Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Tanıdığınız bir tamirci var mı? Ya da tamir tadilattan anlayan biri…

Zor…

Parlak bi ilk cümle bulmak… ( Ben çok parlak bi çocuktum. Bu nedenle de, beni tanıyanların benimle ilgili beklentileri her daim çok yüksekti. )

Konuyu anlatan bi başlık belirlemek… ( Her şeyin en iyisini, en doğrusunu seçenlerden. Ona, bu yüklenenlerdendim. Bir iki isyan etmişliğim vardır tabii, çılgın zamanlarımda… )

Anlatmak istediklerini yazıya dökmek ve üstelik edepsizlik etmeyip sadece paylaşmak istediğin kadarını, okuyanın anlayabileceği şekilde yazabilmek… ( Damarlarımda kanım durulduktan sonra anladım ki; beni kimse anlamıyor, anlasa da yanlış anlıyor. )

Aklın nerelere uçup gitmişken, kendine yönelttiğin “e kardeşim, bunu neden hiç tanımadığın insanlarla paylaşasın ki?” suçlamasıyla başa çıkmak. ( Yorulunca artık yanlış anlaşılmaktan, bıraktım kendimi anlatmayı.)

Üstelik yazmaya çabalarken bi de dağılıp gitmek… bunun da üzerine yazarların neden ve ne cesaretle ve nasıl bir paylaşımcılıkla yazabildikleri üzerine kafa yormak, arkasından ilk kurgu, ilk kitap neyse ne, ne zaman yazılmıştı diye arama motorlarında gezinmek, bıkmayıp, kim bilir kim “yazmazsam ölürüm” demişti diye, düşünüp durmak ama bu arada aklına gelen küçücük konu kıvılcımını yitirmek…( Hayatta karşıma çıkan her şeyin en doğrusunu seçmeye çalışırken fark ettim ki yaşamayı kaçırıyorum. Titreyip kendime geldiğimi düşünürseniz yanılırsınız. İnatla devam ettim bana öğretilen yolda. )

Ekrana bakakalmak… ( Biraz da dışından bakarak, burada ne işim var edasıyla. Biraz uzaktan. Kibir diye de nitelendirebilirsiniz tabii. Ben, bu gün, yetiştirilme şeklinden diyorum. )

Biraz emri vaki oldu benim bu aileye katılmam. Genel istek üzerine anlayacağınız. Yok, çok iyi yazdığımdan ya da konuştuğumdan değil… Ya da çok kültürlü, çok bi şey olduğumdan hiç değil. Sadece zayıf bir “sen de yazsana” çağrısı. ( Hiç bi gruba, siyasi görüşe, bi şehre ait hissetmedim kendimi bu uzaktan bakmak nedeniyle. Eleştirilmekten de korktum biraz galiba. Akmaz kokmaz tayfasından olduğumu sanmayın. Çok da tavırlıyımdır olaylar karşısında. )

Bakıyorum sevgili blog arkadaşlarımızın yazılarına kimi mesleğinden yazıyor, kimi hobilerinden, kimi siyasi görüşlerinden, kimi ciğerinden kopup gelen duygularından. ( Ama kendinden emin görüntümün altında, ne yüzlercesi, binlerce soru var. Düşününce, hepsi nasıl daha iyi olurumla ilgili. Daha iyi bir anne, daha iyi bir kadın, daha iyi bir vatandaş, daha iyi bir vs. vs. Bunun yanına hiç de hırslı bir kişi olmadığımı eklerseniz, kendimle ilgili nasıl bir çelişkiler yumağı yaşadığımı tahmin edebilirsiniz. )

Pek de üretkeniz maşallah… mail kutusu isyanlarda. Haberciler geliyor ha bire… e, insan merak ediyor canım “ne yazmışlar” diye. Aç oku, oradan başka bi yazara yönlen oradan bi başkasına derken miiliyet blogdan çıkamaz oldum. ( Dört seçenekli testte konuyu hiç bilmediği halde, şıkkı ikiye indirebilen ve salladığı cevap mutlaka yanlış olanlardanım. Bunu iş hayatımda sıklıkla kullanırım. Aklıma gelenin tam tersini yaparak. Mesleğimde oldukça başarılıyım diyebilirim övünerek…)


Teknoloji ile yıldızımın hiç barışmadığını bilen sevgili iş arkadaşlarım şaşkınlık içindeler. “Ne MSN ler önerdik ne FACEBOOK lar hiç birine yüz vermediniz. Bu ne aşkı şimdi başından kalkmıyorsunuz. Üstelik öööyle okuyorsunuz. Yazmak da yok” şeklinde dalga geçerler. ( Başarı sizin için çok para kazanmak değildir umarım. )

Baka baka öğrenebilirim her halde diye düşünüyorum yazmayı. Önce bi bakalım kim var kim yok, rakiplerimiz kimler? 21 yaşında kurgulamaya başladığım romandan ORHAN PAMUK’un BENİM ADIM KIRMIZI romanını okuduktan sonra vazgeçmem de bundandır. ( “Ben yapınca en iyisini yaparım. Yoksa parmağımı bile kıpırdatmam bilesiniz” hissi hiç yakamı bırakmadı.)

Haddimize mi düşmüş yazmak. Bu kadar üstadın arasında. Hep benden önce düşünüp benden önce yazmışlar. Bu geç kalmışlığa sinir olmamak elde değil. Yoksa ben nasıl bi yazar olurdum biliyo musunuz? Eğer yazmış olsaydım alabileceğim ödülleri ne siz sorun ne ben söyleyeyim… Ben ki zamanında yazmaktan vazgeçmiş biri olarak, burada izleme hakkımı kullanmak isterim. Bakın şimdi aklıma geldi. Ömer seyfettinin bir öyküsünde “hayata seyirci kalmak kötüdür oğlum” demişti baba oğluna.

Okuyanlara sevgiler… okumayanlar için yapabileceğim bi şey yok. Onlar adına Üzgünüm. ( Anlaşıldığı üzere, bi karar versem ne ve nasıl olacağıma hiç sorun kalmayacak. Ki bu, yazdıklarımdan sizinde çıkarabileceğiniz sonuçlardan biri. Benim anladığımsa hayat hep bir meydan okuma. Ben hala var olmaya çalışıyorum bu kargaşada. Bana çizilen kutuların içine girip oturduğum, kutuları ben seçtim sandığım ve bu arada vazgeçtiklerim adına ise çook üzgünüm.)


İki yazı içinde ortak sonuç; bu işin çivisi çıktı. Bakınız başlık.
Not 1: Pratik okuma kılavuzu: parantez içindekileri kış kışlayın bi tarafa. Onlar bana doğru gelirler zaten. Siz kalanını kolay okursunuz.

Not 2: Dijital fotoğraf makineleri ile ilgili mutlaka yazacağım bi gün… Önce fotoğrafçılığı öğreneyim. Yazıldım kursa az kaldı. Bekleyin.

 
Toplam blog
: 3
: 551
Kayıt tarihi
: 31.12.07
 
 

1971, Kayseri doğumluyum. Yakışıklı bir oğlum var 6 yaşında... ARAGON düşüncelerimize çeki- d..