diye ciddi ciddi anlatır.
* * *Takıntı deyince… Sizin de kafanızın takıldığı oluyor mu, “Acaba bende de böyle haller var mı?” diye?... Siz ne durumdasınız?
Meselaaaa… Yoldan geçen arabaların plakaları zihninizi meşgul ediyor mu? Hiç, “Nasıl yani?” demeyin boş yere!.. Siz çok iyi biliyorsunuz ne demek istediğimi!..
“AS… Aaa… Aylin-Salim… Bizim isimlerimizin baş harfleri değil mi sevgilim!...”“963… Benim doğum yılım!...”“248… İki kere dört sekiz eder…”“453… Başında bir rakamı olsaydı İstanbul’un fetih tarihi olacaktı…”
Evet… İtiraf edin… Araba plakaları üzerinde bu tip zihin jimnastikleri yapıyorsunuz değil mi?<ımg src="http://www.acilibirbucuk.com/foto/takinti2.jpg" align="right" border="0">
Ya da… Arabanızın kilometre sayacındaki rakamları çaktırmadan izliyorsunuz… “112233… 110011… 008800 gibi simetrik sayılar… 140868 (Doğum gününüz)… 310891 (Evlilik yıldönümünüz)… 280584 (Çocuğunuzun doğum günü)…” Bu tip rakam dizilerini kaçırmamaya çalışıyorsunuz…
* * *Rakamlarla bu tip ilişkileri cep telefonunuzun saatinde filan da kuruyorsunuzdur eminim!...
Saatin 11:11 veya 22:22 olduğu görüntüyü yakaladığınız zaman heyecanlanıyor musunuz? Hele bir de… Takvimi de böyle simetrik rakamlarla yakaladıysanız… Deymeyin keyfinize gitsin değil mi? Düşünebiliyor musunuz, 2011 yılının 11 Kasımında, saatin 11:11:11’i gösterdiği andaki şöleni!
“11-11-11 – 11:11:11”
Bu anı sabırla bekleyenler, dünyanın en kısa takıntı şölenine tanık olacaklar. Çünkü sadece 1 saniye sürecek bu şölen. Tekrar böyle bir şölen izlemek için 2111 yılının, 11 Kasımını beklemek zorunda kalacağız ;))) (İster misiniz tam o an cep telefonunuzun şarjı bitsin?!... Töbe deyin! Şakası bile kötü!...)
1111 yılında yaşayanlar ne kadar şanslıymış… Ama onların da bu “takıntı şölenini” izleyebilecekleri digital saatleri, cep telefonları yoktu!
* * *Ayakkabı ya da çorap giyerken önce sağ teki giymek, evden çıkarken sağ adımla çıkmak geleneklerimizden gelen takıntılar… Onları söylemeye gerek bile yok! Zira, toplumsal takıntılar deyip, bir kalemde geçmek mümkün bunları. (Biz atadan deden öyle gördük doktor beğğyyyy!...”
 
Toplam blog
: 118
: 1658
Kayıt tarihi
: 20.06.06
 
 

70'li yılların sonlarına doğru (1977 veya 1978... Belki de 1979...) tüm zamanların efsane dergisi..