Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Haziran '12

 
Kategori
İnançlar
 

Taksim'de Cuma hayallerde

Taksim'de Cuma hayallerde
 

Namazların sadece farz olanının kılınması gerektiği, önce ve sonra kılınanların, nafile namaz konumunda bulunduğunu belirtmekte fayda var....................


Sevgili okurlar;

Bugünkü yazı metni aslında geçen hafta kaleme alınan “Cuma” başlıklı yazının devamı idi.

Ne var ki, devamı gelecek aya taşan yazılardan verim alınamadığı ve takip konusunda yaşanacak zorluklar nedeniyle ayrı bir yazı haline getirildi.

Şurası kesin olarak bilinmeli; Cum’a namazı bir toplum olayıdır. Bu anlayış ışığında, şayet isterlerse, kadınlar da Cum’a namazına gidebilirler. Hanımlar Cum’a namazı kılamaz diye bir kural yoktur. Onlar da her müslüman gibi bu görevi ifa edebilirler.

Ancak ülkemizdeki anlayış tam tersi şekilde teşekkül etmiştir.

Peşinen söylemeliyim, kıldığımız Cum’a namazı, öğle namazını ifna eder. Cum’a’dan önce ve sonra kılınan sünnet namazlarının Cum’a ile alâkası yoktur. Aslında sünnet olarak kılınanlar, nafile namaz statüsündedir. Namazların farz olanı on yedi rekâttır.

Efendimiz (s.a.v), Cuma günü, evinde iki rekât namaz kılar, mescide öyle gelirdi. Hutbeden sonra iki rekâtlık Cum’a namazını takiben, mescidde iki rekât daha kılardı. Şayet mescidde kılmaz ise evinde dört rekât eda ederdi. Gerçeği böyleydi.

Namazların sadece farz olanının kılınması gerektiği, önce ve sonra kılınanların, nafile namaz konumunda bulunduğunu belirtmekte fayda var.

İbadette uygulama, vahiy kanalı ile yol gösteren Resûlullah Efendimiz’e  (s.a.v) aittir. Maalesef Cuma’dan sonra aslı astarı olmadan, hızlı ritimlerle kılınan öğle namazı, sistem ile ilgisi bulunmayan bir tapınma sembolü haline geldi. Namaz kılmanın bir adabı vardır. O da ağır bir şekilde hareket etmektir.

İmam hutbede iken konuşmamak, herhangi bir şey sorulsa dahi cevap vermemek gerekiyor.

Maalesef bu kurala yetersiz bilgiden ötürü uyulmuyor. En azından namaz sonrası bu tür davranışları mutlaka ikaz etmek gerekir.

Cum’a, insanın kendi nefsini, (bireysel mânâdaki huy ve karakter yapısından bahsediyorum) hesaba çektiği gündür.

Cum’a günü giyilen yeni bir giysi için Allah kimseyi sorgulamaz. Bugünde kişinin en güzel elbiselerini giymesi, koku sürünüp ağzını temizlemesi zahir yönüyle oldukça önemlidir.

Efendimiz Aleyhisselâm, bir Hadisinde şöyle buyurmaktadır;

"Cuma günü, günlük elbisenin dışında iki elbise edinin." (İbni Mace)

Cum’a ile ilgili çok önemli bir Hadisi Şerif şöyledir;

"Tabi, kendileri için adil veya zalim bir imam bulunup da Cuma kılmak imkânı varsa, bilmiş olunuz ki o kimsenin başka namazı yoktur."

Hadisi Şerif’te "adil" veya "zalim" bir imam bulunup da ifadesi kullanılmaktadır. 'Zalim bir imam' ile dahi kılınması gerektiğine dair bir hüküm var.

Bir başka Hadisinde ise;

"Özürsüz, üç Cuma’yı terk eden kimsenin kalbini Allah mühürler." (Ahmed ve Sünen Sahibleri) demektedir.

Cum’a Suresi (9-10-11) Âyetlerinde, iman edenlere, ezan nida edildiğinde, alış-verişi bir tarafa bırakarak Cum’a’ya gitmeleri, namazı müteakip yeryüzüne dağılmaları teklif edilmektedir.

Efendimiz’in (a.s) başka bir kelamı hayli dikkât çekici:

"Namaz vakti geldiğinde, ona koşarak gelmeyin, yürüyerek gelin. Sakin ve vakarlı olun" diyor.
Cum’a’da öyle bir an var ki, bu anda yapılan her dua kabûl olunup, isteyene icabet edilir. Aynen secdede olduğu gibi.

"Secde’de yapılan her dua müstecaptır" diyor Efendimiz.

Evliyaullah’tan Muhyiddin Arabi de secde için;

"Kalbin bir secdesi vardır, o da kişinin, Hakk’ın varlığının yanında yokluğunu yaşamasıdır" demektedir.

Cum’a’nın bir özelliği de seferi olanlara vacip olmamasıdır. Bu durumdayken, kılınmaması daha uygundur.

Bendeniz İstanbul’da kent merkezine yakın bir yerde ikamet etmekteyim. Bir işim dolayısıyla Cum’a saatlerinde Taksim’de Elmadağ civarında bulunuyordum. Vakit iyice daraldığından, birden hızlanma gereğini duydum. Yanımdan geçenlere oralarda bir cami olup olmadığını sorduğumda, İstiklâl Caddesindeki meşhur Ağa Cami’den başkasını bilmediklerini beyan ettiler. Yakın bir yere gitmem gerekiyordu.

Ancak yoktu.

İnanın, o güne kadar pek dikkat etmemiştim, neyse cep telefonum imdadıma yetişti. Bu çevreyi iyi bilen bir arkadaşımı aradım, şu tarifi yaptı:

"İstiklâl caddesinde, Fransız Konsolosluğu bitimindeki sokağa gir, yol üstünde Cum’ayı bekleyen insanlar göreceksin, girişte sağdan ikinci bina, cami olarak kullanılıyor, eski bir lokantadan bozma" dedi.

Eski dostluğumuza güvenip azarlamayı da ihmal etmedi: 'Nasıl olur bilemezsin, burası tam otuz senedir cami olarak kullanılıyor, ben Dolmabahçe’ye iniyorum, arzu edersen gelebilirsin' dedi. Teşekkür ettim, güç belâ, Fransız Konsolosluğu yanında şaşkın bakışlarla camiye benzetemediğim, ancak sokağa cephesi bulunan tuvaletlerden varlığını hissettiğim yerde, depoda Cuma’yı eda ettik.
Unutmadan söyleyeyim; bir de parçacıların arka tarafında kalan sokakta, bir hayırseverin camiye dönüştürdüğü dört katlı apartmanın da bu maksada uygun bir şekilde kullanıldığını duydum.
Yaşadığım gerçek, Taksim’de camiye ihtiyaç olduğunu, net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Taksim gibi merkezi bir yerde mutlaka bir Cami bulunmalıydı.

Taksim Meydanına yakın yerde Cami yapma fikri bir süre siyasal platformda kilitlendi. Bence İslâmi kimliği siyasallaştırmanın hiç gereği yok.

Esasen dini gücün, ekonomik güçten, siyasal güçten ayrıştığını da hiçbir zaman göremedik ya bu da ayrı bir mesele.

Bu aşamada aklıma gelen soru şu: Atatürk Kültür Merkezi civarında, estetiği, genel silûeti bozmayacak ve insanların rahatça ibadet edebilecekleri bir caminin yapılması neyi değiştirirdi ki?
Tahmin ediyorum, imkânsızlıktan ötürü, Taksim’de esnaf, tüccar, sanayici gibi çalışan kesim Cum’aya gidememekte veya boşvermektedir. Takdir edersiniz ki Mc.Donald’s’da hamburger yiyerek Cum’a namazını geçiştirmenin imkânı yoktur.

Kendilerini boş vermişlik havasına bırakan bu idraktaki insanlara, yukarıda belirttiğim Cum’a ile ilgili Âyet ve Hadisleri tekrar tekrar gözden geçirmelerini tavsiye ederim.

Olanaklar hangi düzeyde olursa olsun, mutlaka kılınmalıdır.

Cum’a sonrası girdiğim cafede çayımı yudumlarken hayallere dalmıştım...

Radyodan gelen popüler bir parça da hayli etkileyiciydi ve sanki bana eşlik ediyordu...
"Onlar yanlış biliyor...
Kimsenin suçu değil bu..."

Ben ise vizyona yeni giren bir film için sinemaya yetişmeliydim.

 

Ahmed F. Yüksel

 
Toplam blog
: 636
: 9957
Kayıt tarihi
: 14.12.11
 
 

Araştırmacı Yazar.. ..